Makale
Miraç Kandili

بسم الله الرحمن الرحيم، الحمد لله رب العالمين، والصلاة والسلام على رسولنا محمد وعلى آله وصحبه أجمعين Receb ayının 27. gecesi olan “Miraç kandili”ni tazim edip kutlamak/ihya etmek; bu geceye özel olarak ibadet kastıyla, sevap elde etmek için yapılan herbir iş (örneğin; namaz kılmak, zikretmek, Kur’ân okumak, tevbe-istiğfar etmek, bu geceye has toplanıp dini bir konuda sohbet/ders yapmak, mevlütler, kasideler okumak, konferanslar, seminerler, programlar düzenlemek, ziyaretleşmek, sözlü veya yazılı tebrik gibi) Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in meşru kılmadığı ve ashabı’nın (radiyallahu anhum) yapmadıkları onlardan sonra ortaya çıkmış bir bid’attır. İsra ve Miraç gecesi Rasûlullah (sallallahu aleyh ve sellem)’in doğruluğunu, Allah katındaki konumunun büyüklüğünü, Allah Teâlâ’nın kudretinin azametini ve O’nun bütün mahlûkların -ki mahlûkâtın en son noktası arştır, bundan sonra hiçbir mahlûk yoktur, boşluk bile yoktur- üstünde olduğunu gösteren ayetlerden biridir. Bu gecede Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) Mescid-i Aksâ’ya götürülmüş, orada Nebilere (aleyhimusselam) namaz kıldırmış, oradan semaya çıkartılmış, O’nun için yedi kat semanın kapıları açılmış, her semada bir peygamber ile karşılaşmış, yedinci katı da geçerek Allah (azze ve celle)’ye doğru O’nun dilediği yere kadar yükseltilmiş ve Allah Teâlâ O’nunla konuşmuş, bu şekilde arada hiçbir vasıta olmaksızın O’na beş vakit namazı farz kılmıştır. Ancak bu hadisenin tam olarak ne zaman gerçekleştiği, Receb ayında mı yoksa başka bir ayda mı olduğu konusunda sahih bir rivayet gelmemiştir. (Bkz: Zâdu’l-Meâd, İbnu’l-Kayyim, 1/57) Bu sebeple ilim ehli bu olayın hangi senede ve hangi ayda vuku bulduğunda ihtilaf etmiş, birçok görüş ileri sürülmüştür. (Bkz: Fethu’l-Bârî, İbn Hacer, 8/201 ve 280. sayfalar, Tefsîru’l-Kurtubî, 10/210, el-Bidâye ve’n-Nihâye, İbn Kesîr, 3/107) İbn Dihye el-Kelbî (rahimehullah, vefatı: hicrî 633) şöyle demiştir: “Bazı kıssacılar İsra’nın Receb ayında olduğunu söylemişlerdir. Bu, cerh ve ta’dîl ehli (ravilerin güvenilirliğini tespit edenler) yanında yalanın ta kendisidir. İmam Ebu İshâk el-Harbî şöyle demiştir: “Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Rabîu’l-Evvel ayının 27. gecesinde (Mescid-i Aksâ’ya) götürülmüştür.” (Edâu Mâ Veceb min Beyâni Vad’il-Vaddâîne fî Receb, sy: 53) İbn Receb el-Hanbelî (rahimehullah) şunları kaydetmiştir: “Receb ayında büyük hadiselerin olduğu rivayet edilmiştir. Ancak bunlardan hiçbir şey sahih değildir… Sahih olmayan bir isnadla Kâsım b. Muhammed’den İsra olayının Receb’in 27’sinde olduğu rivayet edilmiştir. İbrahim el-Harbî ve başkaları bunu kabul etmemişlerdir. Kays b. Ubâd’tan ise Receb’in 10. gününde olduğunu söylediği rivayet edilmiştir.” (Letâifu’l-Meârif, sy:233) Dolayısıyla Receb ayının 27. gecesinde gerçekleştiği bilgisi sabit değildir. Sabit olmayan herbir şey batıldır ve batıl üzerine bina edilen şey de batıldır. Bu hadisenin vaktinin belli olduğu farz edilse bile -ki topluma göre bu gece bellidir, Receb ayının yirmi yedinci gecesidir- az evvel de belirttiğimiz gibi yine de bu geceyi tazim edip kutlamak, bu geceye özel bir ibadette bulunmak bid’at olan bir davranıştır. Şayet bu gerçekten güzel, dinde meşru olsaydı, dünya ve ahirette insanlar için hayır olan herbir şeyi, Allah’ın sevip razı olduğu farz/vacib-müstehab bütün ibadet çeşitlerini gösterip şer olan her şeyden de sakındırmış olan Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) muhakkak bunu da ümmetine bildirir ve O’ndan öğrendikleri her bir ibadeti bize aktarmış ve hayırlı işler yapmada en önde/en hırslı olan sahabe (radiyallahu anhum) bunu da bize aktarır ve bu geceyi kutlarlardı. Ve’l-hamdu lillâhi Rabbi’l-âlemîn. Ömer Faruk


Soru - Cevap
Yemin Bozmanın Kefareti Nedir?

SORU Esselamun aleykum ve rahmetullah. Ben bir yemin ettim hocam ve yeminimi de bozdum Allah (azze ve celle)’nin izniyle para kazanıyorum, kaç fakiri doyurmam lazım veya giydirmem lazım ve bu yiyeceğin veya giyeceğin ölçüsü nedir? Bana cevap verirseniz çok sevinirim şimdiden Allah (azze ve celle) sizlerden razı olsun. CEVAP Ve aleykumusselamu ve rahmetullah. Hamd Allah’a mahsustur. Muhterem kardeşim yeminin kefaretini Allah (subhanehu ve teâlâ) şu kavlinde beyan etmiştir: لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللَّهُ بِاللَّغْوِ فِي أَيْمَانِكُمْ وَلَكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْأَيْمَانَ فَكَفَّارَتُهُ إِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاكِينَ مِنْ أَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ أَهْلِيكُمْ أَوْ كِسْوَتُهُمْ أَوْ تَحْرِيرُ رَقَبَةٍ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلَاثَةِ أَيَّامٍ ذَلِكَ كَفَّارَةُ أَيْمَانِكُمْ إِذَا حَلَفْتُمْ وَاحْفَظُوا أَيْمَانَكُمْ كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ “Allah sizi kasıtsız yeminlerinizden dolayı sorumlu tutmaz. Fakat kasıtlı yeminlerinizden sorumlu tutar. Bunun kefareti, ailenize yedirdiğinizin orta yollusundan on fakiri doyurmak veya onları giydirmek veyahut bir köle azat etmektir. Kim bulamazsa üç gün oruç tutsun. İşte yemin ettiğiniz zaman yeminlerinizin kefareti budur. Yeminlerinizi koruyun (tutun) . Şükredesiniz diye Allah ayetlerini size böyle beyan eder.” (el-Maide sûresi, 89. ayet meali) Dolayısıyla yapman gereken evde ortalama yediğiniz yemek ne ise onun misliyle on fakir doyurmaktır. Yani evinde yenilen ortalama yemek mesela pilav, yanında etli, etsiz sulu bir yemek ve çorba ise o zaman on fakire her biri doyabilecek miktarda buna benzer bir yemek yedirmen lazımdır. Veya hacetini karşılayacak miktarda, yani bedenin şer’an setri vacip olan ve örfen kabul edilen miktar ve cinsten elbiseyle on fakiri giydirmen lazımdır. Yani mesela Türkiye’de on fakiri on kamîsle giydirmek uygun değildir. Çünkü Türkiyeli Müslümanların örfünde bu güzel görülmez. Erkek ise en azından şalvar ve gömlek, kadın ise bütün bedenini örtecek elbise ve başörtüsü olmalıdır. Veya köle azat etmen lazımdır. Tabi bu zamanda köle azat etmek mümkün değildir. Ama racih kavle göre esir de “rakabe”dir. Dolayısıyla tutsak bir Müslüman’ı parayla kurtarmak köle azat etmektir. Mesele ihtilaflıdır ve tahliline girmek istemiyorum ama racih olan budur. Allah’u A’lem. Bu üçünden hangisini yaparsan yeminin kefaretini yerine getirmiş olursun. Ancak Allah (azze ve celle)’nin takdim ettiğini senin de takdim etmen evla olur. Bu üçünden birini yapmaya gücün yetmiyorsa o zaman üç gün ard arda oruç tutman vacip olur. Tarık Ebu Abdullah


Makale
Ebu Garib Hapishanesi’den Nur’un Mektubu

Halkıma, Ramadi'nin, Halidiye'nin ve Felluce'nin insanlarına; erdem ve onurlarını kaybetmeyen tüm dünyadaki insanlara… Bu size, Amerikan-siyonist hapishanesi Ebu Garib'ten kardeşiniz Nur'un mektubudur. İnanın buradaki aşağılanmayı, sefaleti ve haysiyetsizliği size nasıl anlatacağımı, kelimelere nasıl dökeceğimi bilemiyorum. Siz sıcak evlerinizde karınlarınızı doyurup sevdiklerinizle bir arada otururken bizim maruz kaldığımız aşağılanma ve çektiğimiz açlığı, sizler su içerken çektiğimiz susuzluğu, sizler derin uykuda iken Amerikalılar'ın bize yaşattığı uykusuz geceleri, sizler giyinikken bizim yaşadığımız çıplaklığı, bizi soyup önlerinde sıraya dizmelerini nasıl anlatabilir, nasıl kelimelere dökebilirim… Ey kardeşlerim; kamyonlarınızı ve arabalarınızı Amerikan malları taşırken gördüğümüzde kalbimiz sıkışıyor. Çünkü o araçlar benim halkıma ve ülkeme ait. Yüreğim kan ağlayarak şöyle diyorum: Allah'ım! Benim insanlarım, haysiyetlerini ve şereflerini bir avuç Amerikan Doları'na satmış. Yaşadıklarımızı ve kirletilen onurumuzu düşündükçe gözlerimden yaşlar boşanıyor. Ey kardeşlerim; Amerikalılar'ın elinde ne ızdıraplar çektiğimizi, ne acılar yaşadığımızı, Allah aşkına, nasıl anlatıp nasıl kelimelere dökeyim. Kardeşlerim; Allah'a yemin ederim ki, yaşadıklarımızı dile getirmekten acizim. Bundan arz ediyorum. Ama yine de kelimelere sığınarak size olanları anlatacağım. Amerikalılar'ın bizlere yaptığı haysiyetsizlikleri, çektirdiği eziyeti, işkenceyi ve aşağılanmaları elimden geldiğince anlatacağım… Hayvani zevklerinin aracı olmadığımızda, kendimizi şehvetlerine teslim etmediğimizde bizi nasıl öldüresiye dövdüklerini ifade etmeme izin verin… Siz ey bizim dini liderlerimiz olarak ortalarda tozup gezenler! Amerikalılar'ın bize reva gördüğü bu cinsel ve hayvani eziyetler karşısında hâlâ nasıl oluyor da açık alınla ortalarda görünebiliyorsunuz? Peygamber Efendimiz'in en değerli hazineniz buyurduğu haysiyet ve şerefinizi çignetmekten pek silkilmiş gibi görünmüyorsunuz. Bizi ve kendinizi birkaç dolar kırıntısı karşılığında pazarlardaki köleler gibi Amerikalılar'a ve Siyonistler'e mi sattınız? Haysiyet ve şerefinizi ne çabuk kaybettiniz? Allah'ın bizi sizlere bir emanet olarak verdiğini ne çabuk unuttunuz? Hani bizleri koruyacak, besleyecek ve namusumuzu asla çignetmeyecektiniz? Ne oldu size, verdiğiniz söze? Amerikalılar, Ebu Garib'te namusunuzu her gün ayaklar altına alıyor. Mektubumu okuyanları, Allah adına, Ebu Garib Hapishanesi'ndeki vahşiliklere dur demeye çağırıyorum. Buradaki insanlığa sığmayan işkenceleri durdurmak için sesinizi yükseltmeye davet ediyorum. Burada yapılanlar, Siyonistler'in hapishanelerde Filistinli gençlere ve kadınlara yaptıklarından daha berbat. Orada fiziki işkence yapıyorlardı. Oysa burada her gün ırzımıza geçiyorlar. Vahşi, kana susamış hayvanlar gibi bedenlerimize saldırıyorlar. Avazımız çıktığı kadar çığlıklar atıyoruz ama kimsenin bizi duyduğu yok! Eğer kalbinizde, ruhunuzda bir zerre insanlık, haysiyet, onur ve şeref varsa, birleşin ve bu hapishaneye saldırın. Gelin ve kurtarın bizi! Elinize geçen bütün silahlarla bu hapishaneye saldırın! Hem onları hem de bizleri öldürün!!! Biz çoktan ölüme razıyız. Burayı yerle bir edin! Hepimizin karnında onların piçleri var! Çoğumuz hamileyiz! Biz dünden ölüme razıyız! Size yalvarıyoruz; gelin ve kurtarın bizleri! Size, ailelerimize ve ülkemize daha fazla utanç vermemek için ölmek istiyoruz! Bizi öldürün! Size yalvarıyorum; Allah için bizleri, Amerikalılar'ı ve onların piçlerini öldürün! Allah rızası için! Size yalvarıyoruz…. Bacınız Nur (10 Nisan 2004)


Soru - Cevap
Tekfirde İleri Gidenlere! -2-

SORU Selamun aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu hocam size bi sorum olacak İnşêallah. Sorum şudur eskiden bir iki yıl önce Cihad eden ve sonrada geri gelenler hep Muhaysini'yi dinleyin diyorlardı şimdi ise tekfir ediyorlar bu kardeşlere bi nasihatınız varmı? CEVAP (Cevabın birinci bölümü için bkz: Tekfirde İleri Gidenlere! -1-) ... Selefin ve Onlara Tabi Olan Âlimlerin Bid’at Ehline Karşı Tekfirleri Hususundaki Tutumları b) Haricîler: İslam tarihinde hicrî 40 senesinde baş göstermiş ilk bid’atın sahipleri Haricîlerdir. Bilindiği üzere Osman (radiyallahu anh)’ın şehit edilmesinden sonra Müslümanlar ayrılığa düşmüş ve aralarında Sıffîn savaşı cereyan etmişti. Ali ve Muâviye (radiyallahu anhuma) bu ihtilafı çözmek için her iki taraftan birer hakem tayin etmek üzere anlaşmaya vardıklarında Haricîler: “Hüküm vermek ancak Allah’a aittir” ayetini öne sürerek Ali (radiyallahu anh)’a karşı çıkıp O’ndan ayrılmışlar ve O’nu, Muâviye’yi ve onlara tabi olanları, hakikatte büyük günah bile olmayan, hatta dinde gayet meşru olan bir sebepten ötürü tekfir etmişlerdi. Yani Haricîler çok alakasız bir gerekçeyle Ali (radiyallahu anh) gibi Allah Teâlâ’nın Müslüman dediği kimselere kâfir deyip onların kanlarını ve mallarını helal gördüler. Keza Haricîler, hiçten sebeplerle sahabenin önde gelenlerinden Osman, Talha ve Zübeyr (radiyallahu anhum)’u da tekfir etmişlerdi. Yine onlar, ehl-i sünnetin icmaen reddettiği “büyük günah işleyenlerin kâfir olduğu” inancına sahiplerdi. Onlar, Kur’ân’ın zahirine aykırı gördükleri hadisleri mütevatir derecesine ulaşmış olsalar dahi kabul etmiyorlardı. (Bkz: Mecmûu’l-Fetâvâ, İbn Teymiyye, 3/355) Buna binaen -örneğin- zina eden evlinin recmedilmesi hükmünü inkar ediyorlardı. (Bkz: A.g.e, 13/48) Yine bu kimseler, bid’atlarında kendilerine muhalefet edenleri tekfir ediyor, onları mürted görüyorlardı. (Bkz: A.g.e, 3/355, Fethu’l-Bârî, İbn Hacer, 12/313) Haricîlerin sapık ve bid’at ehli olduğunda ümmet icma etmekle birlikte ve inançlarının küfür/dinden çıkartıcı olmasıyla beraber ulema bunların tekfirinde ihtilaf etmişlerdir. âlimlerin geneli Haricîlerin Müslüman oldukları görüşündedir. Hatta Allâme İbn Teymiyye (rahimehullah), Ali ve diğer sahabilerin (radiyallahu anhum) Haricîleri tekfir etmediklerini belirttikten sonra şunları söylemiştir: “… Sonra Ali onlara İbn Abbâs’ı (radiyallahu anhuma) gönderdi. İbn Abbâs onlarla münazara etti ve onların yarısı döndü. Sonra Ali geriye kalanlarla savaştı ve onları yendi. Ama bununla birlikte onların zürriyetini esir, mallarını ganimet olarak almadı. Onlar hakkında Müseylemetu’l-Kezzâb ve benzerleri gibi sahabenin mürtedler hakkındaki tavrını takip etmedi. Bilakis Ali ve sahabenin Haricîler hakkındaki tutumu, sahabenin riddet ehline yönelik tutumundan farklıydı. Ve kimse bu konuda Ali’ye karşı gelmedi. İşte böylece Haricîlerin İslam dininden irtidad etmemiş (Müslüman) olduklarında sahabenin ittifakı da bilinmiş olmaktadır.” (Minhâcu’s-Sünne, 5/271) Dolayısıyla Haricîlerin tekfiri konusundaki ihtilaf sahabeden sonra meydana gelmiştir. Yine Hattâbî (rahimehullah) Haricîlerin tüm sapıklıklarına rağmen kâfir olmadıklarında Müslümanların âlimlerinin icma ettiğini belirtmiştir. (Bkz: Fethu’l-Bârî, 12/300) Görüldüğü gibi Haricîler, Müslüman oldukları kesin olan sahabe ve beraberindekileri şer’î delilleri yanlış anlama sonucu/batıl tevillerle tekfir edip kanlarını ve mallarını helal görmüşler, bunun üzerine İbn Abbâs onlara batıl içerisinde olduklarını izah etmiş, ancak buna rağmen hak yine de onlara kapalı geldiği, zihinlerindeki şüpheler tamamıyla gitmediği için sahabe onları tekfir etmemiştir. c) Rafizîler: Rafizîler, Şia’nın birçok taifesinden bir taifedir. Evvela şunu belirtelim ki, Şia gruplarının hepsi aynı mertebede olmayıp şu üç kısım altında değerlendirilir: 1) İttifakla kâfir olan Şiiler. İsmâîliyye, Nusayrîler ve Karâmita bu kısma giren Şia gruplarıdır. (Bkz: Minhâcu’s-Sünne, İbn Teymiyye, 3/452) Bunlara “Ğulâtu’ş-Şîa” (Şia’nın aşırıları) denilir. 2) İttifakla kâfir olmayan Şiiler. Bunlar ise, Ebubekir ve Ömer (radiyallahu anhuma)’ya sövmeksizin Ali (radiyallahu anh)’ı ikisinden üstün tutan Şiilerdir. (Bkz: Mecmûu’l-Fetâvâ, İbn Teymiyye, 3/351) Lakin bu, onların bid’at ehli olmadıkları anlamına gelmemektedir. (Bkz: A.g.e, 12/486) Bunlara “eş-Şîatu’l-Mufaddile” (üstün tutan Şiiler) denmiştir. 3) âlimlerin muayyen olarak tekfir edilip edilmeyeceklerinde ihtilaf ettiği Şiilerdir ki, bunlar 12 imamın hata ve günahtan masum olduklarını iddia eden 12 imamcı Rafizîler’dir. Ulemanın tekfirlerinde ihtilaf ettiği bu kimseleri Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye (rahimehullah) şöyle tanıtmıştır: “Rafizîler, Ebubekir’i, Ömer’i, Osman’ı, muhacir, ensar ve Allah’ın kendilerinden razı olup kendilerinin de Allah’tan razı olduğu bu kimselere ihsan ile tabi olanların genelini tekfir ettiler. Mütekaddim ve müteahhir’den olan Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ümmetinin çoğunu tekfir ettiler… İslam dininin önemli şahsiyetlerini tekfir ederler… Kendilerinden ayrılan kimselerin kanlarını helal görür ve mezheblerini cumhurun mezhebi diye isimlendirirler… (Tekfir ettikleri kimselerin) küfürlerini Yahudi ve Hristiyanların küfründen daha katı görürler. Çünkü onlara göre Yahudi ve Hristiyanlar aslî kâfir olup bunlar ise mürteddirler. Riddet küfrü ise icma ile aslî küfürden daha katıdır. Bu sebepledir ki onlar (kâfir Tatarların meliki Cengizhan’a yardım ettikleri gibi) Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım ederler… Dolayısıyla bunlar zarar bakımından dine ve ehline karşı Haricîlerden daha şiddetli ve İslam hükümlerinden daha uzaktırlar… İnsanlar hakkında aşırıya gitmede, bid’at olan ibadetlerde, (örneğin ölülerden yardım istemeleri gibi) şirkte -ki Rafizîlerin kabirleri ve ölüleri aşırı derece tazim ettikleri bilinen bir husustur-, ve daha başka şeylerde aşırıya kaçma noktasında Hristiyanlara benzerler… Ortaya çıkmaktadır ki bu kimseler, (kendisini İslam’a nisbet eden) heva ehlinin genelinden daha şerli ve kendileriyle savaşılmayı Haricîler’den daha çok hak edenlerdir.” (A.g.e, 13/477-483) Bir başka yerde ise İbn Teymiyye şunları söylemiştir: “Rafizîlerin sözünün aslı şudur; Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) özrü ortadan kaldıracak şekilde açıkça Ali (radiyallahu anh)’ı göstermiş, O’nun masum bir imam olduğunu belirtmiştir. Kim O’na muhalefet ederse kâfirdir. Muhacir ve ensar ise Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bu sözünü gizlemişler ve masum olan imamı reddetmişler, hevalarına uymuşlar, dini tebdil etmişler, şeriatı değiştirmişler, zulmetmişler, hakka tecavüz etmişlerdir. On küsür veya daha fazla kişi hariç hepsi bunu (Ali’nin imamlığını) reddetmişlerdir. Sonra diyorlar ki: ‘Ebubekir, Ömer ve benzerleri aslında baştan beri münafık idiler.’ Şöyle de diyorlar: ‘Onlar iman ettiler sonra kâfir oldular.’ Rafizîlerin çoğu, görüşlerine muhalefet edenleri tekfir ederler. Kendilerini mümin, kendilerine muhalefet edenleri ise kâfir olarak isimlendirirler. Görüşlerinin zahir olmadığı İslam şehirlerini, müşriklerin ve Hristiyanların şehirlerinden daha kötü bir halde olan riddet diyarı olarak görürler. Bu sebeple Müslümanların aleyhine Yahudileri, Hristiyanları ve müşrikleri dost edinmektedirler…” (A.g.e, 3/356) İşte vasıfları bu şekilde olan Rafizîlerin muayyen tekfirinde ulema ihtilaf halindedirler. Genel bir hüküm olarak onları bid’at, heva ve sapıklık ehli Müslümanlar olarak görüp tekfir edilmelerinin, tekfirin şartlarının yerine gelip manilerinin ortadan kalkmasına bağlı olduğunu söyleyen âlimlerden biri de Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye’dir. İbn Teymiyye (rahimehullah), içlerinde Ebubekir, Ömer, Osman gibi şahsiyetlerin de bulunduğu sahabenin ve onlara güzellikle tabi olan Müslümanların/ümmet-i Muhammed’in genelini tekfir edip kanlarını helal gören, Müslümanların aleyhine kâfirlere yardım eden, Haricilerden daha kötü bir durumda olan, ölülerden yardım istemek gibi Allah’a şirk koşan, çoğunluğu kendi dışındakilerin kâfir olduğunu iddia eden olarak nitelendirdiği, sahabe’ye lanet eden ve onları kötüleyen şirk ve bid’at ehli Rafizîler için şunları söylemiştir: “Müslümanların bid’at ehli olanlarından olan Rafizîler, Cehmiyye ve başkalarından birçok kimse kâfirlerin beldelerine gitmiş ve onların vesilesiyle birçok kimse Müslüman olmuş, bu sebeple de faydalanmış ve bid’atçı Müslümanlar olmuşlardır. Bu, onların kâfir olarak kalmalarından daha hayırlıdır.” (A.g.e, 13/96) İbn Teymiyye başka bir yerde Rafizîler’in, imamlarının masum olduğu görüşlerinden bahsederken şöyle demiştir: “…İşte bu, (on iki) imamcı Rafizîlere has olan (bir inançtır.) Bu, hiçbir kimsenin; ne Zeydiyye olan Şia’nın, ne de Müslümanların diğer fırkalarının kendilerine ortak olduğu bir inançtır. Bu sadece, Ubeydoğullarının masum olduğunu söyleyen… İsmâîliyye gibi kendilerinden daha şerli olanların da inancıdır. Bunlar (yani İsmâîliyye) mülhid münafıklarıdır (kâfirlerdir.) 12 imamcı İmâmiyye (yani Rafizîler) onlardan çok kere daha hayırlıdır. Zira İmâmiyyenin içinde, cehaletlerinin ve sapıklıklarının aşırılığı ile birlikte bâtinen ve zahiren Müslüman kimseler vardır. Bunlar zındık münafıklar değillerdir. Lakin onlar bilmemişler, sapmışlar ve hevalarına tabi olmuşlardır. Onların bâtinî davetlerinin hakikatini bilen büyük imamları zındık münafıklardır. Ancak onların durumunu (davetlerinin hakikatini) bilmeyen avamlarına gelince bunlar ise müslümandırlar.” (Minhâcu’s-Sünne, 2/452) Yine İbn Teymiyye Haricîler, Rafizîler ve onlar gibi fırkalar hakkında konuşurken şunları kaydetmiştir: “… Onların tekfir edilmesi ve ebedi (cehennemlik) olacaklarına hükmedilmesine gelince, bu konuda âlimlerin meşhur iki görüşü vardır. Bu iki görüş aynı zamanda İmam Ahmed’ten de (rahimehullah) rivayet edilmiştir. Bu iki görüş, Haricîler, Rafizîler ve benzerleri hakkındadır. Sahih olan şudur; bunların Rasûl’ün getirdiklerine muhalif olduğu bilinen sözleri küfürdür. Keza bunların, kâfirlerin Müslümanlara yönelik yaptıkları cinsten olan fiilleri de küfürdür. Bunun delillerini başka yerlerde zikrettim. Lâkin, onlardan muayyen birinin tekfir edilmesi ve cehennemde ebedi kalacağına hükmedilmesi, tekfirin şartlarının sabit olup engellerinin ortadan kalkmasına bağlıdır…” (Mecmûu’l-Fetâvâ, 28/500) Başka bir yerde ise İbn Teymiyye, fasık ve bid’atçının arkasında kılınan namazın batıl olmayacağını, şayet bunların arkasında namaz kılmayı terk etmekte (günahından dönmesi gibi) bir maslahat varsa o halde arkalarında namaz kılmanın mekruh olacağını, ancak arkalarında namaz kılınmadığı takdirde Cuma veya cemaat namazı fasık ve bid’atçı olmayan birinin arkasında da eda edilemeyecekse o zaman bunların arkasında namaz kılmayı terk etmenin bid’at bir davranış olacağını belirttikten sonra şöyle demiştir: “Aynı şekilde şayet imam, emir sahiplerinin tayin ettiği biriyse ve onun arkasında namazı terk etmekte bir maslahat da yoksa o halde onun arkasında namazı terk etmek gerekmez… Bütün bu söylediklerimiz, kendisinden bir fısk’ın veya Rafizîlerin ve Cehmiyye’nin bid’atı gibi Kitab’a ve Sünnet’e aykırılığı ortada olan bir bid’atın sadır olduğu kimse (imam) hakkındadır.” (A.g.e, 23/354) Şayet İbn Teymiyye Rafizîleri muayyen olarak tekfir etseydi onların arkasında kılınan namazın batıl olduğunu söylerdi. Zira kâfir bir imamın arkasında kılınan namaz malum olduğu üzere sahih değildir. Şeyh Ebu’l-Velîd el-Ensârî (hafizahullah) “Şia Gruplarından Rafizîlerin Hükmü” başlıklı cevabında şunları yazmıştır: “Mecmûu’l-Fetâvâ”da (32/61) geçtiği gibi Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye’ye (rahimehullah) ‘Rafizîlerle evlendirilebilir mi?’ diye bir soru sorulmuş, cevabında şöyle demiştir: “Katıksız Rafizîler heva, bid’at ve sapıklık ehlidirler. Müslümana, velisi olduğu kadını bir rafizîyle evlendirmesi doğru olmaz. Ama şayet kendisi bir rafizî kadınla evlenirse bakılır; eğer o kadının tevbe etmesini umuyorsa nikah sahih olur, aksi halde o kadını nikahlamayı terk etmek efdal olandır, ta ki çocuğunu ifsad etmesin/bozmasın. Allahu A’lem.” Şeyh’in (rahimehullah) bu sözleri, katıksız Rafizîlerle aşırı olmayanlarını (görüşlerine aşırılık karıştırmamış olanları) kastettiğine yorumlanır. Bu sözlerinde, Rafizîlerin avamı için İslam’ın aslıyla hükmetmeyi benimsediğine işaret vardır. Bu sebeple de tevbe edeceğini ummakla birlikte onlardan bir kadını nikâhlamaya cevaz vermiştir. Ancak onların erkekleriyle evlendirmeyi ise men etmiştir. Çünkü bilinmektedir ki, bid’atçının hali fasığın halinden daha şiddetlidir/kötüdür ve bir de kadının kocasından etkilenmesi durumu vardır. Şeyh (rahimehullah) “es-Sârimu’l-Meslûl”da bunların ğulâtının (aşırılarının) küfrünü ifade etmiştir. Mesela Cibril’i hata etmek ile (yani peygamberlik görevini haşa Ali -radiyallahu anh-’a verecekken Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-‘e vermekle) itham edenler veya Âişe (radiyallahu anha)’yı Allah’ın O’nu kendisinden beri kıldığı şeyle suçlayanlar gibi. Bu fetvanın benzeri (Hanbelî mezhebi kitaplarından biri olan) “Metâlibu Uli’n-Nuhâ”da geçmektedir… Görüldüğü gibi Şeyh (rahimehullah) Rafizîlerin aşırı olanları ile diğerlerinin arasını ayırmıştır. İlkler kâfir, diğerleri ise değildir.” (Şeyh Ebu’l-Velîd’in sözleri burada bitti.) İbn Teymiyye’nin (rahimehullah) aktardığımız bu sözlerine binaen şunu rahatlıkla diyebiliriz ki; İbn Teymiyye’nin Rafizîleri muayyen olarak tekfir ettiğine dair ileri sürülen sözleri, bu naklettiğimiz sözleriyle beraber incelendiğinde; ya “mutlak tekfir” içerikli olan sözlerdir, ya Ali (radiyallahu anh)’ın ilah olduğu veya peygamberin aslında Ali (radiyallahu anh) olup Cebrail (aleyhisselam)’ın bu konuda hata ettiği veya Kur’ân’ın tahrif edildiği veya Âişe annemizin -haşa- zina ettiği inançları gibi tevhidin aslını/temelini bozan veya avam-havas bütün müslümanlar tarafından zorunlu olarak bilinen kesin ve açık bir hakka aykırı olan batıl inançlara sahip Rafizîlerin aşırıları hakkında sözlerdir, ya haklarında tekfirin şartlarının gerçekleşip engellerinin kalktığı kimselerle alakalı sözlerdir, ya da bunlardan başka yorumlara çekilmeye müsait olan sözlerdir. Şeyh Ebu’l-Velîd, sözü geçen cevabında 4 mezheb ve Osmanlı ulemasının ve diğer âlimlerin fetvalarıyla Rafizîlerin hükmünü açıklamıştır. Bu cevabı okumak için bakınız: “Şia Gruplarından Rafizîlerin Hükmü” Şeyh Ebu’l-Velîd’in bu cevabında geçen önemli iki cümle şöyledir: “Bil ki; Bugünkü Rafizîler geçmişte üzerinde bulundukları durumdan daha tehlikelidirler… Bütün bunlarla birlikte günümüzdeki Rafizîler ile haklarında Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye’nin ve başka imamların (rahimehumullah) fetva verdiği Rafizîlerin arasında uzak bir fark olduğuna kesin olarak hükmedilir.” Devam Edecek İnşâallah… Ve’l-hamdu lillâhi Rabbi’l-âlemîn. Ömer Faruk



Soru - Cevap
Süt Kardeşin Kızıyla Nikah Sahih midir?

SORU Selam aleykum hocam Allah (azze ve celle) sizleri korusun hocam bir kişi süt kardeşinin kızı ile aynı nikah altında evli kalmaya devam edebilir mi (yanlız bu süt kardeşi öz teyzesi) haram ise haramlığına dair delil varmı? CEVAP Ve aleykumusselamu ve rahmetullah. Hamd Allah’a mahsustur. Muhterem kardeşim, sorulan soruyu şöyle anladım: Bir kişi nesepten teyzesi ve aynı zamanda süt bacısı olan kadının kızıyla evlenebilir mi? Hayır. Bu durumda teyzekızı kendine haramdır çünkü kardeşi kızı konumundadır. Zira nesebin haram kıldığını sütte haram kılar. Tabii bu süt akrabalığı şeran sahih ise böyledir. Yani sual edilen durumda erkeğin anneannesini bebekliğinin ilk iki senesinde en az beş defa doyasıya emmiş olması gerekir. Veya ikisi (yani kişi ve teyzesi) bir kadından bebekliklerinin ilk iki senesinde en az beş defa doyasıya emmiş olmaları gerekir. Durum böyleyse teyzekızıyla nikâhı sahih olmaz. Şayet nikâh varsa batıldır ve acilen feshi vaciptir. Deliline gelince Allah (subhanehu ve Teâlâ) şöyle buyuruyor: حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ... وَأُمَّهَاتُكُمُ اللَّاتِي أَرْضَعْنَكُمْ وَأَخَوَاتُكُمْ مِنَ الرَّضَاعَةِ “… Sizi emziren sütanneleriniz ve süt bacılarınız size haram kılındı…” (en-Nisa sûresi, 23. âyet) İmam el-Buhari ve İmam Muslim (rahimehumallah)’ın Aişe (radıyallahu anha)’dan ihraç ettikleri hadiste Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: إِنَّ الرَّضَاعَةَ تُحَرِّمُ مَا يَحْرُمُ مِنَ الْوِلاَدَة “Doğum ile haram olanı sütte muhakkak haram kılar.” Ve İmam el-Buhari (rahimehullah)’ın tahriç ettiği hadiste ibnu Abbas (radıyallahu anhuma) şöyle demiştir: قَالَ النَّبِيُّ صلى الله عليه وسلم فِي بِنْتِ حَمْزَةَ لاَ تَحِلُّ لِي يَحْرُمُ مِنَ الرَّضَاعِ مَا يَحْرُمُ مِنَ النَّسَبِ هِيَ بِنْتُ أَخِي مِنَ الرَّضَاعَة “Nebi (sallallahu aleyhi vesellem) Hamza’nın kızı için “O bana helal değildir. Neseple haram olan sütle de haram olur. O sütkardeşimin kızıdır” buyurdu.” Burada zikri geçen Hamza Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in amcası Hamza bin Abdi’l-Muttalib (radıyallahu anhu)’dur. Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’den iki yaş büyüktü ve ikisini de Ebu Leheb’in hizmetçisi Sevbe emzirmiştir. Dolayısıyla Hamza (radıyallahu anhu) neseben Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in amcasıydı ve süt yoluyla da kardeşiydi. Bunun için de kızı kendisine helal değildi. Sual edilen kişinin durumu da aynen böyledir. Tarık Ebu Abdullah


Makale
Hilafet Mevzusunda Önemli Beş Husus

بسم الله الرحمن الرحيم Birinci Husus: İmamın (halifenin) tensibi icma-i ulema ile Müslümanlara farzdır. Bir topluluğun idaresi iktidar sahibi bir kişide toplanmazsa, topluluğun fertleri arasında anlaşmazlıklar ve bölünmeler kaçınılmazdır. Muhtelif ferdi maslahatları ve toplumun maslahatlarını kendi aralarında ve Allah (azze ve celle)’nin emriyle uyum içinde korumak için nihai söz sahibi bir idare zaruridir. Bu zaruretten ötürü sahabe (radıyallahu anhum) Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in vefatından sonra ümmeti başsız bırakmamak için hemen toplumun imamını belirlemekte acele etmişlerdir. Sahabe (radıyallahu anhum) her ne kadar şahıs hakkında ihtilaf etmişlerse de bir imamın acilen tayin edilmesi gerektiğinde ihtilaf etmemişlerdir ve nihayet İmam Ebu Bekir es-Sıddîk (radıyallahu anhu)’nun imamlığında ittifak etmişlerdir. Bu daha sonra da Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ayak izlerinden çıkmayan beş Râşid Halifenin sünneti olmuştur. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in vefatından sonra üç asır (30 sene) hüküm süren Nebevî hilafette en önemli husus, Nebevî siyasetin korunması ve imamlığın belirlenmesi olmuştur. Bu, onların miras aldıkları Nebevî siyasetin lüzumuydu. Zira İmam Ahmed (rahimehullah)’ın tahriç ettiği hadiste Abdullah bin Amr (radıyallahu anhu) Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu söyler: لَا يَحِلُّ لِثَلَاثَةِ نَفَرٍ يَكُونُونَ بِأَرْضِ فَلَاةٍ إِلَّا أَمَّرُوا عَلَيْهِمْ أَحَدَهُمْ “Yeryüzünün herhangi bir yerinde bulunan üç kişiye, başlarına bir emir tayin etmeden bulunmaları helal değildir.” Ve İmam Muslim (rahimehullah)’ın ibni Ömer (radıyallahu anhuma)’dan tahriç ettiği hadiste Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor: مَنْ مَاتَ وَلَيْسَ فِى عُنُقِهِ بَيْعَةٌ مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً “Biatsiz ölen cahiliye ölümlerden bir ölüm üzere ölmüştür.” Bunun için İslam uleması imamın tensip edilmesini icma ile farzı kifayettir demişlerdir. Ebu’l-Hasan el-Mâverdi (rahimehullah) şöyle der: “İmamı akdetmek icma ile vaciptir.” [1] Muhammed eş-Şirbini el-Hatib (rahimehullah) şöyle der: “İmametin (İmamu’l-Azam’ın) akdedilmesi farzı kifayettir. Nitekim ümmet için dini ikame eden, sünneti muzaffer kılan, mazlumun hakkını zalimden alan, herkes için tüm hakları hikmet ile koruyan bir imamın varlığı zorunludur.” [2] Ebu Abdullah İbnu’l-Ezrak el-Ğırnati (rahimehullah) şöyle der: “Bu şer’î vacibin, yani imamı tensip etmenin hakikati, dini ve din ile dünya siyasetini korumada imamın Şari’yi temsil etmesine döner. Bu niyabeti itibariyle hilafet ve imamlık olarak isimlendirilmiştir. Zira mahlûkatın varlığında maksut yalnız dünya değil dindir.” [3] Ve İmam İbni Teymiyye (rahimehullah) şöyle der: “İslam’daki tüm vilayetlerin (yönetim unsurlarının) gayesi, dinin tamamıyla Allah’ın olması ve Kelimetullah’ın en yüce olmasıdır. Zira Allah (subhanehu ve teâlâ) yaratılışı sadece bunun için yaratmıştır ve kitapları ve Rasûlleri bununla göndermiştir ve Rasûl ve mü’minler bunun için cihad etmişlerdir.” [4] İkinci Husus: İmamın (halifenin) tensip edilmesi acilen vaciptir. Tehir edilmesi caiz değildir. Bunun delili sahabe (radıyallahu anhum) ecmain’in Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in tedfin işlerini tehir edip acilen imam tayin etme ve ona biat etme işlerine girişmiş olmalarıdır. Hafız en-Nevevi (rahimehullah) şöyle diyor: “Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in defin işlerini Pazartesi gününden Salı günün son vakitlerine kadar tehir etmelerin sebebi biat işleriyle meşgul olduklarından dolayıdır. Ta ki teçhiz ve defin işlerinde çıkacak ihtilafları arz edebilecekleri ve emrine itaat edecekleri bir imamları olsun ve böylece tartışmaların ve ihtilafların önüne geçmiş olsunlar. En önemlisi buydu. Allahu Alem.”[5] Ve Ebu Hamid el-Gazali (rahimehullah) şöyle diyor: “Dikkat et! İlk asırda Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in vefatında sahabe nasıl da imamın tensip edilmesinde ve ona biat etmekte acele etmişlerdir. Ve bunun nasıl kesin, hemen ve acilen yerine gelmesi gereken bir farz olduğunu kabul etmişlerdir. Dikkat et! Bu konuda hiç gevşek davranmamışlardır ve geciktirmemişlerdir. Öyle ki bunun için Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in tedfin işlerini dahi terk etmişlerdir. Çünkü onlar şunu iyi biliyorlardı: Bir anlık bile olsa belki imamsız kaldıkları zaman öyle bir felaketle karşılaşacaklar ki veya öyle büyük bir hâdisenin içine girecekler ki görüşler ayrılacak ve itaat ve tabi olunanlara karşı çıkılacak. Bundan ötürü nizam çökecek, birlik bozulacak ve ahkâm yıkılacak. Bunun için hemen bu işe koyuldular ve bunun haricinde hiç bir işin üstünde durmadılar.”[6] Üçüncü Husus: Hilafet emrinin illeti cemaattir. İllet Şari’nin teklifi hükmü irtibatlandırdığı alamettir. Usulcülerin ıstılahında illet Şari’nin hükmü bağladığı munzabıt zahir vasıftır denilir. Fıkıhta şeri hüküm illetle devran eder. İlletin yokluğu hükmün de yokluğunu iktiza eder. Lakin illetin varlığı kendi zatıyla hükmün varlığını veya yokluğunu iktiza etmez. Yani illetin varlığı zatıyla daima hükmün de varlığını gerektirmez. Bilakis şartların oluşması ve manilerin kalkmasıyla varlığı iktiza eder. Lakin illetin yokluğu doğrudan hükmün de yokluğunu gerektirir. Mesela vaktin girmesi namazın farz olmasına sebeptir (illettir). Vakit girmediği müddetçe namaz farz olmaz. Lakin vaktin girmesi kendi zatıyla zorunlu olarak her mükellefe vaktin namazını farz kılmaz. Çünkü bazı maniler vaktin namazını mükellefe farz olmaktan engelleyebilir. Mesela hayız gibi. Veya bazı şartların oluşmamış olması bazı fertlere namazı farz yapmaz. Mesela buluğa girmemiş olmak gibi. Konumuz olan imamlığa (hilafete) gelince teklifi hükmü farzı kifayedir ve Şari tarafından irtibatlandırılan alamet, yani illeti cemaatin varlığıdır. İmam Ahmed (rahimehullah)’ın tahriç ettiği hadiste Abdullah bin Amr (radıyallahu anhu) Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu söylüyor: لَا يَحِلُّ لِثَلَاثَةِ نَفَرٍ يَكُونُونَ بِأَرْضِ فَلَاةٍ إِلَّا أَمَّرُوا عَلَيْهِمْ أَحَدَهُمْ “Yeryüzünün herhangi bir yerinde bulunan üç kişiye, başlarına bir emir tayin etmeden bulunmaları helal değildir.” Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) emîr tayin etme emrini üç ve fazla kişinin beraberliğine, yani cemaatin varlığına bağlamıştır. Eş-Şevkani (rahimehullah) şöyle der: “Herhangi bir yerde veya seferde olan üç kişiye (emîrliğin) emredilmiş olması, köy ve şehir halkı gibi sayıları çok daha fazla olanlar ve aralarında zulümlerin def edilmesine ve husumetlerin giderilmesine çok daha fazla ihtiyaç olanlar için emredilmiş olmasını daha evlasıyla gerektirir. Bunun için burada Müslümanlara imamlar, valiler ve idareciler tensip etmek vaciptir diyenler için delil vardır.”[7] Binaen aleyh, İslam cemaatine imamlığı (halifeyi) tensip etmek elbette acilen vaciptir. Zira illeti (cemaat) mevcuttur. Lakin mücerret illetin varlığı zatıyla kayıtsız ve şartsız şeri hükmün de varlığını gerektirmez. Bilakis şartların oluşmuş olmaları ve manilerin kalkmış olmaları muhakkak muteberdir. Eğer şartlar oluşmamışsa veya maniler varsa o zaman İslam cemaati acilen şartları oluşturmakla veya manileri gidermekle mükelleftir. Dördüncü Husus: İslam devletinin (hilafetin) esasi vasfı temkin ve şevkettir. Devletin hakikati devlet sahibinin (halifenin) siyasete temkinidir, yani güç ve şevkete sahip olmasıdır. Bu temkini ya Müslüman halktan ve halkın önderlerinden aldığı destekle elde eder. Bu asıl olandır. Veya zorla elde eder. Bu ârızi ve ancak zaruret halinde muteberdir. Her haliyle şeriatın icrası için, topluluğun bütünlüğünü ve maslahatlarını korumak için ve düşmanları defetmek için temkin sahibi olma zorundadır. Bunun için imamlığın (hilafetin) tanımında aranan en esasi sıfat temkindir. Şu ayetler buna delildir: الَّذِينَ إِنْ مَكَّنَّاهُمْ فِي الْأَرْضِ أَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ وَأَمَرُوا بِالْمَعْرُوفِ وَنَهَوْا عَنِ الْمُنْكَرِ “Onlar ki, eğer kendilerine yeryüzünde temkin verirsek (iktidar mevkiine getirirsek) namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederler ve kötülüğü yasaklarlar.” [8] Bu ayet-i kerimede, yeryüzünde dinin aslına ve teferruatına ilişkin tüm hükümlerin infazı için güç ve otoritenin, yani temkinin şart olduğuna açık işaret vardır. Bunun için âlimlerden bazıları, “onlar” râşid halifelerden Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’dir demişlerdir. Çünkü الذين “onlar” bir önceki ayete “Onlar “Rabbimiz Allah'tır” demelerinden başka bir sebep olmaksızın haksız yere yurtlarından çıkarıldılar”, yani muhacirlere dönüyor, demişlerdir. Muhacirlerin arasından da halife olmuş olan sadece dört tane vardır; bunlar da Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali (radıyallahu anhum)’durlar. وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُولَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ “Sizden iman edip salih ameller işleyenlere Allah şöyle va’d buyurdu: Kasem olsun ki onlardan evvelkileri istihlaf ettiği (hâkim kıldığı) gibi onları da yeryüzünde muhakkak istihlaf edecek (hâkim kılacak) ve elbette onlara kendileri için razı olduğu dinleri için temkin (icra kudreti) verecek ve elbette onları korkularının ardından güvene erdirecektir. Hakkımda hiç bir şeyi şerik koşmayarak hep Bana ibadet edecekler (etsinler). Kim de bundan sonra küfranda bulunursa artık onlar hep fasıklardır.” [9] Allah (subhanehu ve teâlâ) bu ayet-i kerimede yeryüzünde istihlafı (egemen olmayı) tanımlarken İslam Dini’ni icra edebilmek için temkin ile tanımlamıştır. Kendilerinde ve çevrelerinde tevhidi ikame ederek, şirki izale ederek ve İslam şiarlarını zahir kılarak güvene kavuşacaklarını va’d buyurmuştur. Lakin bunun için arza galip ve egemen olmak (istihlaf) elzemdir. Binaen aleyh devletin tanımında en esasi unsur, güç ve egemenliktir. Beşinci Husus: Hilafet zatında maksat değildir, maksada vesiledir. Şeri hükümler kendi zatında matlup olan maksatlar ve kendisinden gayrisi için matlup olan vesileler olarak taksim edilir. İmamlık (hilafet) icma-i ulema ile vacip olmasına rağmen ikâme edilmesi nasslarda emir sığasıyla tasrih edilmemiştir. Yani imam olun veya imamlığı oluşturun, hilafeti ikâme edin gibi açık bir emir Kur’an ve Sünnet’te geçmiyor. Ulema hilafetin vacipliğini yukarıda zikri geçen Abdullah bin Amr hadisinden ve emîre itaati emreden ayet ve hadislerden ve Nebevî siyasetten istinbât etmişlerdir. Hilafetin zatında açık emredilmemiş olması zatında maksud olmadığındandır. Bilakis maksuda vesile olmasındandır. Şüphesiz imamlığın (hilafetin) önemi çok büyüktür. Bundan ötürü onu en önemli vesile olarak kabul etmemiz muhakkak mümkündür. Lakin bu durum onu yine de zatında gaye olmayan bilakis kendisi haricinde maksatların tahakkuk etmesine hizmet eden bir vesile olmaktan çıkarmaz. Bazı bidat fırkaların hilafına Ehli Sünnet’e göre devlet idaresi imanî bir mesele değildir. Bilakis şeri maslahatlardandır ve ehemmiyeti vesile olduğu maksatlara tabidir. İslam Devleti’nin veya hilafetin konumu “bir vacibin itmamı için zorunlu olan da vaciptir” kaidesine tabidir. İzzuddin bin Abdusselam (rahimehullah) şöyle der: “Şüphesiz ki kadıların ve valilerin tensip edilmesi umumi ve hususi maslahatların celbi için vesiledir.”[10] [1] El-Ahkâmu’s-Sultaniyye, sayfa 29. (Dar-u’kutubi’l-arabi, ikinci baskı h.1415) [2] Muğni’l-Muhtaç, cüz 4, sayfa 229. (Daru’l-Fikr baskısı) [3] Bedeiu’silk fi tabaii’l-mulk, cüz 1, sayfa 71. (Vizaratu’l-İlam, İrak, birinci baskı) [4] Mecmuatu’l-fetava, cüz 28, sayfa 38. (Daru’l-Vefa, birinci baskı h.1418) [5] Şerhu’n-Nevevi ala Muslim 7/36. Daru İbnu’l-Heysem baskısı m.2003 [6] Fedâihu’l-Bâtiniyye 171. Muessesetu Dari’l-Kutubi’s-Sekafiyye baskısı [7] Neylu’l-Evtâr 8/294. Daru’l-Marife, birinci baskı h.1423 [8] El-Hac 41 [9] En-Nur 55 [10] Kavâidu’l-Ahkâm fi Mesâlihi’l-Enam 1/50. Daru’l-Mearif baskısı Tarık Ebu Abdullah


Soru - Cevap
Kadının Namazı Erkeğin Namazı Gibi midir?

SORU Selamun aleykum, kadın namazda tekbir alırken, ellerini bağlarken ve otururken farkı var mıdır? CEVAP Ve aleykumusselam ve rahmetullah. بسم الله الرحمن الرحيم، الحمد لله رب العالمين، والصلاة والسلام على رسولنا محمد وعلى آله وصحبه أجمعين 4 mezheb fakihleri (rahimehumullah) namazın sünnet olan bazı şekillerinden farklı olarak kadın için, tesettürüne daha uygun olan, kendisini toplu yapan ve daha çok kapatan şekilleri müstehab görmüşlerdir. Buna binaen şunları zikretmişlerdir: Kadın, rukû’ ederken az eğilir, sırtını düz yapmaz ve dirseklerini yanlarına bitiştirir. Secdede pazılarını yanlarına, karnını uyluklarına, uyluklarını da baldırlarına yapıştırır. Otururken iki ayağını sağ tarafa doğru yatırarak ve mümkün olduğu kadar bacaklarını birbirine yakınlaştırarak sol kalçası üzerine oturur. Ya da sağ ayağının altını sol uyluğunun altına koyarak sağ kalçası üzerine oturur. Erkekler gibi sağ ayağını dikip sol ayağını yatırarak üzerine oturmaz ve yine teverrük oturuşu yapmaz. Yine en başta belirttiğimiz asla binaen kimi fakihler, kadının rukû’da dizlerini hafifçe bükmesini, secdede kollarını yere koymasını ve başka şekiller zikretmişlerdir. Sahabeden Ali, İbn Ömer, Âişe ve Ömer’in karısı Safiyye (radiyallahu anhum)’dan ve selef’ten bazılarından, kadınların erkeklerden farklı şekillerde namaz kılmasını ifade eden fiili ve sözlü birçok rivayet gelmiştir. Bu rivayetlerin geçtiği yerler: Musannef İbn Ebî Şeybe (1/242), Musannef Abdirrezzâk 3/138, Sünenu’l-Beyhakî el-Kubrâ (2/222), Fethu’l-Bârî; İbn Receb el-Hanbelî (7/299) Kimi alimler ise namazın bütün şekillerinde kadının erkek gibi olduğunu, tıpkı erkeğin namaz kıldığı gibi namaz kılacağını, aralarında hiçbir farkın bulunmadığını söylemişlerdir. Çünkü Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Beni nasıl namaz kılıyor olarak gördüyseniz öylece namaz kılın.” (Buhârî) Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bu emri kadınları da kapsar. Genel bir kaide olarak; asıl olan, erkekler için sabit olan hükümlerin kadınlar hakkında da geçerli olmasıdır, ancak sabit bir delilin o hükmün erkeğe veya kadına has olduğuna, erkek ve kadının ayrıldığına delalet etmesi durumu ise bundan müstesnadır. Binâen aleyh; namazın sünnetleri erkekler gibi kadınlar için de geçerlidir ve kadının bu sünnetlerin bazısından istisna edildiğine dair sabit bir delil yoktur. Beyhakî (rahimehullah) “Sünen-i Kubrâ”sında (2/222), secdede ve oturmada kadını erkekten ayırdığını ifade eden Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e nisbet edilerek gelmiş iki hadisin rivayet edildiğini ve bunların zayıf olup delil olamayacağını söylemiştir. Bu iki rivayetten sonra Beyhakî, yine Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e dayandırılan başka bir hadis zikretmiş ve bunun munkatı’ (ya da mürsel, yani zayıf) olduğunu belirtmiştir. Bu son hadisi Ebu Davud da (rahimehullah) “el-Merâsîl” adlı eserinde rivayet etmiştir. Yine alimler, sahabeden gelen rivayetlerin de zayıf olduğunu söylemişlerdir. Buhârî (rahimehullah) şöyle demiştir: “Ummu’d-Derdâ (rahimehullah) 1 namazda erkeğin oturduğu gibi otururdu. Fakîhe biri idi.” Kurtubî (rahimehullah) Bakara süresi 43. ayetin tefsirinde İmam Malik’in (rahimehullah), namazda kadının erkek gibi olup ona muhalefet etmeyeceğini söylediğini nakletmiştir. Ancak İmam Malik’ten bunun aksine de rivayet bulunmaktadır! Sonuç olarak diyebiliriz ki; En başta da belirttiğimiz gibi kadının erkekten farklı şekillerde namaz kılmasının müstehab görülmesine neden, tesettürüne daha uygun olması, kendisini daha çok kapatmasıdır. Kadın zaten genellikle evinde ya da kadınların veya mahremlerinin bulunduğu yerlerde namaz kılmaktadır. Hem kadının evinde namaz kılması daha faziletlidir. Ve konuya dair Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’den ve ashabından gelen rivayetler zayıftır. Dolayısıyla kadının, yabancı erkeklerin kendisini görmediği yerlerde erkeğin kıldığı gibi namaz kılması doğru olandır. Ama erkeklerin kendisini görebileceği yerlerde, mesela bazı mescid/camilerde, piknik alanlarında, tarlalarda ise, -içlerinde mezheb imamlarının da bulunduğu- seleften bazılarının müstehab gördüğü şekillerde namazını kılabilir. Allahu A’lem. Ve’l-hamdu lillâhi Rabbi’l-âlemîn. 1- Ebu’d-Derdâ (radiyallahu anh)’ın iki karısı vardı. Büyük olanı sahâbî Ummu’d-Derdâ, küçük olanı ise tâbiînden olan Ummu’d-Derdâ idi. Buhârî’nin sözündeki Ummu’d-Derdâ her ikisine de ihtimallidir. Allahu A’lem. Ömer Faruk


Makale
Günümüzde Cihadın Farz-ı Ayn Olması Ne Demektir ?

بسم الله الرحمن الرحيم، الحمد لله رب العالمين، والصلاة والسلام على رسولنا محمد وعلى آله وصحبه أجمعين Alim, Mücahid, Şehid Şeyh Atiyyetullah el-Lîbî’ye (Allah şehadetini kabul etsin) günümüzde cihadın farz-ı ayn olmasının ne anlama geldiğine dair sorulan bir soru ve buna verdiği cevap: (Ara Not: Şeyh’in sözleri arasında atılan dipnotlar, O’nun bu konuda kendisine yöneltilen başka sorulara verdiği cevaplardan -mana olarak- alıntılanmıştır.) Soru: Değerli Şeyhimiz! Malla, mücahidin ailesine nafaka vererek ve başka şekillerde bakmakla olan cihad, Müslümandan bedenle olan cihad farzını düşürür mü? Allah sizi hayırla mükâfatlandırsın. Cevap: Bütün hamdler Allah’a (celle celâluh) mahsustur… (Aslen) beden ile cihadın insana farz-ı ayn olması halinde mücahidin ailesine bakmak yeterli gelmez/kişiden farz mükellefiyetini düşürmez. Lakin biz bugün muasır durumumuz hakkında deriz ki: “Her bir müslümana farz olan kafileye katılmasıdır.  Yani Allah’ın (celle celâluh) kendi yolunda cihad etme emrine icabet etmesi, cihad kafilesine katılması ve kendisinden istenileni yapmaya hazır olmasıdır, ta ki ümmetimize; o’nun dinine, topraklarına, malına-mülküne saldıran düşmanı def etmeye yeterlilik oluşuncaya kadar. Hiç şüphe yok ki kâfir düşman, Müslümanların beldelerine yerleşmiş durumda; Yahudiler bir taraftan, Hristiyanlar başka taraflardan, mürtedler başka taraflardan. Dolayısıyla bunlar def edilinceye kadar bunlara karşı cihad etmek Müslümanlara farzdır.  Bugün her bir kimseye bu noktada çalışması/çaba sarfetmesi farzdır. Bu, Şeyh Abdullah Azzâm’ın (rahimehullah) “kafileye katılma” ifadesiyle tabir ettiği şeydir. Kim bunu yapmazsa o kimse günahkârdır, Allah’a (celle celâluh) isyan eden biridir, hatta büyük günahlardan bir günahı işleyen biridir. Bunda hiçbir şüphe yoktur. Allah (celle celâluh) şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Size ne oldu da size “Allah yolunda cihada çıkın” denildiğinde yere çakıldınız (dünyaya meyledip cihadın zorluklarına katlanmadınız.) Yoksa ahireti bırakıp dünya (pek alçak olan) hayat’a mı razı oldunuz? Halbuki ahiretin yanında dünya hayat’ın menfaati çok azdır. Eğer cihada çıkmazsanız size elim bir azapla azap eder, (sizi helak edip) yerinize (sizden daha hayırlı) bir topluluk getirir ve O’na hiçbir zarar da veremezsiniz. Allah her şeye kadirdir.” (Tevbe 38-39) “De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret ve hoşnut olduğunuz meskenler (ev, vatan) size Allah'tan, Rasûlünden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise o zaman Allah emrini (dünya veya ahiretteki cezasını) getirinceye kadar bekleyedurun! Allah fâsıklar topluluğunu (ailesini, çocuklarını, sevdiklerini, vatanını, rahatını, dünya metaını tercih edip de cihad etmeyen ve böylece itaatinden çıkanları) hidayete erdirmez." (Tevbe 24) Dedik ki: “…kendisinden istenileni yapmaya hazır olmasıdır” Peki her bir kimse kendisinden istenileni nasıl bilecek? Bunun cevabı şudur: Bunda aslolan, bu konuda kişinin emir sahiplerine müracaat etmesidir. Bu kimseler, mücahidlerin güvenilir komutanlarıdır ve keza güvenilir âlimlerdir. Şayet bunlar kişiye: “Sen savaş meydanında olur, silah taşırsın” derlerse bunu yapar. Veya o’na siyasî ve medya yayın çalışmasını veya (tevhid ve cihada) davet çalışmasını veya iktisâdî/malî çalışmayı o’na emrederlerse, ya da o’na gidip cihad ve mücahidler için zaruri olan ilmi tahsil etmesini emrederlerse veya bunların dışında başka bir şey emrederlerse bunu yapar. İşte bununla zimmeti (cihad farzından) beri olmuş, cihad kafilesine katılmış ve Allah yolunda cihad eden biri olmuş olur. Fakat bir kimse kendisinden istenileni kendisi bilen biriyse, mesela Müslümanların durumlarını, hallerini, kendisi gibi olanlara ve başkalarına bu noktada vacip olan işlerin ayrıntılarını bilmeye ehil olan (bunları iyi bilen) kimselerden ise, bu kimse, içinde bulunup gayret sarfetmesi gereken yer olduğu, kapatması gereken açıklık/boşluk olduğu kendisi için açığa çıkmış olanla amel eder (o işi yapar.) Malum olduğu üzere mücahitler süresi uzun bir cihad içindeler. Bu cihad birkaç saat veya birkaç gün sürüp bitecek bir savaş değildir. Bilakis bu, senelerce sürecek bir amel ve çabadır. Ve mücahidlerin aileleri ve maişetleri var. Bu sebeple mücahitler, bazı adamlarını diğerlerinin ailelerine, geçimlerini kendisiyle sağladıkları mal-mülklerine v.s. bakmaları için yönlendirdikleri zaman bu, zikrettiğimiz şeyin kapsamına girer; Allah yolunda cihaddan sayılır ve Allah yolunda cihad eden kimsenin yerine bakan kişi Allah yolunda cihad eden kişi gibi olur, inşaallah ecir ikisine de verilir. Sorunun aslına dönüyor ve diyorum ki: Allah yolunda cihad eden kimsenin yerine o’nun ailesine bakan kişi eğer ki bunu emir sahiplerinin emrine, onların yönlendirmesine veya bunun yerine geçen ‘ilim ehlinin bakışına’, yani istek/arzu ve heva üzere olan bir bakış değil, dine bakışa (İslam’ın ve Müslümanların maslahatını ölçü alarak yaptığı bakışa) binaen yaparsa bu, zikrettiğimiz şeyin kapsamına girer (yani cihattandır.)  Ancak, Allah yolunda cihad edenin yerine bakan kimse eğer ki bunu ne mücahitlerin komutasının, cihad sahiplerinin emriyle ne de bu konuda kendisinden emin olunan (Allah’ın hükmünü eğip çevirmeden söyleyecek) güvenilir âlimlerin emriyle, onların dînî maslahata bakışıyla yapmayıp sadece nefsi bu işe meylettiği, rahatı istediği, Allah yolunda beden ile cihad etme mükellefiyetinden kurtulmaya çalışmak için yapıyorsa bununla zimmeti beri olmaz, farziyet o’ndan düşmez. Bu kimse tehlike üzerindedir. Örneğin; elektrik mühendisi, irtibat alanında uzman, dalında usta olan bir adama ve o’nun gibilerine mücahitlerin çok ihtiyacı varsa, ihtiyaç duyulduğu için mücahitler o’ndan ve o’nun gibilerinden savaş sahalarına gelmelerini talep ediyorlarsa ve bu mühendis adam da gelip: “Benim yanımda komşum var. Komşumuzun oğlu cihada gitti. Ben o’nun yerine ailesine bakıyorum. Bu bana yeter” derse o’na deriz ki: Hata ettin, kötü yaptın. Bu işi senin dışındaki birinin de kolaylıkla yerine getirmesi mümkün. Zimmetinin bununla beri olduğuna inanmıyoruz. Bilakis zimmetin cihada çıkma farzıyla meşguldür. Tevbe suresinin ayetlerinde geçtiği üzere senin, sana farz olan cihadı terk etme günahını işleyen biri olmandan korkuyoruz. Ve Allah’ın (celle celâluh), sana nasıl geleceğini bilmediğimiz, sadece O’nun bildiği bir ceza ile seni cezalandırmasından korkuyoruz. Sen büyük bir tehlike üzeresin. Allah (celle celâluhu), durumu bu şekilde olan kimseleri ceza ile tehdid etmektedir. Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh! Şehid Şeyh Yusuf el-Uyeyrî (Allah şehadetini kabul etsin): Soru: Susan kişi mazur mudur? Cevap: Vallahi mazur değildir, ta ki mazlum kardeşine yardım edinceye, onu (tehlikeye) teslim etmeyinceye ve onu yardımsız bırakmayıncaya kadar! Nitekim bu, Buhârî, Muslim ve Tirmizî’nin -ki lafız O’nundur- rivayetlerinde Ebu Hureyre’den (radiyallahu anh) gelmiştir. O şöyle demiştir: “Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle söylemiştir: “Müslüman Müslümanın kardeşidir. O’na ihanet etmez, o’na yalan söylemez ve onu yardımsız bırakmaz. Her Müslümanın ırzı, malı ve kanı Müslümana haramdır. (Göğsüne işaret ederek) Takva işte buradadır. Kişiye şer/kötü ahlaklar içerisinden Müslüman kardeşini küçümsemesi yeter.” Muslim’in rivayetinde ise şöyle geçer: “…O’na zulmetmez, o’nu yardımsız bırakmaz ve o’nu küçümsemez.” Sen ey mümin! Bulunduğun yere/durumuna bak, amelini belirle ve güç yetirdiğin kadarıyla hemen cihad’a giriş. Korku mücahitler için değil. Korku vallahi senin içindir, sana Allah Teâlâ’nın şu sözüyle sakındırdığı azabın isabet etmesindendir: (Tevbe 24. Bu ayet yukarıda geçti.) Şüphe yok ki sen Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şu hadisinde açıkladığı yollardan herhangi biri ile mücahitlere yardım etmeye kadirsin. Ebu Dâvûd ve Ahmed’in rivayet ettiği Enes (radiyallahu anh)’dan gelen hadisinde şöyle buyurmuştur: “Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad edin.” Sen ey Müslüman! Fasıklıktan ve Allah’ın tehdidinden kurtulaman için hiç şüphe yok ki kafirlere karşı ya canınla ya malınla ya da dilinle cihad etmeye kadirsin. Şöyle diyebilirsin: “Ben canımla cihad etmekten şer’an mazurum. Benim kendisiyle cihad edeceğim hiç malım yok. Ve bende ilim de yok ki Müslümanlar topluluğu arasında konuşabileyim.” Sana deriz ki: Can ile cihad etmekten mazur olanlardan isen o halde müminleri savaşa çıkmaya teşvik et. Eğer bir mala sahip değilsen o zaman mücahiler için iyilikte bulunanlardan mal topla. Veya malı, mücahitlere ulaştıracak kimselere vermeye teşvik et. Şayet konuşamıyorsan hiç şüphe yok ki ilim ehlinin sözlerini, kitaplarını, ses ve video kayıtlarını özel kişiler ve avam arasında yayabilirsin. Yine mücahidlerin haberlerini yayabilir ve onların itibarlarını savunabilirsin. Her Müslümanın kendisi ile cihad etmeye güç yetirebilieceği yollar gerçekten çoktur. Sadece sukut etmeye razı olan kimseye gelince; Muhakkak ki Allah Teâlâ bu kimse ve benzerleri için şöyle diyor: “Şayet (Allah’a ve Rasûlüne itaatten) yüz çevirirseniz (sizi) sizden başka bir toplulukla değiştirir (yerinize başkalarını getirir.) Sonra onlar (itaat konusunda) sizin gibi olmazlar.” (Muhammed 38) Allah (subhânehû ve teâlâ), şu günlere benzer zamanlarda susan kimseyi, Ebu Dâvûd ve Ahmed’in -ki lafız O’nundur- rivayetlerinde gelen ceza ile tehdid etmiştir. Ensar’dan Cabir b. Abdillah ve Ebu Talha b. Sehl (radiyallahu anhuma)’dan şöyle dedikleri nakledilmiştir: “Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle söylemiştir: “Müslüman birini saygınlığının çiğnendiği ve onurunun düşürüldüğü bir yerde yardımsız bırakan hiç kimse yoktur ki muhakkak Allah onu, kendisine yardım edilmesini istediği bir yerde yardımsız bırakır. Müslüman birine onurunun düşürüldüğü ve saygınlığının çiğnendiği bir yerde yardım eden hiç kimse yoktur ki muhakkak Allah ona, (dünyada ve ahirette) kendisine yardım edilmesini istediği bir yerde yardım eder.” Kafirlerin Müslümanlara yaptıkları/onlarla savaşması karşısında sadece susmak ve bu kafirlere zarar vermekten geri durmak -her ne kadar birçokları bunu bile yapamasalar da- vallahi bu yardım etmek değildr. Yardım etmek vaciptir. Eğer yardım can ile gerçekleşemiyorsa, maldan, konuşmak ve yazmaktan, dua etmekten, desteklemekten, onların doğru haberlerini yaymaktan, niyetleri/azimleri ve maneviyatları yükseltmekten, imanı ve yakini güçlendirmekten, kim olurlarsa olsunlar müminlere dostluk gösterme ve kim olurlarsa olsunlar kafirlerden beri olma akidesini oturtmaktan, dine, cihada ve mücahitlere yardım için her vesileyi -ki bu vesilelerden biri de bağlantılar, kanallar, bilgisayarlar, internet gibi günümüz araçlarıdır kullanmaktan daha da azı yoktur. (Şeyh Yusuf’un bu sözleri, “Tesâulât Havle’l-Harbi’s-Salîbiyyeti’l-Cedîde” isimli kitabından alınmıştır.) Şeyh Atiyetullah El Libi rahimullah Ve’l-hamdu lillâhi Rabbi’l-âlemîn.


Haber Özeti


Filistinli bebekleri ve çocukları öldürmekle övünen bir işgalci İsrail askeri!
“Bebek arıyoruz ama bebek kalmadı. 12 yaşında bir kızı öldürdüm ama bebek arıyoruz…”

  • 7 ay önce

Gece saatlerinde işgal güçleri Batı Şeria’daki Ramallah, Cenin, El Halil ve Tulkarime bölgelerine baskınlar düzenledi.

  • 7 ay önce

Hamas, İran Devrim Muhafızları sözcüsünün “Aksa Tufanı, Süleymani’nin öldürülmesine bir tepkiydi” açıklamasını resmi Beyan ile reddetti:

“Hamas İslami Direniş Hareketi olarak, İslam Devrimi Muhafızları Sözcüsü Tuğgeneral Ramazan Şerif’in, Aksa Tufanı operasyonu ve gerekçelerine ilişkin yaptığı açıklamalarının doğruluğunu reddediyoruz.

Mescid-i Aksa’ya yönelik tehditler ve tehlikeler başta olmak üzere, Aksa Tufanı operasyonunun gerekçelerini defalarca vurguladık.

Filistin Direnişinin, gerçekleştirdiği bütün eylemlerin ve operasyonların yalnızca Siyonist işgalin varlığına, halkımıza ve kutsal değerlerimize yönelik devam eden saldırganlığına tepki olarak gerçekleştiğini yeniden ifade ediyoruz.

Hamas İslami Direniş Hareketi
27.12.2023″

  • 7 ay önce

Allah düşmanı Yahudilerin aralıksız saldırdığı Gazze’de, İslam ümmetinin çocukları bir lokma yemeği bulamıyor. İslam ümmeti ise “Noel kutlamanın caiz olup olmadığını” tartışıyor!!

  • 7 ay önce

﴾Rahmân, bir çocuk edindi” dediler.
Gerçekten siz, pek çirkin bir şey ortaya attınız.
Öyle ki, bu iddianın dehşetinden neredeyse, gök paramparça olacak, yer yarılacak ve dağlar yıkılıp gidecekti…
Rahmân’a çocuk isnad ettiler diye!
Halbuki çocuk edinmek Rahmân’ın şânına yakışmaz﴿

🎙️ Abdullah Kemeli

📜 Meryem, 88-9

  • 7 ay önce

Fethu’l-Mubin operasyon odası topçuları, Halep’in batısındaki 46. Alay cephesinde rejime ait 14.5 mm’lik ağır makineli otomatik tüfeği “B9” füzeleriyle hedef alarak mürettebatıyla birlikte imha etti.

  • 7 ay önce

Rus işgal uçaklarının İdlib’in batısındaki Armanaz beldesini hedef alması sonucu bir aileden (karı, koca ve 3 çocuk) oluşan 6 sivil hayatını kaybetti.

  • 7 ay önce

Eş-Şebab Mücahidlerinin son 2 gün içinde gerçekleştirdiği operasyonlarında 102 Somali Özel Kuvvetleri ve müttefik kuvvet milisi öldürüldü ve yaralandı.

  • 7 ay önce

🚨 Hindistan Yeni Delhi Eyalet polisi, İsrail büyükelçiliği yakınında bir patlama meydana geldiğini bildirdi.

İsrail Dışişleri Bakanlığı, patlamanın büyükelçiliğin 100 metre uzağında meydana geldiğini açıkladı.

Herhangi bir kayıp bildirilmedi.‌‌

  • 7 ay önce

Hamas’a karşı savaşı kaybettik. Zafer ancak Netanyahu’nun istifa etmesiyle elde edilebilir.‌

  • 7 ay önce

Kassam Tugayları Gazze’den Askalan’a roket saldırıları başlattı.

  • 7 ay önce

Miğferinde Yunan bayrağı taşıyan bir işgal askeri, Gazze’de çocuklar da dahil olmak üzere Filistinli sivilleri esir alıyor!

  • 7 ay önce

Eski İsrail Genelkurmay Başkanı Dan Halutz:

Hamas’a karşı savaşı kaybettik. Zafer ancak Netanyahu’nun istifa etmesiyle elde edilebilir.‌‌

  • 7 ay önce

Rus Donanması Karadeniz Filosunun savaşın başlangıcından bu yana büyük kayıpları.

Rusya, Bugün Ropucha sınıfı çıkarma gemisi Novocherkassk’ı da kaybetti.

  • 7 ay önce

Kassam Tugayları işgal ordusuna ait bir tankı yakın mesafeden ‘Yasin-105’ füzesiyle imha ediyor:

  • 7 ay önce

SONDAKİKA

Hindistan Yeni Delhi Eyalet polisi, İsrail büyükelçiliği yakınında bir patlama meydana geldiğini bildirdi.

İsrail Dışişleri Bakanlığı, patlamanın büyükelçiliğin 100 metre uzağında meydana geldiğini açıkladı.

Herhangi bir kayıp bildirilmedi.‌‌

  • 7 ay önce

BBC:İngiltere, HMS Trent savaş gemisini Venezuela ile gerilim yaşayan Guyana’ya gönderdi.

  • 7 ay önce

7 Ekim’den bu yana öldürüldüğü açıklanan işgal askeri ve subay sayısı 489’a, kara harekâtının başlamasından bu yana ölenlerin sayısı ise 156’ya yükseldi.‌‌

  • 7 ay önce

Meğazi kampında şehit sayısı 80’e ulaştı.

  • 7 ay önce

Siyonist işgalcilerin Megazi kampında gerçekleştirdiği katliamda en az 50 sivil şehit oldu!

  • 7 ay önce

Eş-Şebab: Bugün, Eş-Şebab mücahidleri, şiddetli çatışmaların yaşandığı Somali’nin merkezindeki Mudaq eyaletindeki Amara bölgesinde Türkiye tarafından eğitilen Somali özel kuvvetleriyle yedi kez karşı karşıya geldi.

Bu sabah başlayan ve kısa bir süre önce sona eren olayda, aralarında subayların da bulunduğu 50’den fazla özel kuvvet milisi öldürüldü. Düzinelerce yaralının yanı sıra çok sayıda esir, silah ve mühimmat dahil çeşitli ganimetler alındı.

  • 7 ay önce

Beşşar Escobar’ın başarısız narkotik sevkiyatı devam ediyor.

Ürdün sınır muhafızları Suriye topraklarından gelen büyük miktarda uyuşturucunun kaçırılmasına yönelik bir operasyonun engellendiğini duyurdu.

Kaçakçılık operasyonunun engellenmesiyle yarım milyondan fazla Captagon hapı ve 209 avuç dolusu esrar ele geçirildi.

  • 7 ay önce

Al-Mayadeen: “ABD, terör örgütü PKK/YPG’ye Suriye’deki Al-Tanf Üssü’nde insansız hava aracı kullanımı ve helikopter pilotluğu eğitimi veriyor.”

Türkiye’nin değerli müttefiki..

  • 7 ay önce

Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki Cebeliye yakınlarında mücahidler ile işgal ordusu arasında şiddetli çatışmalar yaşanıyor.

  • 7 ay önce

Nablus şehrinde mücahidler ile Siyonist işgal güçleri arasında şiddetli çatışmalar yaşanıyor!

  • 7 ay önce

Rejim subaylarının “Gizemli” ölümleri devam ediyor.

Esed rejimi Tümgenerali Muhammed Hasan Ali’nin, sebebi bilinmeyen bir şekilde öldüğü açıklandı.

  • 7 ay önce

Siyonist rejim, gece saatlerinde Gazze Şeridi’ndeki Hıttin Camisi’ni bombaladı! Aksa Tufanı Harekatının başladığı günden bu yana işgal rejiminin bombalayarak kullanılamaz hale getirdiği cami sayısı 34’e yükseldi.

  • 9 ay önce

Esed milislerinin bugün işledikleri katliama misilleme olarak, Tahriru’ş-Şam güney İdlib Telminnes kasabasında bulunan Esed çetelerinin ait mühimmat deposunu imha ediyor.

  • 9 ay önce

Tahriruş-Şam, bugün Batı İdlib’de çadır yerleşmelerin bombalamasına misilleme olarak, Hama kırsalına bağlı Sukaylabiye kasabasında bulunan Esed milisleri noktalarını grad füzeleriyle hedef alıyor.

  • 9 ay önce

Esed rejimi milislerinin, batı Halep’ te Tavvama civarında çadır yerleşim yerlerini bombalaması sonucu, 3 sivil yaralandı.

  • 9 ay önce

Fethul-Mubin Operasyon Odasına bağlı Topçu birliği, kurtarılmış bölgelerdeki sivillerin hedef alınmasına karşılık olarak, batı Halep kırsalındaki 46. Tugay ve Ancara ekseninde bulunan Esed çetelerinin karargahlarını hedef alıyor.

  • 9 ay önce

Rus savaş uçakları, batı İdlib Cisr eş-Şuğur kırsalında Hamame köyünün çevresindeki çadır yerleşim yerlerini bombalaması sonucu, siviller arasında geneli çocuklardan oluşan 6 şehit ve çok sayıda yaralılar var.

  • 9 ay önce

Fethu’l Mubin operasyon odasına bağlı topçu birlikleri, #Lazkiye’nin kuzey kırsalındaki #CebelEbuAli eksenindeki Esed milislerinin mevzilerini 120 mm lik havan toplarıyla hedef alıyor.

  • 9 ay önce

Gazze’ye gelen yardımlar arasında erkek, kadın ve çocuklar için kefenlerin olduğu görüldü.Filistinli gazeteciler, kefenleri ”Ölmemizi istiyorlar! Allah Arap ülkelerinin belasını versin!” diyerek paylaştı.

  • 9 ay önce

HTŞ’ye bağlı keskin nişancı birlikleri İdlib’in güneyindeki Maarat Muhas ve Bureyc cephesinde rejim milislerinden 2 kişiyi etkisiz hale getirdi.

  • 9 ay önce

Biden’ın Kongre’den ek harcama talebi Ukrayna için 60 milyar dolar, İsrail için 14 milyar dolar olacak – Reuters.

  • 9 ay önce

#SonDakika #DoğuAfrika#Somali’nin başkenti Mogadişu’da Ulusal Tiyatro ile Godka Jilacow istihbarat hapishanesi arasındaki bir restoranın bombalı saldırı ile hedef alındığı bildirildi. Büyük ihtimalle Eş-Şebab geniş çaplı bir operasyon icra ediyor.

  • 9 ay önce

El Kaide merkezi liderliğinin yakında yayın yapması bekleniyor.

  • 9 ay önce

Orta Somalinin Hiran eyaletindeki Bolobardi kentinde Eş Şebab Mücahitlerinin kurduğu iki pusuda çok sayıda hükümet milisi öldürüldü, 5 kişi de yaralandı.

  • 10 ay önce

Fethu’l Mubin operasyon odası, Özgürleştirilmiş bölgelerin hedef alınmasına karşılık #idlib’in doğu kırsalındaki #serakib şehrindeki Esed militanlarını #Zuem füzeleriyle doğrudan hedef aldı.

  • 10 ay önce

Özgürlerştirilmiş bölgelerin hedef alınmasına karşılık Fethu’l Mubin operasyon odası topçuları, #Lazkiye’nin kuzey kırsalındaki #Keseb şehrini doğrudan hedef aldı. Esed milisleri safında ölülerin ve yaralıların olduğu doğrulandı.

  • 10 ay önce

Perşembe akşamı İdlib’in batı kırsalındaki Deyr Osman bölgesinde büyük bir orman yangını çıktı.

Beyaz Miğferler, 9 saatlik çalışmanın ardından İdlib’in batısındaki orman yangınlarını söndürdü.
Sivil Savunma: 9 saatten fazla aralıksız çalışmanın ardından ekiplerimiz orman yangınlarını söndürmeyi başardı.

  • 12 ay önce

“Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün, Cuma günüdür”
Cuma günü sünnetleri, Allah subhanehu ve teâlâ muvaffak kılsın.

  • 12 ay önce

İbnu’l Cevzi rahimehullah dedi ki:
“Allah bir kulu için hayr dilerse dilini, Muhammed ﷺ’e salât için kolaylaştırır.”

Bustânu’l Vaizin 1/200

  • 12 ay önce

عن ابن عباس رضي اللَّه عنهما قال: قال رسول اللَّه صلى الله عليه وسلم : “صوموا يوم عاشوراء، وخالفوا فيه اليهود، صوموا قبله يوماً، أو بعده يوم

İbni Abbas’tan (رضي الله عنهما) rivayetle, Rasûlullah ﷺ şöyle buyurdu:

Aşura günü oruç tutun. Bunda yahudilere muhalefet ederek öncesinde bir gün ya da sonrasında bir gün daha oruç tutun.

 Tahavi, şerh Meanil asar II. 78 | İmam Ahmed, el Musned I. 241

  • 12 ay önce

Şeyhu’l-İslâm İbni Teymiyye رَحِمَہُ اللّہُ dedi ki:
Aşure gününün orucu bir yılın günahlarına kefarettir. O günün tek oruç tutulması mekruh sayılmaz.
Fetava Kubrâ, 5/378.

  • 12 ay önce

“Muharrem” hürmet edilen anlamındadır. Bu ay, Peygamber ﷺ tarafından Allah’ın ayı diye nitelendirilmiştir

Müslim, Sıyam, 202; Ebu Davud, Savm 55; Tirmizi, Savm, 40.

Rasûlullah ﷺ bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Ramazan’dan sonra en faziletli oruç, Allah’ın ayı olan Muharrem’de tutulan oruçtur. Farz namazlardan sonra en faziletli namaz da gece namazıdır.”

Müslim, Sıyam, 202-203; Ebu Davud, Savm, 55; Tirmizî, Savm, 40

  • 12 ay önce

Papa’dan LGBT’ye destek!

Papa, İtalyan Giona adındaki bir transseksüelden kendisine “LGBT topluluğu ve eşcinsel evlilikler konusundaki tutumu” hakkında yöneltilen soruyu, “Tanrı bizi olduğumuz gibi seviyor” diye cevapladı!

Ardından Papa, “Tanrı her zaman bizimle birlikte yürür. Günahkâr olsak bile bize yardım etmek için yaklaşır. Tanrı bizi olduğumuz gibi sever. Bu Tanrı’nın çılgın sevgisidir” dedi.

  • 12 ay önce

Mali El-Kaide’si Cemaatu Nusretu’l-İslam ve’l-Müslimin, Mobti eyaletine bağlı Kukura köyünde Mali ordusuna, Şehid Ebu Katade Ensari’nin gerçekleştirdiği şehadet eylemiyle birlikte başlattığı operasyonda 12 milisin öldürüldüğünü, çok sayıda askeri teçhizatın ve ağır silahın ele geçirildiğini bildirdi.

  • 12 ay önce

Haftanın Tespiti: “Tecrübenin Başarısız Oluşu, Değişim Aracının Hatalı Olduğu Anlamına Gelmez”

Yenilgi, hata anlamına gelmez. Nebi ﷺ Uhud savaşında yenilmedi mi? Bu, cihadın bir hata olduğu anlamına mı gelir? Hata nerede? Uygulamada, idarede ya da hareket şeklinde olabilir, ancak cihadın bizzat kendisinde değildir.

Maalesef birçok şeyhe gidip konuştuğunuzda size, ‘daha önce bu yolu denediniz ve yarar sağlamadı’ der. Bunu yanlış bir yolla denedik, uygulama şeklinde hatalar vardı. Yeniden tekrar edilmesi gerekir, defalarca tekrarlanması gerekir; ancak doğru şekliyle ve önceki hatalardan sakınarak.

Size bir soru soracağım: Batı bize karşı yürüttüğü savaşlarında kaç kez yenildi? İki yüz sene sürecinde sekiz haçlı seferi düzenlendi, usandılar mı?Müslümanların beldelerinden
çıkarılmalarından sonra, ‘yeter, Müslümanları çözdük, bunlar yenilmeyen topluluklar. Ne zaman onlara karşı savaştıysak hepsinde mağlup olduk’ mu dediler? Bize karşı yürüttükleri saldırı hamleleri durdu mu? Yoksa tüm bu yenilgilerden sonra yeniden mi geldiler? Bu olanlardan sonra, Napolyon meşhur askeri hamlesini yapmadı mı? Napolyon hamlesinden sonra “sömürge” diye adlandırılan hamleler başlamadı mı?

Niçin küfür her gün bize karşı savaşlarında yeni bir yol deniyor ve ümidini yitirmiyor? Niçin Müslümanlar olarak bizler, bir savaşta yenildiğimizde menhecimizi ve yolumuzu değiştirmek istiyoruz?

 Şeyh Ebû Katade El-Filistini

  • 12 ay önce

İnsanlardan öylesi vardır ki: “Allah’a ve Ahiret Günü’ne iman ettik.” derler. (Hakikatte) iman etmiş değillerdir.
Bakarâ 8

  • 12 ay önce
Yusuf Sûresi’nden Alınacak Bazı Dersler

Bismillahirrahmanirrahim Hamd alemlerin rabbi olan Allah’u Teâlâ’ya, salat ve selam efendimiz Rasûlullah’a, ehli beytine, ashabı kiramına ve yolunu takip eden tüm mü’minlere olsun. Muhterem kardeşlerim, Allah’u Teâlâ’nın, Kur’an-ı Kerim’de bahsettiği her bir Peygamberde ve kıssalarında bizlere çok büyük dersler ve bizlere öğretilecek çok önemli âdaplar bulunmaktadır. Zaten hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim’de anlatılmalarının sebebi de budur. Sizlere Kur’an-ı Kerim’de uzunca anlatılmış çok değerli olan Yusuf (aleyhisselam)’ın kıssasından bazı dersler ve adaplar sunacağım. Bu büyük Peygamber, acılarla ve sıkıntılarla yoğrulmuş, takva, ihlas, sabır, tahammül, iffet, affedicilik, ihsan, kadere rıza ve yüksek ahlak sergilemede zirve yapmış bir Peygamberdir. Salat ve selam ona ve diğer Peygamberlere olsun. Bu değerli Peygamber, küçüklüğünde hased eden kardeşlerinin hışmına uğramış, kuyuya atılmış, anne ve babasından uzaklaştırmak için Mısır’a köle diye satılmış, sonra Mısır azizinin karısının iftirasına maruz kalarak hapiste senelerce yatmış, sonra beraati ortaya çıktıktan sonra cezaevinden çıkarılarak Mısır azizliğine yükseltilmiş, bunca eziyet etmiş olan kardeşlerini ve Mısır azizinin hanımını affetmiş, uzun yıllar gurbet ve hasretten sonra babasına kavuşmuş olan bir Peygamberdir. Yusuf (aleyhisselam) değişik zor imtihanlarla sınanmıştır. Küçücük yaşında kardeşleri tarafından eziyet görmesi, kuyuya atılması. Arkasından Köle diye satılıp gurbet diyarına götürülmesi. Kuyu felaketinden daha büyük olan tecavüze yeltenme iftirasına maruz kalması ve arkasından uzun yıllar hapiste kalmıştır. Acılarla yoğrulmuş, bu acılara sabretmiş ve imtihanı başarıyla kazanmış bir Peygamberdir!. Günümüzde müslümanlar Yusuf (aleyhisselam)’dan sabır, tahammül, edep, iffet, haya, ihlas, fedakarlık, tahammül, ihsan ve kısacası güzel ahlak öğrenmeleri gerekmektedir. Yusuf Sûresinden Alınacak Bazı Dersler Şunlardır: Allah’u Teâlâ ona güzelliğin yarısını vermiştir. Ona rağmen Allah’u Teâlâ güzelliğini övmemiş, güzel ahlakını övmüştür. Buna binaen sen Ey Kardeşim! görünüşün değil, kalbin ve amellerin ile değer kazanırsın!. Güzellik, Yusuf (aleyhisselam)’ı hapse soktu. Hapisten çıkaran ilmi oldu. Hatta ilmi, Mısır’ın maliye bakanı olmasına sebep oldu. Yusuf’un kardeşleri babalarına yüzlerini görmemek ve yalanlarını anlamamak için “Akşamleyin babalarına ağlayarak geldiler.” Buna binaen yanında gözyaşı dökenler seni aldatmasın. Nice zalimler, zulümlerini göz yaşları ile gizlerler!. “Artık (bana düşen) hakkıyla sabretmektir. Anlattığınız karşısında (bana) yardım edecek olan, ancak Allah'tır.” Bu söz Yakup (aleyhisselam)’ın imtihanında ki şiarıydı. İmtihanı onun güzelliğini arttırmıştı. Salihlerde böyleler. Bela ateşi, onların parıltılarını arttırır. “Bir kervan geldi ve sucularını (kuyuya) gönderdiler.” Yusuf (aleyhisselam)’ı kuyunun karanlığından kurtarmak için kervan çabucak gelmişti. Ey sıkıntıda olan kardeşim. Ümidini kesme. Zira kurtuluş kervanı sana yakında gelecektir!. “(Kafile Mısır'a vardığında) onu değersiz bir pahaya, sayılı birkaç dirheme sattılar. Onlar zaten ona değer vermemişlerdi.” Halbuki o çok değerliydi. Yusuf, Yakub’un, o da İshak’ın, oda İbrahim (Hepsine salat ve selam olsun) oğluydu. İnsanlar senin değerini bilmezlerse üzülme!. “Onu bir ticaret malı olarak sakladılar.” Onu ticaret malı olarak gördüler. Halbuki o Peygamberdi. Ve bir Peygamberin oğluydu. Ona değer vermeyişleri onun hakikatini değiştirmedi. İnsanların sana bakışı senin hakikatini değiştirmez. Bu konuda şüphen olmasın!. “Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak istedi, kapıları iyice kapattı ve "Haydi gel!" dedi.” Bilgisayarında, telefonunda ve tek başına kaldığında fitne sana “Haydi gel!” der. Sen Yusuf (aleyhisselam)’ın dediği gibi; “Allah’a sığınırım!” dersen Allah’u Teâlâ seni haramlardan koruyacaktır. “Eğer Rabbinin işaret ve ikazını görmeseydi o da kadına meyletmişti.” İşte bu iman nuruydu. Allah’u Teâlâ Yusuf (aleyhisselam)’ı fahişelikten korumak için bu nuru, kalbine attı. Sende imanını arttırırsan, imanın seni günahlara ve isyanlara düşmekten koruyacaktır!. “İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için (delilimizi gösterdik). Şüphesiz o ihlaslı kullarımızdandı.” İhlas sana iffet elbisesi giydirir ve fitnelerden korur. “Şehirdeki bazı kadınlar dediler ki: Azizin karısı, delikanlısının nefsinden murat almak istiyormuş;” İşte hasta şahsiyetler böyleler. İnsanların onurlarını umursamadan müstehcen haberleri toplumda yayarlar. Böyle olmaktan Allah’a sığınmak gerekir. Zindanda ki iki mahkum Yusuf (aleyhisselam)’a “Bizler seni muhsinlerden (güzel davrananlardan) görüyoruz” dediler. Buda Yusuf (aleyhisselam)’ın sözlerinden önce davranışlarıyla tebliğ yaptığının işaretidir. İşte davetçilerde böyle olmalılar. Davetlerinden önce ahlaklarıyla örnek şahsiyetler olmalılar. “(Yusufun yanına gelerek dedi ki:) Ey Yusuf, ey doğru sözlü kişi! bize yorum yap.” Yusuf (aleyhisselam)’ın zindan arkadaşı yıllarca bekledi. Yusuf’un durumunu krala bahsedecekti. Ama unutmuştu. Yine de Yusuf (aleyhisselam) onu kınamadı ve azarlamadı. Sorusuna cevap verdi. Ahlak böyle olmalıdır. Yusuf (aleyhisselam) sadece rüyanın tabiri ile iktifa etmedi. İnsanların önünde büyük bir tehlike duruyordu. Açlık tehlikesi vardı. Yiyecek krizine karşı alınacak tedbir ve çözümleri de anlattı!. Yusuf (aleyhisselam) fırsat kollayan biri değildi. Rüya tabirini menfaat karşılığında da yorumlayabilirdi. Kralla karşılaşmayı veya af istemeyi talep etmedi!. “Elçi, Yusuf’a geldiği zaman, (Yusuf) dedi ki: "Efendine dön de ona: Ellerini kesen o kadınların zoru neydi? diye sor.” Azizin karısını ifşa etmedi. Yeltendiği kötü eylemini bahsetmedi. Buna karşı azizin karısı da mükafat olarak doğruyu itiraf etti. Kendisinin suçlu olduğunu ve Yusuf’a iftira attığını söyledi. “Azizin karısı da dedi ki: "Şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben onun nefsinden murat almak istemiştim. Şüphesiz ki o doğru söyleyenlerdendir." Yusuf (aleyhisselam) bakanlığını isterken “Çünkü ben (onları) çok iyi korurum ve bu işi bilirim" dedi.” Ben soylu veya iyi veya değerli birisiyim demedi. Çünkü devletin işi ilim ve doğruluk üzere kuruludur. İşte bu sözü Yusuf (aleyhisselam) içine gizledi ve anlatmadı. Kendisine iftira atıldığı için acı çekti. İftira acısına hiç bir acı benzemez. Güzel ahlakından dolayı onlarla kötü konuşmadı. Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak istedi, kapıları iyice kapattı ve "Haydi gel!" dedi. O da" (Haşa), Allah'a sığınırım! Zira kocanız benim velinimetimdir, bana güzel davrandı. Gerçek şu ki, zalimler iflah olmaz!" dedi. Yusuf (aleyhisselam) haya, takva, iffet ve ihlasta zirve yaptığı için zinanın bütün imkanları kolaylaşmasına rağmen böyle kötü bir fiile yanaşmadı. Zina etmesi için şartlar bir hayli oluşmuştu. Kısaca oluşan şartlar şunlardır: 1. Erkeklerin yapısında kadınlara ilgi duyma ve meyletme vardır. Yusuf (aleyhisselam) erkek ve sağlıklı olduğu için her bir erkek gibi kadınlara meyli vardı. 2. Yusuf (aleyhisselam) genç idi. Gençlerin çocuklara ve yaşlılara oranla şehvetlerinin daha fazla olduğu malum olan bir şeydir. 3. Yusuf (aleyhisselam) bekardı. Bekarların evlilere nazaran zinaya düşmeleri daha kolaydır. 4. Yusuf (aleyhisselam) ailesinden ve milletinden uzakta yani gurbet diyarında idi. Gurbette olan kişinin tanınmaması sebebiyle zinaya düşme olasılığı gurbette olmayana nazaran daha yüksektir. 5. Zinaya çağıran kendisi değil, kadın idi. Kadın, erkekten ilişki talep ederse, zinanın düşme durumu daha kuvvetli olur. 6. Kadın güzel idi. Güzel, boylu poslu kadına meyletmek, güzel olmayan veya normal bir kadına meyletmekten daha fazla olur. 7. Kadın makam sahibi biri idi. Mısır azizinin eşi olması sebebiyle elit tabakadan idi. Normalde erkek, makam sahibi kadına daha çok meyleder. 8. Kadın onun efendisi idi. Yani Yusuf (aleyhisselam) kadının yanında köle konumunda olması sebebiyle itaat etmesi gerekiyordu. İtaat etmediği zaman cezaya çarptırılma durumu vardı. 9. Kadın, iffetini koruyan ve muhafaza eden biri değildi. Zaten istek ondan gelmişti. Kendisini korumayan kadınla zinaya düşmek daha kolaydır. 10. İstek kadından geldiği için, zina hadisesi kapalı kalacaktı. Yusuf (aleyhisselam)’ın bu konuda şikayet edilme endişesi yoktu. Efendi kadının, köle ile zina etmesi o zamanlar yadırgandığı için, kadın bu durumu anlatmayacaktı. 11. Kapılar kapandığı için insanlardan kimse bu olayı görmeyecekti. 12. Şayet Yusuf (aleyhisselam) kadının yanından çıktığı görülse dahi yadırganmayacaktı. Çünkü kölesi olması sebebiyle rahatça yanına girme ve çıkma hakkına sahipti. 13. Kadının kocası çok kıskanç biri değildi. Bu hadiseyi görünce Yusuf (aleyhisselam)’a; “Bu olayı anlatma!” Kadına da; “Günahın için bağışlanma dile. Sen hata yapanlardansın!” dedi. Bütün bu sayılan sebepler, zinayı kolaylaştırıcı unsurlardı. Bütün bu kolaylık ve isteğe rağmen Yusuf (aleyhisselam)’ın zinaya düşmemesi, onun ne denli takva, iffet, haya ve ihlas sahibi oluşunun alametleri idi. (Yusuf) dedi ki: "Ey babacığım! İşte bu, daha önce (gördüğüm) rüyanın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. Doğrusu Rabbim bana (çok şey) lütfetti. Çünkü beni zindandan çıkardı ve şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirdi. Şüphesiz ki Rabbim dilediğine lütfedicidir. Kuşkusuz O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir." Yusuf (aleyhisselam) çok güzel ahlak sahip olması sebebiyle kendisine zulmetmiş, kendisini öldürmeye yeltenmiş sonrasında Mısır’a köle diye satmış olan kardeşlerini yaptıkları günah sebebiyle utandırmadı. “Şeytan benim ile kardeşlerimin arasını bozdu” diyerek onları utandırmamıştır. Bununla beraber çok büyük edep sahibi idi. Babasına ve kardeşlerine “Sizler kıtlık sebebiyle perişan ve sefil durumdayken sizleri Mısır’a getirdim!” demedi. “Doğrusu Rabbim bana (çok şey) lütfetti. Çünkü beni zindandan çıkardı ve ... sonra sizi çölden getirdi.” Çölden çıkıp gelmelerini kendisine Allah’u Teâlâ’nın lutfü ve nimeti olarak gördü. Yusuf (aleyhisselam)’ın yanında iki tutuklu vardı. Bu iki kişi rüya görmüşlerdi. Yusuf (aleyhisselam)’ın rüyaların tabirini çok iyi bilmesi ve sadık muhsin kişiliğe sahip oluşunu görünce rüyalarının tabirini ona sordular. Oda rüya tabirine geçmeden önce en önemli tebliği ve ulaştırılması gereken en büyük nasihatı yaptı. “(Yusuf) dedi ki: Size yedirilecek yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber vereceğim. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Şüphesiz ben Allah'a inanmayan bir kavmin dininden uzaklaştım. Onlar ahireti inkar edenlerin kendileridir. Atalarım İbrahim, İshak ve Ya'kub'un dinine uydum. Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bize yaraşmaz. Bu, Allah'ın bize ve insanlara olan lütfundandır. Fakat insanların çoğu şükretmezler. Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli tanrılar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı? Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler. Ey zindan arkadaşlarım! (Rüyalarınıza gelince)...” Yusuf (aleyhisselam) zindan arkadaşlarına tevhidi, Allah’a ubudiyeti, tağutlardan ve tağutların saçma sistemlerinden teberri olmayı, Allah’u Teâlâ’ya rububiyette, uluhiyette, isim ve sıfatlarda şirk koşmamayı, egemenlikte Allah’u Teâlâ’yı birlemeyi ve devlet adamlarını Allah’a şirk koşmamayı, kulluğun sadece Allah’u Teâlâ’ya yapılmasını ve kullukta O’na hiç bir şeyi ortak koşmamayı anlattı. Sonra rüyalarının tevilini yaptı. Bu davranışı bizlere derstir. İnsanları her şeyden önce Tevhide, Allah’a kul olmaya, Allah’u Teâlâ’ya hiçbir şeyi ortak koşmamaya, tağutlardan ve tağutların sistemlerini inkar ederek uzaklaşmaya, Hakimiyette Allah’u Teâlâ’yı birlemeye, Allah için sevip Allah için buğzetmeye ve bu sayılanlar kabul edildikten sonra namaz, oruç, haramlar ve helaller gibi dinimizin diğer kısımlarını öğretmeye yönelmeliyiz. Yusuf (aleyhisselam)’ın bu sözlerini, günümüzde o değerli Peygambere iftira atan particiler iyice düşünmeli ve iftiradan tevbe etmeliler. Zira particiler şunu iddia ederler: "Yusuf (aleyhisselam) kâfir bir devletin bünyesine girip görev almış, memurları olmuş ve o mevkisini Allah’ın dinini yaymada kullanmıştır. Buna binaen bizlerde tağuti devletlerde memur olabiliriz. Parti yoluyla seçimlere girip kazanırsak başkan ve yönetici konumuna gelebiliriz. Bu devlet işlerinde maslahat icabı küfür söz ve amellerde bulunabiliriz!..." Particiler bu konuda büyük bir yanılgıya düşmekteler. Yusuf (aleyhisselam)’a iftira atmaktalar. Çünkü Yusuf (aleyhisselam)’ın konumu günümüzün devlet memurlarının konumu gibi değildi. Yusuf (aleyhisselam) temkin yani otorite sahibiydi. Görevinde tamamıyla şeriata uygun davranabiliyordu. Bu görevi alırken ve icra ederken hiçbir zaman küfür söz ve davranışta bulunmamıştır. Tevhid dininin dışında kanun koyma, kanunu uygulama, kâfirleri dost edinme, kâfirlere küfürlerinde yardımcı olma gibi görevler yapmamıştır. Temkin sahibi yani otorite sahibi olduğunu şu ayette görmekteyiz: “Ve böylece Yusuf'a orada dilediği gibi hareket etmek üzere ülke içinde yetki verdik.” Şunuda unutmamak gerekir. Her bir Peygamberin ilk daveti şuydu: Yusuf (aleyhisselam) hem halka tağuttan uzak durun deyip hemde tağutun koyduğu yasalarla hükmetmesi düşünülemez!. Rabbim bu kıssayı ve Kur’an-ı Kerim’i hakkıyla okuyup öğrenmeyi sonra öğrendiklerimizi amele dökmeyi cümlemize nasibi müyesser eylesin. Davamızın sonu yüce Allah’a hamd etmektir. Musa Ebu Cafer