Soru - Cevap
Şevval ve Zilhicce Orucu

SORU Şevval ayında 6 gün oruç ve bulunduğumuz Zilhicce ayı icinde 9 Oruç var bu oruçları peşpeşemi tutucaz yoksa bu ayların icinde peşpeşe olmadanmı? Zilhiccenin ilk gününden arefeye kadar tam 9 gün var ve bu sanķi peşpeşe tutulacakmış gibi oluyor ama Peygamberimiz peşpeşe orucu Ramazan haricinde izin vermedi diye biliyorum ikilemde kaldım yardımcı olun Allah sizden razı olsun. CEVAP Ve aleykumusselam ve rahmetullah. Hamd Allah’a mahsustur. Muhterem kardeşim Ramazan ayından sonra Şevval ayında altı gün ve Zilhicce ayının ilk dokuz gününü oruç tutmak müstehaptır. İmam Muslim (rahimehullah)’ın Ebu Eyyub el-Ensari (radıyallahu anhu)’dan tahriç ettiği hadiste Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) şöyle buyuruyor: مَنْ صَامَ رَمَضَانَ ثُمَّ أَتْبَعَهُ سِتًّا مِنْ شَوَّالٍ كَانَ كَصِيَامِ الدَّهْرِ “Her kim Ramazan orucunu tutar da buna sonra Şevval'den altı gün tabi kılarsa bütün bir sene oruç tutmuş gibi olur.” Hafız en-Nevevi (rahimehullah) şöyle der: “Bizim arkadaşlarımız (Şafii âlimleri) şöyle derler: Daha üstün olan bu altı günü peş peşe hemen Bayram gününün akabinde tutmaktır. (En-Nevevi (rahimehullah) şöyle der:) Ama eğer ayrı ayrı tutarsa veya Şevvel’ın sonuna bırakırsa da tabi kılmış olur ve fazileti hâsıl olur. Çünkü böyle yaparak de Şevval’den altı gün tabi kıldı demek doğru olur.” İmam ibni Mace (rahimehullah)’ın Şevban (radıyallahu anhu)’dan tahriç ettiği hadiste Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) “Her kim Ramazan orucunu ve bayramdan sonra altı gün tutarsa senenin tümünü tutmuş olur” buyurmuştur. İmam eş-Şevkâni (rahimehullah) şöyle der: “(Bayramdan sonra) yani Ramazan bayramından sonra. Buna göre altı günden kast edilen (Şevval’ın) ikinci gününden yedinci günün sonuna kadardır. Lakin bu altı günün sonra gelmeleri Bayram gününe bitişik olmalarını gerektiriyor mu yoksa Şevval’dan her hangi altı gün olabilir mi? Buna bakmak lazımdır. Çünkü bu durumda da Bayram gününden sonra tutulmuş olunurlar. Aynısı “altı gün tabi kılarsa” ifadesi için de geçerlidir. Zira tabi kılmak tabi olunan ve tabi kılınan arasında fasıla olmadan olması da mümkündür ve Şevval’da olduğu sürece fasılayla birlikte olması da mümkündür.” Binaen aleyh muhterem kardeşim Şevval ayından altı günü Bayram gününün ardından peş peşe tutman doğruya en yakın olandır. Ama altı günü ayırarak veya peş peşe Şevval’ın ortasında veya sonunda da tutabilirsin. Allah-u Âlem. Zilhicce orucuna gelince İmam en-Nesei (rahimehullah)’ın tahriç ettiği hadiste Hafsa (radıyallahu anha) şöyle demiştir: أَرْبَعٌ لَمْ يَكُنْ يَدَعُهُنَّ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : صِيَامُ عَاشُورَاءَ ، وَالْعَشْرُ ، وَثَلاَثَةُ أَيَّامٍ مِنْ كُلِّ شَهْرٍ ، وَرَكْعَتَينِ قَبْلَ الْغَدَاةِ “Şu dört şeyi Nebi (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) terk etmezdi: Aşure gününde, on günü ve her aydan üç gün oruç tutmayı ve sabah namazından önce iki rekât namaz kılmayı.” On günden kasıt zilhicce ayının ilk on günüdür. Onuncu gün bayram günüdür. Bayram gününde oruç tutmak caiz değildir. Dolayısıyla burada murad edilen zilhicce’nin ilk dokuz günüdür. İmam Ebu Davud (rahimehullah)’ın Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’in eşlerinden bazılarından rivayet ettiği hadiste lafız şöyledir: “Zilhicce’nin dokuz gününü oruç tutardı”. Bu dokuz gün zilhicce ayının ilk dokuz günleridir. En doğrusu bu günleri peş peşe tutmaktır. Ama ilk dokuz günün sadece bazılarını tutan da tuttuğu kadar sevap sahibi olacaktır. Tümünü tutamayanlar en azından dokuzuncu gününü, yani Arefe gününü oruç tutmaya özen göstermeliler. Zira İmam Muslim (rahimehullah)’ın Ebu Katade (radıyallahu anhu)’dan tahriç ettiği hadiste Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) Arefe günü tutulan orucun geçmiş ve gelecek bir senenin günahlarına kefaret olacağını haber vermiştir. Bundan sadece Arafat’ta vakfe yapan hacılar müstesnadır. Onlara Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) bu günde oruç tutmayı nehyetmiştir. Allah-u Âlem. Tarık Ebu Abdullah


Soru - Cevap
Fatih’in Ayasofya’yı Camiye Çevirmesi Doğru mudur?

SORU Bazıları Ayafosya’nın Fatih Sultan Muhammed tarafından kiliseden camiye çevrilmesinin yanlış olduğunu söylüyorlar, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz şer'i delilleriyle açıklayabilir misiniz inşaallah? CEVAP Hamd Allah’a mahsustur. Kilisenin veya diğer İslam dışı mabedlerin yıkılması veya ibkâsı veya mescide veya âmmenin faydasına olacak başka bir şeye tahvili açısından hükmü bulundukları beldeye göre değişir. Belde ya Müslümanların İslam’da inşa ettikleri bir beldedir. Veya İslam’dan önce inşa edilmiş ve Müslümanların kahren fethettikleri bir beldedir. Veya İslam’dan önce inşa edilmiş ve Müslümanların sulh ile fethettikleri bir beldedir. İlki Basra, Kufe, Kahire, Vasıt, Kayravan veya Bağdat gibi Müslümanların inşa ettikleri şehirlerdir. Böyle yerlerde Kilise ve benzeri mabedlerin inşası ittifaken caiz değildir. Eğer böyle bir beldeye sonradan kilise inşa edilmişse ittifaken yıkılması vaciptir. Ama evvela kilise bulunmuşsa yıkılmaz. Yani mesela bir kırsalda bir kilise veya manastır olmuş olsa sonra da Müslümanlar gelip onun yakınında köy, kasaba, şehir kurmuş olsalar ve büyümesiyle kilise beldenin içinde kalmış olsa yıkılması vacip olmaz. Bu kiliseye Müslümanların hacet duymaları durumunda mescide veya benzeri kamunun faydasına olacak kuruma tahvil edilmesi caiz olur. Zira bu beldenin mülkiyeti esasta Müslümanlarındır. İmam eş-Şafii (rahimehullah) şöyle demiştir: “Müslümanların şehirlerinde kilise inşa edemezler ve ibadet için toplantı yeri açamazlar.”1 Ve İmam Ahmed (rahimehullah) şöyle demiştir: “Yahudiler ve Hıristiyanlar Müslümanların inşa ettikleri şehirlerde kilise açamazlar ve çan çalamazlar.”2 Ve İmam ibni Teymiyye (rahimehullah) şöyle demiştir: “Müslümanların bina ettikleri şehirlerde zimmet ehlinin kilise açamayacağı hususunda Müslümanlar ittifak etmiştir.”3 Bu icma esasta Ömer (radıyallahu anhu)’nun zimmet şartlarına ve ibni Abbas (radıyallahu anhuma)’nın fetvasına dayanmaktadır. El-Ömeriyye ile meşhur olan bu şartlarda “Biz şehrimizde yeni kilise veya ibadet yeri açmama şartını kabul ediyoruz” geçmektedir. Ve ibnu Ebi Şeybe, ibni Sellâm, ibni Zenceveyh ve el-Beyhaki rahimehumullah’ın ihraç ettikleri haberde hepsi İkrime yoluyla ibni Abbas (radıyallahu anhuma) şöyle der: “Arabın inşa ettiği herhangi bir şehirde acem kilise bina edemez ve çan çalamaz ve içki içemez ve domuz sokamaz. Ve acemin inşa ettiği ve sonra Allah’ın Araplara fethini verdiği herhangi bir şehirde acemlere ahdedilmiş olanlar korunmalıdır ve onlara kaldırabileceklerinden fazlası yüklenmemelidir.” Es-Subki (rahimehullah) şöyle der: “Ulema ibni Abbas’ın bu sözüyle ve Ömer’in şartları ve diğer sahabenin bunlara sukut etmesiyle amel etmişlerdir ve icma saymışlardır.”4 İkincisine gelince İstanbul veya Kudüs gibi kâfirler tarafından inşa edilmiş ve sonra Müslümanlar tarafından kahren fethedilemiş beldelerdir. Böyle beldelerde de fetihten sonra kilise ve benzer mabedlerin inşası caiz değildir. Ama mevcut olan kiliselerin yıkılması vacip midir veya ibkâsı caiz midir ulema ihtilaf etmiştir. Racih olan ibkâsı caiz olması ve beldenin zimmet altında olan Kitap ehli onu kullanmaları ve gerekli olan tamir ve onarım işlerini yapmaları caiz olmasıdır. Bunun delilleri Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Hayber’i kahren fethetmiştir ama Yahudilerin mabedlerini yıkmamıştır. Ve sahabe (radıyallahu anhum) çok yer kahren fethetmiştir ama fethettikleri yerlerdeki bütün mabedleri yıkmamışlardır. Bunun şahidi bu mabedlerin hala mevcut olmaları, bize kadar varlıklarını korumuş olmalarıdır. Ve yukarıda zikri geçen ibni Abbas (radıyallahu anhuma)’nın sözüdür: “Acemin inşa ettiği ve sonra Allah’ın Araplara fethini verdiği herhangi bir şehirde acemlere ahdedilmiş olanlar korunmalıdır.” İmam ibni Kayyım (rahimehullah) şöyle der: “Bu konuda en doğrusu şöyle demektir: İmam Müslümanların en çok yararına olacak olanı yapar. Çok kilise mevcut olduğundan dolayı kilisenin alınması veya yıkılması Müslümanların maslahatına ise alır veya yıkar. Veya Müslümanların o kiliseye hacetleri varsa onu Müslümanlar için alır. Ama zimmilerin sayısı çok olduğundan ötürü kiliseye ihtiyaçları varsa onlara bırakabilir. Bu durumda onların istifadesine bırakır yoksa mülkiyetini onlara bırakmaz. Zira Müslümanların malı olmuştur. Müslümanların malı olduktan sonra mülkiyetini kâfirlere vermesi nasıl caiz olabilir ki! Hayır. Maslahaten onlara bırakır. Ve maslahat bunu gerektirdiğinde tekrar onlardan alabilir… Bu tafsil ile deliller cem edilmiş olur. Ve bu şeyhimizin (İmam ibni Teymiyye’yi kast ediyor) tercihidir. Hulefa-i Raşidin’in ve onlardan sonra gelen hidayet imamların yaptıklara da bu görüşün doğruluğuna delalet ediyor. Ömer bin Abdulaziz yıkılmasını maslahat gördüğünü yıkmıştır ve ibkâsını maslahat gördüğünü bırakmıştır.”5 Dolayısıyla racih olan kâfirler tarafından inşa edilmiş ve sonra Müslümanlar tarafından savaşla fethedilmiş beldelerde fetihten önce bulunan kilise ve benzeri mabedlerin yıkılması vacip olmamasıdır. Bilakis imamın takdirine kalmıştır. Maslahat görürse zimmet ehlinin kullanımına açar veya Müslümanların haceti varsa mescide, medreseye veya hastane gibi genel maslahata uygun tahvil eder veya maslahat görürse kullanmaz, boş bırakır veya maslahat görürse yıkar. Üçüncüsüne gelince kâfirler tarafından inşa edilmiş ve sonra Müslümanların sulh ederek fethettikleri beldelerdir. Bu durumda sulh hangi şartlara göre yapılmışsa ona göre muamele edilir. Belirli miktarda malın verilmesi üzere sulh edilmiş ve beldenin mülkiyeti sakinlerine kalmışsa kilise ve benzeri mabed inşa etmelerinden men edilmezler. Beldenin mülkiyeti Müslümanlara ait olma suretinde sulh edilmişse o zaman asıl olan Ömer (radıyallahu anhu)’nun şartları üzere sulh yapmaktır ve zimmet ehlini kilise inşa etmekten men etmektir. Ancak sulhun şartlarında yeni kilise inşa etmek üzere anlaşılmışsa o zaman bundan men etmek caiz olmaz. Ayasofya kilisesinin Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye çevrilmesine gelince Konstantiniyye’nin kahren gerçekleşmiş bir fetihten sonra olmuştur. Bu durumda belde ve beldenin sahip olduğu her şey Müslümanların malı olur. Bu beldede bulunan mabedlerde buna dâhildir. Böylece Ayasofya kilisesi de Müslümanların malı olmuştur. Yukarıda zikri geçtiği üzere kiliselerin kullanımı racih görüşe göre imamın takdirine bırakılır. Yıkabilir veya bırakabilirde. Fatih Sultan Mehmet camiye çevirmeyi maslahat görmüş ve öyle yapmış. Buna kimsenin itiraz etme hakkı yoktur. Burada şöyle bir ayrıntı da vardır. Meşhur söze göre Fatih Sultan Mehmet Ayasofya’yı kendi malından satın almıştır ve cami olarak vakfetmiştir. Bu durumda meşru camiye dönüştüğü yönünde bildiğim kadar ihtilaf yoktur. Zira şahsi malını cami olarak vakfetmiştir. Allah’u A’lem. Pekâlâ, Ayasofya’yı camiye tahvil etmekte neyi maslahat olarak görmüştür diye sorulsa, bilmiyorum derim. Ama Müslümanların namaz kılabilecekleri bir yere ihtiyaç vardı şüphesiz. Nitekim İstanbul’da ilk namaz Ayasofya’da kılınmıştır. Ayrıca Konstantiniyye’nin fethini böylece tamamlamak ve Bizans Ortodoks Hıristiyanlık üzerinde hakiki bir fetih gerçekleştirmek istemiş olabilir. Çünkü Ayasofya kiliseden fazlasıydı. Bizans kayserinin taç giydiği, siyasi meşruiyetini ve gücünü kazandığı mukaddes yerdi. Bu mahiyetiyle Ortodoks Bizans’ın manevi kalbiydi. Benim bu konuda ne düşündüğümü sormuşsun. Cevaben derim ki: Ayasofya’yı cami yaparak Fatih Sultan Mehmet şeran caiz olan ve siyaseten de doğru olan bir şey yapmıştır. Ama sualde bahsettiğin yanlış yapmış diyenler şeran caiz olmadığı için yanlıştır diyorlarsa, bu doğru değildir. Kilisenin camiye dönüştürülmesi caizdir. Delili İmam en-Nesei (rahimehullah)’ın Talk bin Ali (radıyallahu anhu)’dan ihraç ettiği hadistir. Talk bin Ali (radıyallahu anhu) şöyle demiştir: خَرَجْنَا وَفْدًا إِلَى النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم فَبَايَعْنَاهُ ، وَصَلَّيْنَا مَعَهُ وَأَخْبَرْنَاهُ أَنَّ بِأَرْضِنَا بِيعَةً لَنَا ، فَاسْتَوْهَبْنَاهُ مِنْ فَضْلِ طَهُورِهِ فَدَعَا بِمَاءٍ فَتَوَضَّأَ وَتَمَضْمَضَ ، ثُمَّ صَبَّهُ فِي إِدَاوَةٍ وَأَمَرَنَا فَقَالَ : اخْرُجُوا فَإِذَا أَتَيْتُمْ أَرْضَكُمْ فَاكْسِرُوا بِيعَتَكُمْ وَانْضَحُوا مَكَانَهَا بِهَذَا الْمَاءِ وَاتَّخِذُوهَا مَسْجِدًا قُلْنَا : إِنَّ الْبَلَدَ بَعِيدٌ , وَالْحَرَّ شَدِيدٌ , وَالْمَاءَ يَنْشُفُ فَقَالَ : مُدُّوهُ مِنَ الْمَاءِ ؛ فَإِنَّهُ لاَ يَزِيدُهُ إِلاَّ طِيبًا فَخَرَجْنَا حَتَّى قَدِمْنَا بَلَدَنَا فَكَسَرْنَا بِيعَتَنَا ، ثُمَّ نَضَحْنَا مَكَانَهَا , وَاتَّخَذْنَاهَا مَسْجِدًا ، فَنَادَيْنَا فِيهِ بِالأَذَانِ , قَالَ : وَالرَّاهِبُ رَجُلٌ مِنْ طيِّئٍ ، فَلَمَّا سَمِعَ الأَذَانَ قَالَ : دَعْوَةُ حَقٍّ ، ثُمَّ اسْتقْبَلَ تَلْعَةً مِنْ تِلاَعِنَا فَلَمْ نَرَهُ بَعْدُ “Heyet halinde Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e gelerek ona biat ettik ve birlikte namaz kıldık. Kendisine memleketimizde bir havra olduğunu haber verdik. Abdest suyundan arta kalanını bize hediye etmesini istedik. Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) su getirtti, abdest aldı, mazmaza yaptı ve sonra suyu bir kaba döktü. Suyu almamızı emrederek: “Şimdi çıkıp gidin, memleketinize varınca havranızı bozun, onun yerine bu suyu serpin ve orayı mescid olarak kullanın” buyurdu. Biz de şöyle dedik: Memleketimiz uzak, sıcaklar fazla, bu su buharlaşıp yok olabilir. Bunun üzerine: “O suyun üzerine su ilave edin, ilave edeceğiniz su onun özelliğini bozmaz” buyurdu. Biz de yola çıktık ve memleketimize geldik. Havrayı bozduk ve o yere o suyu serptik ve orayı mescid olarak kullandık. Orada ezan okuduk. O havranın rahibi Tay kabilesinden birisiydi. Okuduğumuz ezanı işitince şöyle dedi: “Bu hak bir davettir.” (Daha sonra) Vadinin yamaçlarına doğru yöneldi. Bir daha onu görmedik.” Kilise binasını yıkmak şart değildir. Şirk ve küfür veya haram olan eşyayı, alametleri ve namazın sıhhatine mani olacak şeylerden temizlenmesi yeterlidir. Allah’u A’lem 1- El-Um, 4/206 2- Ahkamu Ehli’z-Zimme, 182 3- Mecmuu’l-Fetava, 28/635 4- Fetava’s-Subki, 2/391 5- Ahkamu Ehli’z-Zimme, 131 Tarık Ebu Abdullah


Soru - Cevap
Kadın Kocasını Boşayabilir mi? Sorusuna Düzeltme ve Nasihat

SORU Kadın Kocasını Boşayabilirmi? Sorusuna Düzeltme ve Nasihat CEVAP Aleykum selam ve rahmetullahi ve berekatuhû. Hamd âlemlerin rabbi olan Allah’a, salât ve selam efendimiz Rasûlullah’a, ehli beytine, ashabına ve yolunu takip eden mü’minlere olsun. Bana bir soru sorulmuştu: Kadının talak hakkı var mıdır? (Kadın Kocasını Boşayabilirmi?) Daha önce cevaplamıştım. Ancak şu son noktaya dikkat çekmek ve biraz daha tafsilat verip değişen kanaatimi ve tercihimi beyan etmek ve nasihat etmek istedim. Kadın nikah akdi esnasında “Talakın” eline verilmesini isterse ve erkek verirse hüküm ne olur? Nikah akdi yaparken kadın boşama hakkını talep eder yani eline verilmesini ister ve koca ona bu hakkı verirse bu hakkın geçerli olup olmaması konusunda ilim ehli arasında ihtilaf vardır. İki görüş nakledilir: BİR: Hanefi mezhebine göre bu talep erkek tarafından kabul edilirse geçerli olur. Kadın istediği vakit kendisini boşayabilir. İKİ: Üç mezhep imamı yani Maliki, Şafii ve Hanbeliler bu talebin kabulünü batıl görürler. Yani erkek kabul etmiş olsa da kadının şartı fasittir ve kendisini boşayamaz. Acizane benim şu anki tercihim budur. Bu görüşün daha doğru olduğuna kaniyim. Nikah kıyılmışsa Şafi ve Hanbelilerde nikah sahihtir. Bu şart iptal edilir. Maliki mezhebinde ise şu teferruat vardır: Eğer nikah kıyılmış ve gerdeğe girilmemişse o nikah iptal edilir. Yeniden nikah yapılır. Eğer nikah kıyılmış ve gerdeğe girilmişse nikah iptal edilmez. O şart iptal edilir. Ancak anlaştıkları mehir iptal edilir ve ona “mehrül misl” yani örfen o beldede mehir ne kadar ise o, akranına ne kadar veriliyorsa, o kadarı kadına verilir. Ayrıca şu istisna vardır: Eğer erkek şöyle bir şart koşarsa: “sana vurursam” veya “sefere çıkarsam” boşama hakkını sana verdim! Derse nikah sahihtir. Şart iptal edilir. Mehirde bir değişiklik yapılmaz, konuşulduğu gibi kalır. NASİHAT: Maalesef şuan Müslümanlar genel anlamda Batı aleminin kültüründen etkilenmekte ve hayatlarına yansımalarını da görmekteyiz. Batıda neredeyse kocaya itaat nedir bilinmez, boşanma vakıaları çok yaygındır. Başarılı süren evlilik oranı çok düşüktür. Kadının kocasına ve erkeğin hanımına sabır, tahammül ve iyi geçimi neredeyse yok olma durumundadır. Bu kötü hasletler maalesef basın yayın, okul ve onlardan etkilenen cahiller vasıtasıyla Müslümanlar arasına sirayet etmektedir. Biz Müslümanlar ehli kitaba muhalefet etmekle emrolunmuşuz. Bizim örneğimiz efendimiz Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’dir. Bizim mutluluğumuz, dinimizi yaşamamıza bağlıdır. Evli iki eşin birbirlerine merhamet etmesi, sevmesi, hayat zorluklarına katlanması, hoşlarına gitmeyen huylara sabretmeleri, birbirlerine tahammül etmeleri dinimizin emirlerindendir. Boşanma helal kılınmış olsa da Allah-u Teâlâ’nın sevmediği helal cinsindendir. Ufak tefek sorunlar sebebiyle kocanın hanımını boşaması çirkin bir amel görüldüğü gibi, kadınında ufak tefek sorunlar karşısında kocasından talak istemesi çirkin bir ameldir. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: “Bir kadın sebepsiz olarak kocasından talak isterse, o kadın cennet kokusunu alamaz!” (Ebu Davut, Tirmizi, İbni Mace) Mesele bu kadar ciddi ve hassastır. Erkek ve bayan kardeşlerime nasihatım talak konusunda Allah’tan korksunlar. Sahabe ahlakı ile ahlaklansınlar. Küfür aleminin pis kültüründen uzak olsunlar. Kendilerine acımıyorlarsa talak sebebiyle perişan olan çocuklarına acıyıp onlar konusunda Allah’tan korksunlar! Rabbim cümlemizi ıslah etsin. Yuvalarımızı ıslah etsin. Evliliklerimize hayır ve bereket versin. Amin. Velhamdulillahi rabbil alemin. Allah’a hamd ve Rasûlü Muhammed’e salât ve selam olsun. Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir. Musa Ebu Cafer


Soru - Cevap
Kâfire; “Kardeş, Dost, Yanındayız, Destekliyoruz” Demek

SORU Es-selamu aleykum 1- Bizler akide olarak, oy kullanmayı küfür ameli olarak görüyor fakat oy kullanan halkı umumen tekfir etmiyoruz yani cehaletlerini mazur görüyoruz. Fakat meclisteki yada kolluk kuvvetlerindeki insanları umumi olarak tekfir ediyor ve onların cehaletlerini mazur görmüyoruz. Bunun sebebi nedir oy kullanan halkı umumen tekfir etmemiz gerekmez mi? Cehaletleri mazur ise meclistekilerin de cehaleti mazur olmaz mı? 2- Demokrasi için silahlanıp savaşan bir grup ile Şeriat için savaşan bir grup fiziki olarak -daha azılı kafire karşı- birlikte hareket edebilir mi? 3- Şeriatı savunan guruplar siyaseten Demokratik ülkelere yada demokratik diğer gruplara "kardeş, dost, yanınızdayız, destekliyoruz" gibi lafızlar kullanması caiz midir? Saygılarım ile Allah sizlerden razı olsun. CEVAP Ve aleykumusselam ve rahmetullah. Hamd Allah’a mahsustur. Son olarak muhterem kardeşim “Şeriatı savunan gruplar siyaseten demokratik ülkelere ya da demokratik diğer gruplara "kardeş, dost, yanınızdayız, destekliyoruz" gibi lafızlar kullanması caiz midir?” şeklinde gelen üçüncü soruna cevaben derim ki: Evvela siyaseten sözünü biraz açmamız lazımdır. Siyaset yönetmek demektir. Ve yönetimi Allah (celle ve âlâ) sadece Kendisine tahsis etmiştir. Mutlak idari nizam olarak İslam şeriatını emretmiştir ve Rasûlü Muhammed (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) vesilesiyle İslam şeriatını beyan etmiştir. İslam şeriatında her faydayı ve maslahatı beyan etmiştir. İslam şeriatı hiçbir maslahatı asla zayi etmemiştir. Kendi zatında maslahatı zayi etmediği gibi iki maslahat arasında racih olanı veya zarara mukabil racih olan maslahatı da asla zayi etmemiştir. Dolayısıyla genel olarak ihtimalli lafızları kullanmak şer’an muteber maslahat veya racih maslahat ise o zaman kullanılması şer’i siyaset ve caiz, hatta belki vacip olabilir diyebiliriz. Sonra, lafızların hakikatleri vardır. Şer’i, lugavi ve örfi hakikati. Yani bir lafzın lügatte kullanıldığı değişik manaları vardır. Bu manaları şeriat veya örf olduğu gibi almış olabilir de veya daraltmış olabilir de. Eğer şeriat bir lafzın manasını beyan etmişse o zaman lügavi manası o lafzın hakikati olmaktan çıkmıştır. O lafzın vücutta hakikatini tabir eden şeriatın yüklediği mana olur. Evet, şer’i mana muhakkak lügavi manaya bina eder lakin lügavi mana artık o lafzın hakikatini belirlemekten aciz olur. Bu meseleden şöyle bir mesele tevellüt eder: Şari bir eşyayı isimlendirmişse o zaman o eşyanın hakikatini de beyan etmiştir. Ve bu hakikate şer’i hükümler bağlamıştır. Lafzın hakikati Şari’nin tarif ettiği batın manadır ve şer’i hükmü alan hakikatte bu manadır lakin zahirde şer’i hüküm o lafzın manasını zahirde tabir eden zahir isme terettüp eder. Bu şeriatın en önemli bahislerinden biridir ve ulema arasında isimler ve hükümler bahsi olarak malumdur. Bu konumuzla bağlantılı şu demektir: Birincisi, bir şeyi şeriat isimlendirmiş ise o zaman onun hakikatini de tayin etmiştir. Bu durumda o şey şeriatın koyduğu isimden başka bir isimle adlandırılırsa o zaman o şeyin hakikatinden sapılmış olunur ve o şeyin tasavvurunda hatalar meydana gelecektir. İkincisi, şer’i isme şer’i hüküm terettüp ediyor. Şu halde bir şeyin hakikatine Şari’nin verdiği isimden başka bir isim verilirse o zaman Şari’nin o şeye verdiği hüküm de atıl kılınmış olunur. Birinci durumun da ikinci durumun da ne kadar büyük bir fesat olduğu açıktır. Eşyayı Şari’nin isimlendirdiğinden gayri bir isim ile adlandırmanın maslahatı bu mefsedetten daha büyük olması gerekir ki siyaseten böyle davranmak caiz olsun. Bu maslahatın varlığını (muteber oluşunu) ya Şari Kur’an ve(ya) Sünnette beyan etmiştir veya ama şer’i maksatların tahkiki açısından zahirdir. Meselenin daha iyi anlaşılması için birkaç misal vereyim: Mesela ikrahı bu babta değerlendirebilirsin. Allah (subhanehu ve teâlâ) şöyle buyuruyor: مَنْ كَفَرَ بِاللَّهِ مِنْ بَعْدِ إِيمَانِهِ إِلَّا مَنْ أُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالْإِيمَانِ “Kalbi imanla dolu olduğu halde zorlananlar müstesna olmak üzere imandan sonra Allah’ı inkâr eden…” (en-Nahl Sûresi 106) Bu ayeti kerimenin delaletiyle Allah (subhanehu ve teâlâ) ikrah altında küfrü farklı bir isimle isimlendirmeyi ve zahiren inkâr etmemeyi muteber bir maslahat olarak beyan etmiştir. Mesela Kur’an mahlûktur fitnesi zamanında ulema dâhil olmak üzere birçok Müslüman Kur2an’ı mahlûk olarak isimlendirdi. Kur’an mahlûk değil bilakis Allah’ın konuştuğu kelâmıdır ve O’ndan’dır. Dolayısıyla Şari’nin Kur’an ismi verdiği kelamın hakikati O’ndan olmasıdır. Ona mahlûk diyen Kur’an’ın hakikatini saptırmıştır. Bu davranışı Şari küfür olarak hükme bağlamıştır. Lakin canını korumak için kalbi iman da sabit olması şartıyla beraber küfür sözünü söylemesini muteber bir maslahat olarak kabul etmiştir. Veya zamanımızdan bir örnek olarak Nusayrilerin Sünni halka yaptığı işkenceler altında melun Esed’e “Rabbim Esed’tir” demeğe icbar ettiklerine herkes şahit oldu. Esed rab değil bilakis merbubtur. Ve Esed’e rab diyenler Yahudilerden ve Hıristiyanlardan daha kâfirdirler. Lakin bir Müslümanın ikrah altında melun Esed’i böyle isimlendirmesi Şari’nin onun için itibar ettiği canını koruma maslahatından ötürü caizdir. Veya takiyye’yi de bu babta değerlendirebilirsin. Allah (subhanehu ve teâlâ) şöyle buyuruyor: لَا يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ وَمَنْ يَفْعَلْ ذَلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللَّهِ فِي شَيْءٍ إِلَّا أَنْ تَتَّقُوا مِنْهُمْ تُقَاةً “Mü’minler mü’minleri bırakıp kâfirleri veliler edinmesin. Kim bunu yaparsa onun Allah’la hiçbir ilişkisi kalmaz. Onlardan gelecek bir zarardan korunmaya çalışmanız müstesna” (Âl-i İmran Sûresi 28) Bu ayeti kerimede Allah (subhanehu ve teâlâ) kâfirden gelecek mümkün bir zarardan korunmak için eşyayı Şari’nin beyan ettiği isimden farklı bir isimle adlandırmayı muteber bir maslahat olarak beyan etmiştir. Mesela küfür diyarında dinini izhar etmekten aciz olan ve Müslümanların arasına hicret etme imkânına sahip olmayan mustezaf bir Müslümanın tağutun kolluk kuvvetleri tarafından sorgulandığında baştaki tağutu açıktan tağut ve kâfir olarak isimlendirmeyip de cumhurbaşkanımız veya başbakanımız gibi isimlerle adlandırması gibi. Ve savaş hiledir kaidesinin de bu babtan nasibi vardır. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) şöyle buyuruyor: الْحَرْبُ خُدْعَةٌ “Harp hiledir.” İmam el-Buhari ve İmam Müslim (rahimehumallah) Ebu Hureyre (radiyallahu anhu)’dan tahriç etmişlerdir. Hadisi şerif düşmana zarar vermek için hileye başvurmanın bir maslahat olduğuna delalet ediyor. Elbette bu mevzunun tafsilatı var. Benim burada sadece gayem şer’an caiz olan durumlarda eşyayı hak ettiği isimden gayri isimlerle isimlendirmenin caiz olduğunu ifade etmektir. Mesela İmam el-Buhari (rahimehullah)’ın ve başkaların rivayet ettikleri Kab bin Eşref’in öldürülmesi olayında Muhammed bin Mesleme (radiyallahu anhu) Kab bin Eşref’e yaklaşabilmesi için şöyle diyor: إِنَّ هَذَا (يَعْنِي النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ) قَدْ عَنَّانَا وَسَأَلَنَا الصَّدَقَةَ “Şu (yani Nebi sallallahu aleyhi ve sellem) bizi yordu ve bizden sadaka istedi.” Bunun üzerine Kab bin Eşref Muhammed bin Mesleme’nin söylediklerini tasdik edip “Vallahi o sizin usancınızı daha da arttıracak” dedikten sonra Muhammed bin Mesleme (radiyallahu anhu) şöyle diyor: فَإِنَّا قَدْ اتَّبَعْنَاهُ فَنَكْرَهُ أَنْ نَدَعَهُ حَتَّى نَنْظُرَ إِلَى مَا يَصِيرُ أَمْرُهُ “Biz ona uymuş bulunduk. Bu işin nereye kadar varacağını görünceye kadar onu bırakmak istemiyoruz.” Hadisin ravisi Cabir bin Abdullah (radiyallahu anhuma) der ki: “Muhammed bin Mesleme böyle Kab’la konuşurken onu yakaladı ve öldürdü.” Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem)’i “şu” olarak isimlendirmesi elbette o insanın hakikatine uygun isim değildir. Onun hakikatini karşılayan isim Allah’ın Rasûlü ismidir. Ancak Kab bin Eşref’in öldürülmesindeki maslahat Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem)’e “şu” ismiyle tabir etmekteki mefsedetten daha büyük ki Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) buna izin vermiştir. Diğer bir rivayette Muhammed bin Mesleme (radiyallahu anhu) Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem)’e “Öyleyse bana izin ver ona bazı sözler söyleyeyim” demiştir ve Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) “verdim” buyurmuştur. Bundan sonra senin sual ettiğin lafızların durumuna gelince derim ki: Evvela, demokrasi küfürdür. Demokratik ülkeler veya demokratik gruplarda kâfir ülkeler veya gruplardır. Zira demokrasi hâkimiyeti halk için tahsis etmektir. Bunu tasdik ve ikrar etmek büyük küfürdür. Dolayısıyla Müslüman bir kişi veya taife demokrat bir ülkeyi veya grubu kardeş veya dost olarak tabir etmesi caiz değildir. Bu tevhide münakızdır. Zira kardeş ve dost isimleri manası şeriat tarafından tarif edilmiş olan şer’i isimlerdir. Şer’i hakikatiyle kardeş din kardeşliğidir ve dostluk din dostluğudur. Şeriat din farkıyla beraber dostluğu nefyetmiştir. Kardeşliğe gelince nesep ve sütkardeşliğini iptal etmemiştir ama velayet, miras ve başka hukuklarda kardeşliğe itibar etmemiştir. El mühim, kardeş ve dost isimleri şer’i isimlerdir ve Müslümanlar arasında kullanılan isimlerdir. Dolayısıyla kâfire kardeşim veya dostum denilmesi aslen caiz değildir. Bu ismi şeriatın tayin ettiği sınırlarından çıkarıp lügavi hakikatine döndürmek için şer’an muteber bir maslahat olması lazımdır. Şüphesiz ki kardeş ve dost isimleri lügavi hakikatleriyle daha geniş manalara sahip isimlerdir. Kardeş, yani din kardeşi olduğu gibi, nesepten kardeş, süt yolundan kardeş de olabilir veya ama Adem’den kardeş veya söz gelimi arkadaş manasında kardeş veya halkın dilinde kullandığı bir hitap şekli olarak kardeş manasında da kullanılabilir. Lügatte dost ismi de böyledir. Dost, yani din dostluğu veya arkadaş manasında dost veya şu zamanda örfen erkek-kadın ilişkisi manasında dost. Kardeş veya dost kelimesi lugavi hakikatiyle kullanıldığı zaman bu manaların hepsine şamildir. Lakin bu isimlerin şer’i hakikatleri daha dardır. Şu halde bir Müslüman ikrah sebebiyle veya takiyye yapma mecburiyetinde olduğu için veya şeriatın itibar ettiği bir maslahattan ötürü demokratik, yani kâfir bir devlete veya gruba arkadaş veya dost isimlerini kullanırsa şer’i siyasetin ikrar ettiği ve caiz olan bir şey yapmış olur. Ama öylesine veya şeriatın itibar etmediği, kendisinin maslahat ve siyaset zannettiği bir sebepten ötürü kardeş veya dost derse küfür konuşmuştur. Yanındayız veya destekliyoruz gibi ifadeler kullanmasına gelince, bunlar için de yukarıda söylediklerim geçerlidir. Zira bu davranışlar kardeşliğin ve dostluğun tabileridir. Ancak bu iki ismin kullanımına kardeş ve dost isimlerin kullanımından daha çok müsamaha edilir. Çünkü kâfire kardeş veya dost demek şer’an caiz olmazken ve şer’an muteber bir gerekçesi yoksa küfürken, bir kâfire yanındayız veya destekliyoruz sözleri durumuna göre şer’an caiz olabilir. Mesela kâfiri bir doğrusundan ötürü desteklemek veya ona yapılan bir haksızlıkta onun yanında olmak İslam’ın emrettiği insaftandır. Veya bir kâfiri daha azılı ve Müslümanlara karşı daha çok düşman ve şiddetli olan diğer bir kâfire karşı desteklemek de şer’i siyasetin ikrar ettiği bir maslahattır. Dolayısıyla İslam şeriatının ikrar ettiği ve güzel bulduğu bir durumda Müslüman bir taife demokratik bir devlet veya grup için yanındayız veya destekliyoruz derse ve bu daha büyük bir mefsedete sebep olmayacak ise o zaman bunu söylemekte bir beis olmaz. Lakin bunun için kâfir olanı kâfir olarak ilan etmek şarttır. Bunu başka yerlerde izah etmeye çalıştım. Dilersen oralara müracaat edebilirsin.   Velhasıl muhterem kardeşim, Allah hakkı isimlendirmiştir ve gerçeğini beyan etmiştir. Allah (celle ve âlâ) hakkın hak ettiği ismiyle isimlendirilmesini sever. Zira o adaleti ve ihsanı emretmiştir. Dolayısıyla şeriatın daima murad ettiği eşyayı hak ettiği isimle isimlendirmektir. Ancak vakıa buna bazen uygun olmaz ve vakıanın maslahatı eşyayı hak ettiği isimden gayrisiyle isimlendirilmeyi zorunlu kılar. Aksi takdirde daha büyük fesatlar vaki olabilir. Faydayı zarardan temyiz etmek hikmet değildir. Hikmet iki fayda arasında daha büyük olanı veya iki zarar arasında daha hafif olanı tercih edebilmektir. Mesela bugün cihaddan mazeretsiz geri kalan hocalar ve ilim talebeleri… Bunların dinimizde hak ettikleri isim fasıktır. Bunlar Allah (celle ve âlâ)’nın emrine itaat etmeyen asilerdir. كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْ “Savaş, hoşunuzu gitmediği halde, size farz kılındı” (el-Bakara Sûresi 216) Evet! Savaş nefsin hoşuna gitmez. Savaş meşakkat, eziyet, elem ve çok sabır isteyen bir ameldir. Elbette nefis bundan hoşlanmıyor. Allah (celle ve âlâ)’da bunu ikrar ediyor. Evet! Evet! Savaş hoş olmayan bir şeydir. Ama bize farz kılındı. Muttaki, Allah’ın emrine teslim olmuş kullar nefislerin hoşuna gitmese dahi Rabbine itaat eder. Ama nefsi azgın kullar kadınlarla beraber arkada kalabilmeleri için mazeretler üretirler. سَيَقُولُ لَكَ الْمُخَلَّفُونَ مِنَ الْاَعْرَابِ شَغَلَتْنَا اَمْوَالُنَا وَاَهْلُونَا فَاسْتَغْفِرْ لَنَا يَقُولُونَ بِاَلْسِنَتِهِمْ مَا لَيْسَ فى قُلُوبِهِمْ “Bedevîlerden savaştan geri kalanlar sana “Bizi mallarımız ve ailelerimiz alıkoydu. Allah'tan bizim için af dile” diyecekler. Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler.” (el-Fetih Sûresi 11) قُلْ إِنْ كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَاؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا أَحَبَّ إِلَيْكُمْ مِنَ اللَّهِ وَرَسُولِهِ وَجِهَادٍ فِي سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُوا حَتَّى يَأْتِيَ اللَّهُ بِأَمْرِهِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ “De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah'tan, Rasûlünden ve O'nun yolunda cihaddan daha sevgili ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah, fasıklar topluluğunu hidayet etmez.” (et-Tevbe Sûresi 24) Bu hocalar samimi ve muttaki gençleri mücahidlerin safına katılmaktan alıkoyan engellerdir. Kendileri geride kalabilmeleri için ve cemaatlerini taşıyan samimi Müslümanları kaybetmemek için günümüz mübarek cihad hareketi hakkında şüpheler üretme çabasında olan müfsitlerdir. Cehalet çok var, ilim okumak lazım. Şimdi savaş zamanı değil, şimdi davet zamanıdır. Cihad edeceğiz ama hazırda yeryüzünde hakkıyla cihad eden bir taife yok. Cihad edenler ya aşırı tekfirci veya hariciler veya akidesi bozuk mürcieler. Mücahidler girdikleri yeri ifsat ediyorlar ne cihadları var ne tevhidleri. Hazırda bütün mücahidler örgütlerin maşaları olmuş. Sakın kendinizi örgütlere kaptırmayın. Bu ve buna benzer yalan, iftira, değersiz, boş ve batıl laflar. İlim ehli olduğunu zanneden ama hali hazırda cihadın farzı ayn olduğunu inkâr edebilecek kadar haktan uzak olan bu hocaların marazı cehalet mi? Asla! يَا اَيُّهَا الَّذينَ اٰمَنُوا مَا لَكُمْ اِذَا قيلَ لَكُمُ انْفِرُوا فى سَبيلِ اللّٰهِ اثَّاقَلْتُمْ اِلَى الْاَرْضِ اَرَضيتُمْ بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَا مِنَ الْاٰخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا فِى الْاٰخِرَةِ اِلَّا قَليلٌ “Ey iman edenler! Ne oldu ki size Allah yolunda sefere çıkın denilince, yere çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatından mı razı oldunuz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir.” (et-Tevbe Sûresi 38) وَلَوْ اَرَادُوا الْخُرُوجَ لَاَعَدُّوا لَهُ عُدَّةً وَلٰكِنْ كَرِهَ اللّٰهُ انْبِعَاثَهُمْ فَثَبَّطَهُمْ وَقيلَ اقْعُدُوا مَعَ الْقَاعِدينَ “Onlar eğer savaşa çıkmak isteselerdi, elbette bunun için bir hazırlık yaparlardı. Lâkin davranmalarını Allah istemedi de onları alıkoydu ve oturun oturanlarla beraber denildi.” (et-Tevbe Sûresi 46) رَضُوا بِاَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ وَطُبِعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ “Onlar geride kalan (kadın ve çocuk)larla birlikte olmaya razı oldular ve kalpleri mühürlendi. Artık onlar anlamazlar.” (et-Tevbe 87) Bilakis! Bu hocalar dünya hayatından ve metaından razı olmuşlardır. Bunun için cihada çıkmak onlara zor geliyor. Cemaatleri veya talebeleri arasındaki hürmetleri ve mevkileri, medreseleri, mescidleri, davet çalışmaları, ticari imkânları, güzel ve rahat evleri, sözünü iki etmeyen hizmetkâr elemanları… Bunları cihadın zorluğuna tercih ediyorlar. Evet! Cihad zordur. Ve nefise kerih gelir. Lâkin Allah’ın yardımıyla hiçbir zor, zor olmaz. Her bir mücahid Allah (celle ve âlâ)’nın zorun içinde nasıl kolaylığı yarattığını, darın içini nasıl genişlettiğini iyi bilir. Bunun için asla cihaddan vaz geçemez. Ama bu hocalar geride kalanlarla beraber kalmaktan razı oldukları için kalpleri mühürlenmiştir. Artık onlar anlamaz. Ne desen de anlamazlar. Allah (celle ve âlâ) hakkı söylemeyi sever. Ve hak her şeyden daha değerlidir. Bunun için diyorum ki Türkiye’de oturan ve mazereti olmadan cihaddan geri duran, Allah’ın emrine itaat etmeyen, Muhammed (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem)’in yolunu terk eden, mücahidlerden uzaklaşan, cihad ve mücahidler hakkında şüpheler oluşturmaktan başka işleri olmayan, samimi Müslümanları cihada çıkmaktan alıkoyan bu hocaların dinimizde hak ettikleri isim fasıktır. Velhasıl, muhterem kardeşim geride oturan bu hocalar seni aldatmasın. Kendisi geride kalabilmesi için seni de masiyetinde kendisine ortak etmek istiyor. Allah’tan kork ve senin Rabbin ve Sahibin olanın emrine itaat et! O itaat edenden lütfunu asla esirgemez. Tarık Ebu Abdullah


Soru - Cevap
İkindinin ve Yatsının Farzından Önce Sünnet Namazı Var mıdır?

SORU Selamun aleykum hocam, Öncelikle sorularıma cevap vererek beni aydınlattığınız için Allah sizden razı olsun. Hocam ben yatsı namazının ilk 4 rekat sünnetini kılıyordum fakat bunun bid’at olduğunu öğrendim. İkindi namazının da Peygamber’in bazen kılıp bazen de terk ettiğini öğrendim. Şimdi ne yapmam gerek henüz net bir bilgim yok, nasıl kılmam gerekiyor? CEVAP Ve aleykumusselam ve rahmetullahi ve beraketuh. Hamd Allah’a mahsustur. Öncelikle değerli bacım İmam el-Buhari ve İmam Muslim (rahimehumallah)’ın kendi senetleriyle Abdullah bin Muğaffel (radıyallahu anhu)’dan tahriç ettikleri hadiste Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem) her ezan ve ikamet arasında dileyen için nafile namaz kılmanın meşru olduğunu beyan buyurmuştur: قَالَ النَّبِيُّ صلى الله عليه وسلم بَيْنَ كُلِّ أَذَانَيْنِ صَلاَةٌ بَيْنَ كُلِّ أَذَانَيْنِ صَلاَةٌ ، ثُمَّ قَالَ فِي الثَّالِثَةِ : لِمَنْ شَاءَ “Her iki ezan arasında namaz vardır. Her iki ezan arasında namaz vardır. Sonra üçüncüsünde “İsteyen için” demiştir.” Her iki ezan arasından kast edilen ezan ile ikamet arasındadır. Dolayısıyla vakit girdikten sonra her vaktin farz namazının evvelinde iki veya (iki+iki) dört rekât veya daha fazla mutlak nafile namaz kılmak caizdir. Lakin özellikle ikindi namazından evvel râtib sünnet namazı var mıdır hususunda ulema arasında ihtilaf vardır. Bir kısım âlimler ikindiden evvel bir sünnet namazının varlığını gösteren rivayetleri delil göstererek ikindinin farzından evvel dört rekât sünnet namazı olduğunu savunurlar. Bir kısım âlimler de bu rivayetleri zayıf görerek ve Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem)’in ikindiden evvel bir sünnet namazına devam etmediğinden ve sahabeden de bu rivayet edilmediğinden dolayı ikindinin farz namazının evvelinde sünnet namazı olmadığını savunurlar. Ancak yukarıda zikri geçen ibni Muğaffel hadisine binaen dileyen için mutlak nafile namazın meşru olduğunu söylerler. Mevzuda varit olan hadislerin sıhhati tartışılmış olması sebebiyle tercihe gitmek zor olsa da ikindinin evvelinde dört rekâtlık sünnet namazının varlığı doğruya daha yakındır. Bu asrımızın büyüklerinden olan Allame Süleyman bin Nâsir el-Ulvan’ın (Rabbim onun esaretini çözsün) ve Allame Abdullah es-Sad’ın (Rabbim onu korusun) da tercihleridir. İkindiden önce dört rekât sünnet namazını konu eden hadisler çoktur lakin ekseri zayıftır. Ancak ibni Ömer ve Ali (radıyallahu anhuma)’dan gelen iki rivayet delil olmaya elverişlidir ve amel etmeye yeterlidir. İmam Ebu Davud, İmam Ahmed, İmam et-Tirmizi ve İmam ibni Huzeyme (rahimehumullah)’ın tahriç ettikleri hadiste ibni Ömer (radıyallahu anhuma) şöyle diyor: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم رَحِمَ اللَّهُ امْرَأً صَلَّى قَبْلَ الْعَصْرِ أَرْبَعًا Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “İkindinin (farzından) evvel dört (rekât namaz) kılana Allah rahmet eder (etsin).” İmam İbni Huzeyme ve İmam ibni Hibban (rahimehumallah) bu hadis için sahihtir demişlerdir. Ve İmam et-Tirmizi (rahimehullah) “hadis hasen gariptir” demiştir. Lakin büyük imamlarımızdan Ebu Zura ve ibni Mehdi (rahimehumallah) gibileri hadisin râvilerinden olan Muhammed bin Muslim bin Mihran’ın dedesi yoluyla ibni Ömer (radıyallahu anhu)’dan rivayetlerini münker görmüşlerdir. Bunun için İmam ibni Teymiyye (rahimehullah) ve başkaları bu hadisi kabul etmemişlerdir. Lakin İmam en-Nesei, İmam Ahmed, İmam et-Tirmizi ve İmam ibni Huzeyme (rahimehumullah)’ın Ali (radıyllahu anhu)’dan tahriç ettikleri hadis sabittir. Ali (radıyllahu anhu) şöyle demiştir: كَانَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم يُصَلِّى قَبْلَ الْعَصْرِ أَرْبَعَ رَكَعَاتٍ يَفْصِلُ بَيْنَهُنَّ بِالتَّسْلِيمِ عَلَى الْمَلاَئِكَةِ الْمُقَرَّبِينَ وَمَنْ تَبِعَهُمْ مِنَ الْمُسْلِمِينَ وَالْمُؤْمِنِينَ “Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) ikindinin (farzından) önce dört rekât namaz kılardı. Bu dört rekâtın arasını bir selamla ayırırdı ve o selamda “Allah’a yakın meleklere ve onlara uyan Müslümanlara ve müminlere selam olsun” derdi.” İmam et-Tirmizi (rahimehullah) bu hadisi verdikten sonra “Ali’nin hadisi hasendir” demiştir. Ve muasırlardan Şeyh es-Sad ve Şeyh el-Ulvan hadisi delil olarak kabul etmişlerdir. Şeyh el-Ulvan şöyle der: “Bu hadisin senedi iyidir ve ikindi vakti girdikten sonra (farzdan önce) dört rekât namazın müstehab olduğunu sağlar.” Binaen aleyh ikindinin farzından önce iki rekâtta bir selam vererek toplam dört rekât namaz kılmak sünnettir. Ama Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem)’in devamlı kıldığı bir sünnet değildir. Allah-u Alem. Yatsının farzından önce dört rekât sünnete gelince yukarıda geçtiği gibi her ezan ve ikamet arasında isteyen için mutlak nafile namaz vardır. Bu manada yatsıdan evvel de iki veya ikişer rekât olarak dört veya fazla nafile namaz kılmakta bir beis yoktur. Lakin râtib sünnet namazı olarak yatsının farzından evvel bir sünnet namazı yoktur. Velhasıl, değerli bacım ikindi ve yatsı namazından evvel nafile olarak kolayınıza geldiği kadar ikişer rekât olarak namaz kılabilirsiniz. Ama “yatsının ilk sünneti” olarak tabir edilen yatsının farzından evvel dört rekât namaz sünnette yoktur. Lakin ikindinin farzından evvel ikişer rekât kılmak suretinde dört rekât sünnet namazı kılabilirsiniz. Allah-u Alem. Tarık Ebu Abdullah


Soru - Cevap
Özel Okul Veya Dershanede Öğretmenlik Yapmak

SORU Selamun aleykum ve rahmetullah, hocam bir Müslüman özel okul veya dershanede öğretmen olarak çalışması caiz midir? CEVAP Ve aleykumusselam ve rahmetullah. Hamd Allah’a mahsustur. Öğretmenlik mesleği aslen kendi zatında hüküm almaz. Bilakis hükmü neyi öğrettiğine, nasıl, nerede ve hangi şartlar altında öğrettiğine tabidir. Ama Türkiye şartlarında resmi, diplomalı öğretmen çıkabilmek için kişinin ne tür bir yoldan geçtiğini net bilmiyorum. Dolayısıyla öğretmenliğin hükmünü ele almayacağım. Soru da zaten bu yönde değil. Bilakis hazırda öğretmen olan bir kişinin özel okul veya dershanede öğretmen olarak çalışması, sual edilen de budur. Buna cevaben derim ki: Eğer özel okul veya dershanedeki çalışma şartları kişiyi dininde fitneye düşürmüyorsa bir beis yoktur. İster özel okul veya dershane Müslüman bir kişiye ait olsun ister kâfir bir kişiye ait olsun. Zira bu mevzuda hükmün dayanağı kişinin çalıştığı yerde dininde fitneye düşüp düşmemesidir. İmam el-Buhari (rahimehullah)’ın tahriç ettiği hadiste Habbab bin Eret (radıyallahu anhu) şöyle der: كُنْتُ قَيْنًا فِي الْجَاهِلِيَّةِ وَكَانَ لِي عَلَى الْعَاصِ بْنِ وَائِلٍ دَيْنٌ فَأَتَيْتُهُ أَتَقَاضَاهُ قَالَ لاَ أُعْطِيكَ حَتَّى تَكْفُرَ بِمُحَمَّدٍ صلى الله عليه وسلم فَقُلْتُ لاَ أَكْفُرُ حَتَّى يُمِيتَكَ اللَّهُ ثُمَّ تُبْعَثَ قَالَ دَعْنِي حَتَّى أَمُوتَ وَأُبْعَثَ فَسَأُوتَى مَالاً وَوَلَدًا فَأَقْضِيَكَ فَنَزَلَتْ {أَفَرَأَيْتَ الَّذِي كَفَرَ بِآيَاتِنَا وَقَالَ لأُوتَيَنَّ مَالاً وَوَلَدًا أَطَّلَعَ الْغَيْبَ أَمِ اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمَنِ عَهْدًا} “Ben demirciydim. As bin Vail için iş yapmıştım. Bun­dan dolayı onun yanında benim alacağım toplandı. Ona geldim ve kendisinden alacağımı istedim. O “Hayır vallahi sen Muhammed'i inkâr etmedikçe sana borcu­mu ödemem” dedi. Ben de “Asla! Allah'a yemin olsun ki, sen ölüp de sonra tek­rar diriltilinceye kadar ben Muhammed’i inkâr etmem!” dedim. O “Şu halde bırak beni öleyim ve tekrar diriltileyim. Bana orada muhakkak mal ve çocuk verilecektir. Ben de sana borcumu öderim” dedi. Bunun üzerine Yüce Allah şu ayeti indirdi: “Ayetlerimizi inkâr eden ve “Bana elbette mal ve evlat verilecektir” diyen adamı gördün mü?" Ebu’l-Hasan ibni Battal (rahimehullah) hadisin şerhinde şöyle der: “El-Muhelleb şöyle demiştir: Ulema Daru’l-Harp’te ve Daru’l-İslam’da müslümanın ücret karşılığında müşriğin yanında çalışmasını kerih görmüşlerdir. Çünkü bu durum Müslüman için bir zillettir. Bir zaruretin bunu gerektiriyor olması müstesna. Ama içki sıkmak, domuz gütmek veya silah yapmak gibi ve bunun benzeri müslümanlara zarar verecek veya helal olmayan işleri yapması caiz değildir. İslam diyarına gelince, Allah müslümanı müşrik için çalışmaya muhtaç bırakmamıştır. Muhakkak ki Allah mü’min kullarını müşriklere hükmetmeyi emretmiştir, “Gevşeklik göstermeyin ve sizler üstün iken sulha çağırmayın”. Bunun için müslümanın müşriğe hizmet ederek kendisini küçük düşürmesi caiz değildir, zaruret müstesna. Bu durumda caiz olur… Habbab’ın kâfir olan As bin Vail için iş yaptığını görmez misin?”    Binaen aleyh, eğer söz konusu öğretmen kişinin öğrettiği konular küfür veya haram içermiyorsa veya en azından küfür veya haram içeren konuları inkâr edebiliyor ve talebelerine öğretmiyorsa, bulunduğu ortamda küfür veya haram, kavlen veya fiilen işlemeye zorlanmıyorsa veya en azından var olup inkâr ediyor ve terk ediyorsa, bulunduğu ortamda karşı cinsiyetle ihtilat (karışıklık) olmuyorsa ve eğer sual eden bayan ise şeri şartlara uygun tesettürünü muhafaza edebiliyorsa o zaman böyle bir yerde çalışması haram olmaz. Lakin öğrettiği konular küfür veya haram içeriyor ve bunları inkâr etmekten ve talebelere okutmamaktan aciz ise veya bulunduğu ortamdaki küfür veya haramları acizliğinden ötürü işleme zorunda kalıyorsa veya karşı cinsiyetten çalışanlarla veya yetişkin talebelerle aynı ortamı paylaşıyorsa veya sual eden bayan ise ve şeri şartlara uygun tesettürünü muhafaza edemiyorsa o zaman böyle bir yerde çalışması haramdır. Bahsi geçen durumlar çalıştığı özel okul veya dershanede var olmasıyla beraber söz konusu öğretmen kişi dinini izhar ediyorsa, küfrü ve(ya) haramları açıktan inkâr ediyor ve terk ediyorsa, bu bağlamda zayıflık göstermiyor ve fitneye düşmüyorsa o zaman böyle bir yerde çalışması haram değildir lakin terki evladır. Zira müslümanın küfür ve haramların işlendiği ortamda bulunması onun için daimi bir tehlikedir. Elbette müslümanın kendisini tehlikeye arz etmemesi evladır. Allahu A’lem. Tarık Ebu Abdullah


Soru - Cevap
Atatürk ve 19 Şifresi

SORU Selamun aleykum hocam, Kur’an’ın matematiksel mucizesi malumunuzdur. Fakat Muddessir sûresindeki 19 zebaniden bahsedilmesi ve o 19’dur anlamında gelen meal neticesinde, bazı arkadaşlarda bu âyeti delil olarak gösterip Atatürk’ün bütün önemli işleri hep 19’a denk gelmektedir deniliyor. Ve internette bununla alakalı geniş bir bilgiye ulaşabiliyoruz. Allah razı olsun. CEVAP Aleykum selam ve rahmetullahi ve berekatuhû. Hamd âlemlerin rabbi olan Allah’a, salât ve selam efendimiz Rasûlullah’a, ehli beytine, ashabına ve yolunu takip eden mü’minlere olsun. Muhterem kardeşim, bu sorunun bir muhtasar ve bir de mufassal cevabı vardır. Muhtasarına gelince kim bu tür sapıklıklarla değerli kulluk vaktini heba ederse ve insanların zihnini batıllarla iştigal ederse, o Ömer (radiyallahu anhu)’nun adaletine müstahaktır. İmam el-Bezzar (rahimehullah) İmam Said bin Museyyeb (rahimehullah)’tan naklettiği rivâyette Ömer (radiyallahu anhu)’nun Kur’an’da bazı müteşâbih âyetlerin ardına düşen Sabîğ adlı kişiye yaptığını şöyle anlatır: İmam Said bin Museyyeb (rahimehullah) şöyle diyor: “Sabîğ et-Temimi Ömer bin Hattab’ın huzuruna geldi ve “ الذَّارِيَاتِ ذَرْوًا nedir?” dedi. Ömer (radiyallahu anhu) “O rüzgârdır. Eğer Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i bunu derken işitmiş olmasaydım bunu demezdim” dedi. Sabîğ “الحَامِلَاتِ وِقْرًا nedir?” dedi. Ömer (radiyallahu anhu) “O bulutlardır. Eğer Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i bunu derken işitmiş olmasaydım bunu demezdim” dedi.  Sonra Sabîğ “ المُقَسِّمَاتِ اَمْرًا nedir?” dedi. Ömer (radiyallahu anhu) “O meleklerdir. Eğer Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i bunu derken işitmiş olmasaydım bunu demezdim” dedi. Sabîğ “ الجَارِيَاتِ يُسْرًا nedir?” dedi. Ömer (radiyallahu anhu) “O gemilerdir. Eğer Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i bunu derken işitmiş olmasaydım bunu demezdim” dedi. Sonra emir buyurdu, ona 100 sopa vurdurdu ve bir evde tuttu. İyileştikten sonra tekrar çağırdı ve 100 sopa daha vurdurdu. Sonra onu (Basra’ya) sürdü ve Ebu Musa El-Eşari’ye şöyle yazdı: “İnsanların bununla oturmasını men et!”. Nitekim Ebu Musa’ya gelip ve onda olanların artık olmadığı yönde çok büyük bir yeminle kasem edinceye kadar durum böyle devam etti. Böyle yemin edince Ebu Musa el-Eşari (radiyallahu anhu) Ömer (radiyallahu anhu)’ya durumdan haber verdi. Bunun üzerine Ömer (radiyallahu anhu) “Onun doğru söylediğini düşünüyorum. Bırak insanlar onunla otursun” yazdı.” Mufassal cevaba gelince, işin hakikati bu sözün uzatılmasına layık bir mevzu değildir. Ama mademki sordun ve sorundan anlaşıldığı kadar zihninde bazı şüpheler oluşmuş, çok fazla uzatmadan birkaç şey söylemek isterim. Kur’an’ın matematiksel mucize olarak tabir ettiğin beyan yönü garipsenecek bir şey değildir. Çünkü Matematik en basit haliyle ölçülebilen eşyanın bilimidir. Başka bir tabirle yaratılmış olanın akli ölçüler dâhilinde kavranmasıdır. Eşyayı yaratan Allah (celle ve âlâ), akılı yaratan Allah (celle ve âlâ) ve her şeyi Kur’an’da beyan eden de Allah (celle ve âlâ)’dır. Beyan etmesinin gayesi de beşerin fehmetmesidir. Şu halde Kur’an’ın akli bir disiplin olan matematiğe hitap etmesi olağan bir şey değildir. Ama dediğim gibi akli bir disiplindir. Akıl yaratılmış olmakla sınırlıdır. Yaratılışı dışına çıkamaz. Çıkarsa şayet hakka isabet edemez ve haddini aştığı için hem selametini bozar ve hem de ilahi cezaya müstahak olur. Bunun için aklın ğaybiyatta asla nasibi yoktur. 19 ve Atatürk saçmalığına gelince. Ey Rabbim bu insanların aklına ne olmuş? Bu nasıl bir ahmaklık? Bu nasıl bir şeytanlık? Mustafa Kemal Atatürk ismi 19 harften oluşuyor. 19. Yüzyılın sonuna 19 yıl kala doğdu. 19 Mayıs 1919 da Samsun’a gitti ve “Kurtuluş Savaşını” başlattı. 19 şifresi Kur’an’ın birçok yerine yerleştirilmiştir. 19 şifresi Kur’an’ın matematiksel mucizelerinden birisidir. Eeeh? Atatürk Allah’ın Kur’an ile müjdelediği kurtarıcıdır! Değerli kardeşim affına sığınıyorum. Ama beyin osurması denilen şey bu olsa gerek! Ya Allah! Semavi dinleri topyekûn inkâr eden… Bütün enbiya ile alay eden… Kur’an’a “İkra bismi Rabbike” safsatası diyen adamın ismi 19 harften oluştuğu için nebi ve ilah oluyorsa?... Ne diyeyim?... Bu kadar zavallı ancak Kemalistler saçmalayabilir! Bu hususta Amerika’da Portland Üniversitesinde 20 küsur senedir profesörlük yapan bir cahilin yazısını okudum. “Atatürk’ün 19 Şifresi” adlı yazısında yukarıda zikrettiğim iblisliğe Kur’an’dan şahitler getirdiğini zannediyor. Bu zırvalamalar Profesör unvanını almış olan bu “bilim adamının” ve onun gibilerinin putlarını tazim etmek için ne kadar “gerici ve cahil” olabileceklerini gösteren güzel bir misaldir. Şöyle diyor: “Besmele 19 harftir.” Derim ki: 10 mütevatir kıraat besmelenin resminde ihtilaf etmemiştir. Buna göre الله lafz-ı celalinde ve الرَّحْمَن isminde ا (elif) harfi hazfedilmiştir. Binaen aleyh besmele 19 değil 21 harftir. “İlk vahyolan sûre (96. sûre) sondan 19. sûredir. Kur’an'ın ilk vahyedilen âyetleri 96. sûrenin ilk 5 âyetidir ve bu âyetlerin toplam kelime sayısı 19'dur.” Derim ki: İlk inen 5 âyetin toplam kelime sayısı 19 değil 25’dir. Ama بِاسْمِ (bi-ismi) ve رَبِّكَ (rabbi-ke) ve رَبُّكَ (rabbu-ke) ve بِالْقَلَمِ (bi-elkalem) ve لَمْ يَعْلَمْ (lem-yalem) kelimelerini birer kelime sayınca 19 rakamına varmıştır. Harflerin ve zamirlerin de Arapçada kelime olduğunu bilmeyecek kadar cahil midir yoksa azgın mıdır? Allah-u Alem. “Vahyedilen ilk sûre (Alak Sûresi) 19 âyete sahiptir ve 285 (19 x 15) harf içerir.” Derim ki: En-Neml sûresi 30.âyette geçen besmelenin dışında Kur’an’daki besmeleler âyet midir değil midir ihtilaflıdır. İmam Abdullah ibni Kesir el-Mekki (rahimehullah)’ın kıraatinde her besmele âyettir. İmam eş-Şafii (rahimehullah)’tan meşhur olan da budur. Bu halde el-Alak sûresi 19 değil 20 âyettir. “Son vahyedilen sûre olan Nasr, toplam 19 kelimeden oluşur.” Derim ki: En-Nasr sûresi 19 değil 27 kelimedir. Bu cahil yukarıda yaptığının aynısını burada da yapıp hevasına göre kelimeleri birleştirince iddia ettiği rakama varmıştır. وَالْفَتْحُ (ve-elfethu) ve فَسَبِّحْ (fe-sebbih) ve بِحَمْدِ (bi-hamdi) ve رَبِّكَ (rabbi-ke) ve وَاسْتَغْفِرْهُ (ve-istağfir-hu) kelimelerinin her birini tek kelime saymıştır. Mesela  وَاسْتَغْفِرْهُ (ve-istağfir-hu) tek kelime saymıştır hâlbuki وَ (ve) bir kelimedir, اسْتْغْفِر (istağfir) bir kelimedir ve هُ (hu) bir kelimedir. Ve buna benzer nice cahillikler ama en acayibi Atatürk’ün Kur’an’da “mucizevî” bir sûrette işaret edildiği 19 şifresine “Üzerinde on dokuz vardır” âyetini şahit getirmesidir. Cehennem bekçilerin sayısı nasıl bir kâfirin mübarekliğine delalet eder? Bu akıl kâri bir şey değil! Bu âyetler Atatürk’e işaret ediyorsa ki ediyor, ancak onun cehennem ehlinden olduğuna işaret ediyor. “O bir düşündü, ölçtü, biçti. Kahrolası nasıl da ölçtü, biçti. Yine kahrolası, nasıl ölçtü biçti. Sonra baktı. Sonra kaşını çattı, surat astı. Sonra arkasını döndü ve büyüklük tasladı. “Bu, dedi, olsa olsa öğretile gelen bir sihirdir.” “Bu, sadece bir insan sözüdür.” Ben onu Sekar'a (cehenneme) sokacağım. Bilir misin sen, nedir o Sekar? Hem bırakmaz hem vazgeçmez o. Durmadan derileri kavurur. Üzerinde on dokuz (melek) vardır. Biz o ateşin muhafızlarını hep melekler yaptık. Bunların sayılarını da ancak kâfirler için bir imtihan kıldık ki, kendilerine kitap verilenler kesin bilgi edinsinler, iman edenlerin de imanı artsın. Kendilerine kitap verilenler ve müminler şüpheye düşmesinler. Kalplerinde hastalık bulunanlarla kâfirler de: "Allah bu misalle ne demek istedi?" desinler. İşte böyle, Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini de yola getirir. Rabbinin ordularını ancak Rabbin bilir. Bu, insanlar için uyarıdan başka bir şey değildir.” (El-Muddessir 18-31) Ama şeytanlık böyle bir şey! Yalan ve dolan ile göz boyamak! Bu insi şeytanların ismi 19 harften oluşuyor diye Allah’ın nebisi yaptıkları şu adamın birkaç sözünü aktarayım: Atatürk Allah (subhanehu ve teâlâ) için şöyle diyor: “İnsanlar ilk devirlerinde pek acizdi. Kendilerini koruyamıyorlar ve hiçbir hâdisenin de sebebini bilmiyorlardı. Kendilerini koruyacak bir kuvvet aradılar. Nihâyet insanlık vicdanında bir kuvvet yarattı. O da işte “Allah” tır. Her şeyi ondan beklediler, ondan istediler. Hastalıktan, felaketten korunmayı hep Allah’larından istediler. Fakat modern çağlarda insan her şeyi Allah’tan beklemedi. Ancak toplumdan bekledi. Her şeyin koruyucusu insan cemiyetidir. Bizi koruyan, refah içinde yaşatan toplumdur.” (Enver Behnan Şapolyo, Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, 305.sayfa. Kaynak: Bir Başka Açıdan Kemalizm, 122.sayfa. Beyan Yayınları, üçüncü baskı, m.1988) Ve şöyle diyor: “Masum ve cahil insanları yüzlerce Allah’a taptırmak veya Allahları muayyen gruplarda toplamak ve en nihâyet bir Allah kabul ettirmek, siyasetin doğurduğu neticeleridir.” (Türk Tarihinin Ana Hatları, 220,221.sayfa. Devlet Matbaası, m.1930. (Kaynak: Mustafa Kemal Gerçeği belgeseli) Ve şöyle diyor: “İnsanlar kurtçuklar gibi sulardan çıktılar en önce… İlk ceddimiz balıktır. İşler daha daha ilerledikçe o insanlar primat zümresinden türediler. Biz maymunlarız; düşüncelerimiz insandır.” (Ruşen Eşref Ünaydın. Atatürk Tarihi ve Dil Kurumları, 53.sayfa. Kaynak: Bir Başka Açıdan Kemalizm, 121.sayfa. Beyan Yayınları, üçüncü baskı, m.1988) Ve şöyle diyor: “Tabiat hem kanunların sahibidir, hem de aynı kanunların tabiidir. Tabiat insanları türetti, onları kendine taptırdı da.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri 2, 279.sayfa. Kaynak: Mustafa Kemal Gerçeği belgeseli) Ve Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem)’in risaleti hakkında şöyle diyor: “Tarihi noktai nazardan da mütalaa edildiği zaman görülüyor ki, Muhammed birden bire Allah’ın Rasûlü’yüm diyerek ortaya çıkmamıştır. O Arapların ahlak ve adetlerin pek fena ve pek iptidai ve ıslaha muhtaç olduğunu anlamış, bunları ıslah için tenha yerlere çekilerek senelerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sonra kendisinde vahiy ve ilham fikri doğmuştur.” (Atatürk’ün emriyle Liselerde okutulan Tarih kitabı, 2.cilt. Kaynak: Bir Başka Açıdan Kemalizm, 189.sayfa. Beyan Yayınları, üçüncü baskı, M.1988) Ve şöyle söylüyor: “Muhammed’in peygamberliğinin başlangıcına dair birçok eski rivayetler vardır. Bunlar artık efsanelere karışmıştır. Hakikatte peygamberin ilk söylediği Kur’an âyetinin ne olduğu malum değil ve belki mazbut değildir. Kur’an sûreleri Muhammed’e açık semada peyda olmuş bir şimşek gibi günün birinde, birdenbire bir taraftan inmiş değillerdi. Muhammed’in söylediği sûreler uzun bir devirde dini düşüncelerinin bir ürünü olmuştur. Muhammed bu sûrelere birçok çalıştıktan ve incelemeler yaptıktan sonra edebi şeklini vermiştir.” (Atatürk’ün emriyle Liselerde okutulan Tarih kitabı, 2.cilt. Kaynak: Bir Başka Açıdan Kemalizm, 190.sayfa. Beyan Yayınları, üçüncü baskı, m.1988) Ve şöyle der: “Muhammed, iptida Allah’ın Rasûlüyüm diyerek ortaya çıkmamıştır; bunu düşünmemiştir. Bu düşünce senelerce mücadele ettikten ve fikirlerini neşreyledikten sonra kendisinde hâsıl olmuştur.” (Atatürk’ün m.1930larda Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti tarafından Liseler için hazırlanan Tarih kitabı için el yazısıyla yaptığı çalışmalardan. (Kaynak: Bir Başka Açıdan Kemalizm, 222.sayfa. Beyan Yayınları, üçüncü baskı, m.1988) Ve umumen bütün nebiler (aleyhimussalatu vesselam) için şöyle der: “Tarih bize öğretir ki, bütün dinler milletlerin cehaletlerinin yardımı ile utanmaksızın Tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar tarafından tesis olunmuştur.” (Atatürk’ün m.1930larda Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti tarafından Liseler için hazırlanan Tarih kitabı için el yazısıyla yaptığı çalışmalardan. (Kaynak: Bir Başka Açıdan Kemalizm, 219.sayfa. Beyan Yayınları, üçüncü baskı, m.1988) İslam tarihinden ve Kur’an’dan bahsederken şöyle diyor: “Bu roman sayfaları bence gerçek tarih belgelerin yorumudur. Bu roman sayfalarında görülen şeyler yaklaşık şöyle açıklanabilir: Arabistan yarım adasının kumsal çöllerinden “İkra bismi Rabbike” safsatasını esas tutmuş olan Araplar, uygar dünyada, bilhassa Türk zengin uygar bölgelerinde bu ilkel ve cahiliyet devrinin simgesi olan ilkeye dayanarak yapmadıkları tahrifat kalmamıştır.” (Atilla Oral, Atatürk’ün sansürlenen mektubu, 74,75.sayfa. Kaynak: Kadirmisiroglu.com) Ve şöyle diyor: “Benim bir dinim yok. Ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum.” (Andrew Mango, Atatürk, 447.sayfa. (Kaynak: Mustafa Kemal Gerçeği belgeseli) Ey Kemâlcılar! Söyleyin bana bu adam mı Allah’ın Kur’an’da müjdelediği kurtarıcı? Ata putunuzun safsata olarak nitelendirdiği kitaptan şahitler getirmekten hiç mi utanmıyorsunuz? Yazıklar olsun size ve sizin adamlığınıza! Değerli kardeşim! Bu insanların şeytanlıkları seni aldatmasın. Her şeyleri yalandır. Bak! Kemalistlerin kirli elleri tarihi belgelerin üstünden çekilince ne gerçekler gün ışığına çıkmaya başlıyor. Buna göre doğum yılı da uydurmadır. 1893 tarihli bir belgeye göre Atatürk’ün doğum yılı 1881 değil 1877’dir. 1919’da Samsun’dan başlattığı “Kurtuluş Savaşı” yalanı ise bütün Türk halkının kandırıldığı vehim bir mevzudur. Türk halkını dinsizleştirmek için düşündükleri en şeytani oyunlarından biridir. Bu manada Youtube’da mevcut olan Prof. Dr. Mehmet Çelik’in açıklamalarını izlemeyi tavsiye ederim. Son olarak muhterem kardeşim, hidayet ilahi kelam Kur’an’da, Nebevi Sünnet’te ve sahabenin fehimindedir. İzleyeceğin yol bu olsun! Kalpleri yamuk, akılları bozuk, nefislerini ilah edinmiş olanların yolu değil! أَفَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ وَأَضَلَّهُ اللَّهُ عَلَى عِلْمٍ وَخَتَمَ عَلَى سَمْعِهِ وَقَلْبِهِ وَجَعَلَ عَلَى بَصَرِهِ غِشَاوَةً فَمَنْ يَهْدِيهِ مِنْ بَعْدِ اللَّهِ أَفَلاَ تَذَكَّرُونَ “Kendi hevâsını ilâh edinen, Allah'ın kendi ilmi dâhilinde saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürleyip gözüne perde çektiği kimseyi görüyor musun? Şimdi onu Allah'tan başka kim hidâyete erdirebilir? Hala düşünmez misiniz?” (El-Casiye, 23) Tarık Ebu Abdullah


Soru - Cevap
Din Öğretiminde Maaş Almak

SORU Selamun aleykum hocam, Din kültürü öğretmenliği bölümünde okuyorum. Din öğretimi karşılığında ücret almak caiz midir? CEVAP Aleykum selam ve rahmetullahi ve berekatuhû. Hamd âlemlerin rabbi olan Allah’a, salât ve selam efendimiz Rasûlullah’a, ehli beytine, ashabına ve yolunu takip eden mü’minlere olsun. Öğretilen ilim karşılığında ücret almak bazı âlimlere göre caiz değildir. Fakat ulemanın çoğu özellikle Maliki, Şafii ve İmam Ahmed (Allah hepsine rahmet etsin) ilim öğreten kişinin vaktini hapsetmesi yani ilim öğretmekle meşgul olup iş yapamayınca ücret alması caizdir demişlerdir. Ancak bu ücreti alırken niyeti "din öğrettiğim için alıyorum" niyetiyle değilde" vaktimi hapsettim" niyetiyle alması gerekir. Delillerinden biride şu rivayettir. İmam Buhari'nin sahih hadis kitabında Kuran öğretenin aldığı ücretle ilgili olarak Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şu hadisi geçer: "En haklı aldığınız ücret Allah (azze ve celle)'nin kitabı için aldığınız ücrettir." İmam Kurtubi (rahimahullah) derki: Bu hadis kesin olarak bu meselede ihtilafı ortadan kaldırır. İbni Teymiye (rahimahullah) özellikle ihtiyaç sahibinin ücret almasını caiz görmüştür. Ancak benim tavsiyem, Tağuti bir devlette Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği yapmamandır. Öğretmenlikte itikadi ve ameli sakıncalar vardır. Yani öğretmenin küfür içeren söz ve amel yapması muhtemeldir. Bununla beraber haramlara kesin olarak bulaşır. En azından sakalını kesmek zorundadır. Resmi görevlerde dini hiç bir sakınca olmasa bile küfrün hakim olduğu devlette çalışmak alimlerimize göre en azından mekruhtur. Görev ve ameline göre haram ve küfre kadar uzanır. Şunu da göz önünde bulundurmak gerekir; Okullarda okutulan din kültürü kitaplarında dinimize muhalif görüş ve malumatlar vardır. Laikliğin dinimizle çelişmediği malumatı gibi. Allah’a hamd ve Rasûlü Muhammed’e salât ve selam olsun. Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd etmektir. Musa Ebu Cafer


Soru - Cevap
Kadının Elleri Avret Midir?

SORU Selamun aleykum hocam, 2 sorum olacak Allah ecrinizi versin. Eller avret midir? Eldiven takmak vacip midir? 2. sorum ise namazda istem dışı bileğimiz ayağımız saçımız vs.. açılıyor namazımız bozuluyor mu? CEVAP Aleykum selam ve rahmetullahi ve berekatuhû. Hamd âlemlerin rabbi olan Allah’a, salât ve selam efendimiz Rasûlullah’a, ehli beytine, ashabına ve yolunu takip eden mü’minlere olsun. Kadının ellerinin avretten olup olmaması konusu âlimler arasında ihtilaflıdır. İmam Şafi’nin kuvvetli görüşü ve İmam Ahmed’e göre kadının elleri avrettendir. Dışarıda örtmesi farzdır. İmam Ebu Hanife ve İmam Malik’e göre eller avretten değil, örtülmesi müstehap olur demişlerdir. Bu sözler kadının yüzü içinde geçerlidir. Kuvvetli olan sahih kavle göre kadının yüzü ve elleri avrettendir. Yabancı erkeklerin yanında örtmesi gerekmektedir. Şu noktaları eklemekte fayda vardır. Fitne zamanında yani insanların bozuldukları ve takvanın yok olduğu dönemde el ve yüzü avretten saymayan âlimler, fitne vaktinde örtülmesini gerekli görmüşlerdir. Bugün yaşadığımız dönem fitne dönemidir. Yüzde makyaj veya sürme varsa, ellerde yüzük vs. gibi süs varsa bütün âlimlere göre yüz ve elleri örtmek vacip olur. Namazda istem dışı avretin açılması konusuna gelince; Üç mezhebe göre namazda kişinin avreti açılırsa ve o esnada örterse namazı bozulmaz. Ama örtmezse azda olsa namazı bozulur. Ebu Hanife açılan avret miktarını bir organın çeyreği kadar takdir etmiştir. Namazda açılırsa ve bir rükün eda edecek kadar açık kalırsa namazı bozulur ama daha kısa müddet içinde örterse namazı sahih olur demiştir. İmam Ahmed’e göre çok açılsa da kısa müddet açık kalır ve örterse namazı sahihtir. Eğer az bir miktar açılmış ve namazda uzun süre açık kalmışsa namazı sahihtir, bozulmaz. Sözün özü avretten açılan tarafı az olsun çok olsun kısa vakit içinde örtersek namazımız sahihtir, bir zararı yoktur. Allah-u Teâlâ en doğrusunu bilendir. Allah’a hamd ve Rasûlü Muhammed’e salât ve selam olsun. Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir. Musa Ebu Cafer


Haber Özeti


Filistinli bebekleri ve çocukları öldürmekle övünen bir işgalci İsrail askeri!
“Bebek arıyoruz ama bebek kalmadı. 12 yaşında bir kızı öldürdüm ama bebek arıyoruz…”

  • 5 ay önce

Gece saatlerinde işgal güçleri Batı Şeria’daki Ramallah, Cenin, El Halil ve Tulkarime bölgelerine baskınlar düzenledi.

  • 5 ay önce

Hamas, İran Devrim Muhafızları sözcüsünün “Aksa Tufanı, Süleymani’nin öldürülmesine bir tepkiydi” açıklamasını resmi Beyan ile reddetti:

“Hamas İslami Direniş Hareketi olarak, İslam Devrimi Muhafızları Sözcüsü Tuğgeneral Ramazan Şerif’in, Aksa Tufanı operasyonu ve gerekçelerine ilişkin yaptığı açıklamalarının doğruluğunu reddediyoruz.

Mescid-i Aksa’ya yönelik tehditler ve tehlikeler başta olmak üzere, Aksa Tufanı operasyonunun gerekçelerini defalarca vurguladık.

Filistin Direnişinin, gerçekleştirdiği bütün eylemlerin ve operasyonların yalnızca Siyonist işgalin varlığına, halkımıza ve kutsal değerlerimize yönelik devam eden saldırganlığına tepki olarak gerçekleştiğini yeniden ifade ediyoruz.

Hamas İslami Direniş Hareketi
27.12.2023″

  • 5 ay önce

Allah düşmanı Yahudilerin aralıksız saldırdığı Gazze’de, İslam ümmetinin çocukları bir lokma yemeği bulamıyor. İslam ümmeti ise “Noel kutlamanın caiz olup olmadığını” tartışıyor!!

  • 5 ay önce

﴾Rahmân, bir çocuk edindi” dediler.
Gerçekten siz, pek çirkin bir şey ortaya attınız.
Öyle ki, bu iddianın dehşetinden neredeyse, gök paramparça olacak, yer yarılacak ve dağlar yıkılıp gidecekti…
Rahmân’a çocuk isnad ettiler diye!
Halbuki çocuk edinmek Rahmân’ın şânına yakışmaz﴿

🎙️ Abdullah Kemeli

📜 Meryem, 88-9

  • 5 ay önce

Fethu’l-Mubin operasyon odası topçuları, Halep’in batısındaki 46. Alay cephesinde rejime ait 14.5 mm’lik ağır makineli otomatik tüfeği “B9” füzeleriyle hedef alarak mürettebatıyla birlikte imha etti.

  • 5 ay önce

Rus işgal uçaklarının İdlib’in batısındaki Armanaz beldesini hedef alması sonucu bir aileden (karı, koca ve 3 çocuk) oluşan 6 sivil hayatını kaybetti.

  • 5 ay önce

Eş-Şebab Mücahidlerinin son 2 gün içinde gerçekleştirdiği operasyonlarında 102 Somali Özel Kuvvetleri ve müttefik kuvvet milisi öldürüldü ve yaralandı.

  • 5 ay önce

🚨 Hindistan Yeni Delhi Eyalet polisi, İsrail büyükelçiliği yakınında bir patlama meydana geldiğini bildirdi.

İsrail Dışişleri Bakanlığı, patlamanın büyükelçiliğin 100 metre uzağında meydana geldiğini açıkladı.

Herhangi bir kayıp bildirilmedi.‌‌

  • 5 ay önce

Hamas’a karşı savaşı kaybettik. Zafer ancak Netanyahu’nun istifa etmesiyle elde edilebilir.‌

  • 5 ay önce

Kassam Tugayları Gazze’den Askalan’a roket saldırıları başlattı.

  • 5 ay önce

Miğferinde Yunan bayrağı taşıyan bir işgal askeri, Gazze’de çocuklar da dahil olmak üzere Filistinli sivilleri esir alıyor!

  • 5 ay önce

Eski İsrail Genelkurmay Başkanı Dan Halutz:

Hamas’a karşı savaşı kaybettik. Zafer ancak Netanyahu’nun istifa etmesiyle elde edilebilir.‌‌

  • 5 ay önce

Rus Donanması Karadeniz Filosunun savaşın başlangıcından bu yana büyük kayıpları.

Rusya, Bugün Ropucha sınıfı çıkarma gemisi Novocherkassk’ı da kaybetti.

  • 5 ay önce

Kassam Tugayları işgal ordusuna ait bir tankı yakın mesafeden ‘Yasin-105’ füzesiyle imha ediyor:

  • 5 ay önce

SONDAKİKA

Hindistan Yeni Delhi Eyalet polisi, İsrail büyükelçiliği yakınında bir patlama meydana geldiğini bildirdi.

İsrail Dışişleri Bakanlığı, patlamanın büyükelçiliğin 100 metre uzağında meydana geldiğini açıkladı.

Herhangi bir kayıp bildirilmedi.‌‌

  • 5 ay önce

BBC:İngiltere, HMS Trent savaş gemisini Venezuela ile gerilim yaşayan Guyana’ya gönderdi.

  • 5 ay önce

7 Ekim’den bu yana öldürüldüğü açıklanan işgal askeri ve subay sayısı 489’a, kara harekâtının başlamasından bu yana ölenlerin sayısı ise 156’ya yükseldi.‌‌

  • 5 ay önce

Meğazi kampında şehit sayısı 80’e ulaştı.

  • 5 ay önce

Siyonist işgalcilerin Megazi kampında gerçekleştirdiği katliamda en az 50 sivil şehit oldu!

  • 5 ay önce

Eş-Şebab: Bugün, Eş-Şebab mücahidleri, şiddetli çatışmaların yaşandığı Somali’nin merkezindeki Mudaq eyaletindeki Amara bölgesinde Türkiye tarafından eğitilen Somali özel kuvvetleriyle yedi kez karşı karşıya geldi.

Bu sabah başlayan ve kısa bir süre önce sona eren olayda, aralarında subayların da bulunduğu 50’den fazla özel kuvvet milisi öldürüldü. Düzinelerce yaralının yanı sıra çok sayıda esir, silah ve mühimmat dahil çeşitli ganimetler alındı.

  • 5 ay önce

Beşşar Escobar’ın başarısız narkotik sevkiyatı devam ediyor.

Ürdün sınır muhafızları Suriye topraklarından gelen büyük miktarda uyuşturucunun kaçırılmasına yönelik bir operasyonun engellendiğini duyurdu.

Kaçakçılık operasyonunun engellenmesiyle yarım milyondan fazla Captagon hapı ve 209 avuç dolusu esrar ele geçirildi.

  • 5 ay önce

Al-Mayadeen: “ABD, terör örgütü PKK/YPG’ye Suriye’deki Al-Tanf Üssü’nde insansız hava aracı kullanımı ve helikopter pilotluğu eğitimi veriyor.”

Türkiye’nin değerli müttefiki..

  • 5 ay önce

Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki Cebeliye yakınlarında mücahidler ile işgal ordusu arasında şiddetli çatışmalar yaşanıyor.

  • 5 ay önce

Nablus şehrinde mücahidler ile Siyonist işgal güçleri arasında şiddetli çatışmalar yaşanıyor!

  • 5 ay önce

Rejim subaylarının “Gizemli” ölümleri devam ediyor.

Esed rejimi Tümgenerali Muhammed Hasan Ali’nin, sebebi bilinmeyen bir şekilde öldüğü açıklandı.

  • 5 ay önce

Siyonist rejim, gece saatlerinde Gazze Şeridi’ndeki Hıttin Camisi’ni bombaladı! Aksa Tufanı Harekatının başladığı günden bu yana işgal rejiminin bombalayarak kullanılamaz hale getirdiği cami sayısı 34’e yükseldi.

  • 7 ay önce

Esed milislerinin bugün işledikleri katliama misilleme olarak, Tahriru’ş-Şam güney İdlib Telminnes kasabasında bulunan Esed çetelerinin ait mühimmat deposunu imha ediyor.

  • 7 ay önce

Tahriruş-Şam, bugün Batı İdlib’de çadır yerleşmelerin bombalamasına misilleme olarak, Hama kırsalına bağlı Sukaylabiye kasabasında bulunan Esed milisleri noktalarını grad füzeleriyle hedef alıyor.

  • 7 ay önce

Esed rejimi milislerinin, batı Halep’ te Tavvama civarında çadır yerleşim yerlerini bombalaması sonucu, 3 sivil yaralandı.

  • 7 ay önce

Fethul-Mubin Operasyon Odasına bağlı Topçu birliği, kurtarılmış bölgelerdeki sivillerin hedef alınmasına karşılık olarak, batı Halep kırsalındaki 46. Tugay ve Ancara ekseninde bulunan Esed çetelerinin karargahlarını hedef alıyor.

  • 7 ay önce

Rus savaş uçakları, batı İdlib Cisr eş-Şuğur kırsalında Hamame köyünün çevresindeki çadır yerleşim yerlerini bombalaması sonucu, siviller arasında geneli çocuklardan oluşan 6 şehit ve çok sayıda yaralılar var.

  • 7 ay önce

Fethu’l Mubin operasyon odasına bağlı topçu birlikleri, #Lazkiye’nin kuzey kırsalındaki #CebelEbuAli eksenindeki Esed milislerinin mevzilerini 120 mm lik havan toplarıyla hedef alıyor.

  • 7 ay önce

Gazze’ye gelen yardımlar arasında erkek, kadın ve çocuklar için kefenlerin olduğu görüldü.Filistinli gazeteciler, kefenleri ”Ölmemizi istiyorlar! Allah Arap ülkelerinin belasını versin!” diyerek paylaştı.

  • 7 ay önce

HTŞ’ye bağlı keskin nişancı birlikleri İdlib’in güneyindeki Maarat Muhas ve Bureyc cephesinde rejim milislerinden 2 kişiyi etkisiz hale getirdi.

  • 7 ay önce

Biden’ın Kongre’den ek harcama talebi Ukrayna için 60 milyar dolar, İsrail için 14 milyar dolar olacak – Reuters.

  • 7 ay önce

#SonDakika #DoğuAfrika#Somali’nin başkenti Mogadişu’da Ulusal Tiyatro ile Godka Jilacow istihbarat hapishanesi arasındaki bir restoranın bombalı saldırı ile hedef alındığı bildirildi. Büyük ihtimalle Eş-Şebab geniş çaplı bir operasyon icra ediyor.

  • 7 ay önce

El Kaide merkezi liderliğinin yakında yayın yapması bekleniyor.

  • 7 ay önce

Orta Somalinin Hiran eyaletindeki Bolobardi kentinde Eş Şebab Mücahitlerinin kurduğu iki pusuda çok sayıda hükümet milisi öldürüldü, 5 kişi de yaralandı.

  • 7 ay önce

Fethu’l Mubin operasyon odası, Özgürleştirilmiş bölgelerin hedef alınmasına karşılık #idlib’in doğu kırsalındaki #serakib şehrindeki Esed militanlarını #Zuem füzeleriyle doğrudan hedef aldı.

  • 7 ay önce

Özgürlerştirilmiş bölgelerin hedef alınmasına karşılık Fethu’l Mubin operasyon odası topçuları, #Lazkiye’nin kuzey kırsalındaki #Keseb şehrini doğrudan hedef aldı. Esed milisleri safında ölülerin ve yaralıların olduğu doğrulandı.

  • 7 ay önce

Perşembe akşamı İdlib’in batı kırsalındaki Deyr Osman bölgesinde büyük bir orman yangını çıktı.

Beyaz Miğferler, 9 saatlik çalışmanın ardından İdlib’in batısındaki orman yangınlarını söndürdü.
Sivil Savunma: 9 saatten fazla aralıksız çalışmanın ardından ekiplerimiz orman yangınlarını söndürmeyi başardı.

  • 10 ay önce

“Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün, Cuma günüdür”
Cuma günü sünnetleri, Allah subhanehu ve teâlâ muvaffak kılsın.

  • 10 ay önce

İbnu’l Cevzi rahimehullah dedi ki:
“Allah bir kulu için hayr dilerse dilini, Muhammed ﷺ’e salât için kolaylaştırır.”

Bustânu’l Vaizin 1/200

  • 10 ay önce

عن ابن عباس رضي اللَّه عنهما قال: قال رسول اللَّه صلى الله عليه وسلم : “صوموا يوم عاشوراء، وخالفوا فيه اليهود، صوموا قبله يوماً، أو بعده يوم

İbni Abbas’tan (رضي الله عنهما) rivayetle, Rasûlullah ﷺ şöyle buyurdu:

Aşura günü oruç tutun. Bunda yahudilere muhalefet ederek öncesinde bir gün ya da sonrasında bir gün daha oruç tutun.

 Tahavi, şerh Meanil asar II. 78 | İmam Ahmed, el Musned I. 241

  • 10 ay önce

Şeyhu’l-İslâm İbni Teymiyye رَحِمَہُ اللّہُ dedi ki:
Aşure gününün orucu bir yılın günahlarına kefarettir. O günün tek oruç tutulması mekruh sayılmaz.
Fetava Kubrâ, 5/378.

  • 10 ay önce

“Muharrem” hürmet edilen anlamındadır. Bu ay, Peygamber ﷺ tarafından Allah’ın ayı diye nitelendirilmiştir

Müslim, Sıyam, 202; Ebu Davud, Savm 55; Tirmizi, Savm, 40.

Rasûlullah ﷺ bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Ramazan’dan sonra en faziletli oruç, Allah’ın ayı olan Muharrem’de tutulan oruçtur. Farz namazlardan sonra en faziletli namaz da gece namazıdır.”

Müslim, Sıyam, 202-203; Ebu Davud, Savm, 55; Tirmizî, Savm, 40

  • 10 ay önce

Papa’dan LGBT’ye destek!

Papa, İtalyan Giona adındaki bir transseksüelden kendisine “LGBT topluluğu ve eşcinsel evlilikler konusundaki tutumu” hakkında yöneltilen soruyu, “Tanrı bizi olduğumuz gibi seviyor” diye cevapladı!

Ardından Papa, “Tanrı her zaman bizimle birlikte yürür. Günahkâr olsak bile bize yardım etmek için yaklaşır. Tanrı bizi olduğumuz gibi sever. Bu Tanrı’nın çılgın sevgisidir” dedi.

  • 10 ay önce

Mali El-Kaide’si Cemaatu Nusretu’l-İslam ve’l-Müslimin, Mobti eyaletine bağlı Kukura köyünde Mali ordusuna, Şehid Ebu Katade Ensari’nin gerçekleştirdiği şehadet eylemiyle birlikte başlattığı operasyonda 12 milisin öldürüldüğünü, çok sayıda askeri teçhizatın ve ağır silahın ele geçirildiğini bildirdi.

  • 10 ay önce

Haftanın Tespiti: “Tecrübenin Başarısız Oluşu, Değişim Aracının Hatalı Olduğu Anlamına Gelmez”

Yenilgi, hata anlamına gelmez. Nebi ﷺ Uhud savaşında yenilmedi mi? Bu, cihadın bir hata olduğu anlamına mı gelir? Hata nerede? Uygulamada, idarede ya da hareket şeklinde olabilir, ancak cihadın bizzat kendisinde değildir.

Maalesef birçok şeyhe gidip konuştuğunuzda size, ‘daha önce bu yolu denediniz ve yarar sağlamadı’ der. Bunu yanlış bir yolla denedik, uygulama şeklinde hatalar vardı. Yeniden tekrar edilmesi gerekir, defalarca tekrarlanması gerekir; ancak doğru şekliyle ve önceki hatalardan sakınarak.

Size bir soru soracağım: Batı bize karşı yürüttüğü savaşlarında kaç kez yenildi? İki yüz sene sürecinde sekiz haçlı seferi düzenlendi, usandılar mı?Müslümanların beldelerinden
çıkarılmalarından sonra, ‘yeter, Müslümanları çözdük, bunlar yenilmeyen topluluklar. Ne zaman onlara karşı savaştıysak hepsinde mağlup olduk’ mu dediler? Bize karşı yürüttükleri saldırı hamleleri durdu mu? Yoksa tüm bu yenilgilerden sonra yeniden mi geldiler? Bu olanlardan sonra, Napolyon meşhur askeri hamlesini yapmadı mı? Napolyon hamlesinden sonra “sömürge” diye adlandırılan hamleler başlamadı mı?

Niçin küfür her gün bize karşı savaşlarında yeni bir yol deniyor ve ümidini yitirmiyor? Niçin Müslümanlar olarak bizler, bir savaşta yenildiğimizde menhecimizi ve yolumuzu değiştirmek istiyoruz?

 Şeyh Ebû Katade El-Filistini

  • 10 ay önce

İnsanlardan öylesi vardır ki: “Allah’a ve Ahiret Günü’ne iman ettik.” derler. (Hakikatte) iman etmiş değillerdir.
Bakarâ 8

  • 10 ay önce
Sevgili’nin Sözleri

بسم الله الرحمن الرحيم Allah’a hamdolsun. Salât ve selam nebilerin ve gönderilmiş Rasûllerin en şereflisine, Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e olsun. Â’line, ashabına ve ona ihsan ile tabi olanlara olsun. Bundan sonra; Bu sözler, sana tahsis ettiğim sözlerdir ey mücahid! Sınırlarda nöbet tutan nöbetçi! Allah yolundaki fedakâr asker! Bu sözler bir zamanlar zayıf düşürülmüş erkeklerden iken kafamda dolaşan sözlerdir. Ta ki Allah bana bir yol gösterdi de kurtuldum. O zamanlar sana gıpta ederdim. Seni seviyorum. Lakin seni yalnızca Allah için seviyorum. İçinde bulunduğun durumu seviyorum çünkü bu durum Allah’ı razı ediyor. Ekranlardan dahi olsa seni izlemeyi seviyorum. Seni izlerken içimde sana kavuşmanın özlemi alevleniyor ve dudaklarımdan şu dua dökülüyor: “Allah’ım! Onların karşılaştıklarının ve musibetlerinin ecirlerinden bizi mahrum etme.” Allah senin için benim kalbimde öyle bir kabul yaratmış ki senden, kahramanlıklarından ve mü’minlerin gönlüne şifa veren zaferlerinden konuşmak bana huzur veriyor. Kısa veya tekrar tekrar olsa da senden konuşmak güzel. Senden konuşurken hâlim, şairin vasfettiği bir hâle dönüşüyor: Ey bana sevdiklerimin anılarını hatırlatan Onlar hakkında muhabbet güzeldir, muhabbet onlarla güzelleşir. Onların cenabından konuşmayı benim için tekrar et Şüphesiz sevgiliden konuşmak da sevimlidir. Senin yolundaki zorlukları ve sıkıntıları düşünüyorum. Yol ki akıbetin ölüm ve sürgün. Tabi bu, esaretten ve sakat kalmaktan afiyette olursan. Delilleri biraz irdeledim. Gördüm ki Allah (azze ve celle) cihad ibadetini diğer ibadetlerden hiçbirini nitelendirmediği bir sıfat ile nitelendirmiş: “Hoşunuza gitmediği hâlde cihad üzerinize farz kılındı.”[1] Doğrusu Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şu sözünü bilmemiş olsaydım senin hâline üzülecektim: “Cennet hoşa gitmeyen şeylerle, cehennem ise nefse hoş gelen şeylerle kuşatılmıştır.”[2] Sonra anladım ki Allah’ın senin gibilere has kıldığı bu yol cennete giden en kısa ve en faziletli yol. Sonra Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şu sözünü de okuyunca bu hususta yakinim daha da arttı: “Muhakkak ki cennetin kapıları kılıçların gölgesi altındadır.”[3] Senin göğüs gerdiğin zorlukları birazcık tahmin edebiliyorum. Doğrusu bazen dağın başında bir mağaraya sığınıyorsun, kimi zaman da çöllerin en sote yerlerinde konaklıyorsun. Hatta öyle oluyor ki bu sıkıntılar seni Cuma ve cemaat namazlarından alıkoyuyor. Lakin tüm bunlara rağmen sana gıpta ediyorum! Çünkü bu dinin düşmanları ibadette ve ilimde hangi menzilede olursa olsun hiçbir Müslümandan senden korktukları kadar korkmuyorlar. Onlar kimi zaman senin yüzünden insanların karşısında ağlıyorlar. Allah’ın sana has kıldığı şu haslet mübarek olsun ey kardeşim! “İşte onların Allah yolunda bir susuzluğa, bir yorgunluğa ve bir açlığa duçar olmaları, kâfirleri öfkelendirecek bir yere (ayak) basmaları ve düşmana karşı bir başarı kazanmaları, ancak bunların karşılığında kendilerine salih bir amel yazılması içindir. Çünkü Allah iyilik yapanların mükâfatını zayi etmez.”[4] Allah içindekini daha iyi bilir ancak ben inanıyorum ki sen tüm bunları bu dinin kalbindeki yüce makamından dolayı yapıyorsun. İbn-u Ukayl şöyle söyledi: “Eğer yaşadığın zamanda insanların arasında İslam’ın makamını öğrenmek istiyorsan, cami kapılarındaki izdihamlarına aldırma. “Lebbeyk! Lebbeyk!” diye bağırmaları da seni yanıltmasın. Bunu görmek istiyorsan şeriat düşmanlarına ne yaptıklarına bak.” Kabir azabını düşünüyorum. Oradaki fitneyi… Öyle büyük bir imtihan ki Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) her namazında bundan Allah’a sığınırmış. Çünkü kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe olacak ya da cehennem çukurlarından bir çukur. Sana gelecek olursak ey kardeşim, müjdelen! “Allah Rasûlü’ne soruldu: ‘Neden tüm Müslümanlar kabirlerinde imtihan edilirken şehidler fitneye düşmüyorlar?’ Allah Rasûlü de şöyle cevap verdi: ‘Kılıçların parıltıları onların başlarının üzerinde fitne olarak yeter.’”[5] Şeklini düşünüyorum. Toz toprak içindesin. Kâfirleri kızdırmak için uzattığın saçların toza toprağa bulanmış. Her seferinde o toz ağzına ve burnuna giriyor. Kimi zaman yediğin yemeği ifsad ediyor. Fakat bunların hepsi senin müjdenin bir parçasıdır ey kardeşim! Tirmizi’nin rivayet ettiği bir hadiste Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: “Allah yolundaki toz, toprak ile cehennem dumanı bir araya gelmeyecektir.” Özellikle istinfar (dağılma) olduğu sıralardaki hâline ne kadar şaşırıyorum bir bilsen! Günler uzuyor ama sen hâlâ aynı durumda oluyorsun. Bazen güneş o kadar şiddetli oluyor ki tenin bronzlaşıyor. Kimi zaman günler geçmesine rağmen sen içeceğinin dışında su bulamıyorsun. Sıcağın kavuruculuğuna ve susuzluğun verdiği yorgunluğa sabrediyorsun. Senin bu hâlinle kanepesinde uzanmış, kahvesini yudumlayan ve erkeklerin yapabildiği hiçbir şeyi beceremeyen insanların hâlini düşünüyorum ki onlar seni düşündüklerinde şöyle söylüyorlar: “Şu sıcakta sefere çıkmayın!” O miskin keşke cehennemin daha sıcak olduğunu anlayabilse… Biliyorum, bütün dünya sana düşman ama sakın sıkılma çünkü sen Peygamberin Sünnetiyle insanların en mutlu olanısın. O, risalet görevini teslim aldıktan sonra ilk tembihlendiği husus işte buydu. Nitekim Varaka bin Nevfel ona şöyle söylemişti: “Senin getirdiğini getirmiş insanlara elbette düşmanlık edildi.” Kardeşim! Vallahi sana olan gıptam öyle bir seviyede duracak gibi değil. Çünkü senin gecen ve gündüzün abidlerin aylarından daha faziletli. Hem neden olmasın ki? Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuyor mu? “Bir gün ve bir gece sınırda nöbet tutmak, gündüzü oruçlu, gecesi ibadetli geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Şayet kişi bu nöbet esnasında ölürse, yapmakta olduğu işin ecri ve sevabı kıyamete kadar devam eder, şehid olarak rızkı da devam eder ve kabirdeki sorgu meleklerinden güven içinde olur.”[6] Bundan daha yüce olanı ise, mücahidin cihad hayatında geçirmiş olduğu her dakika, oturanların namazından ve orucundan daha faziletlidir. Zira Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)’e soruldu: ---“Cihada ne denktir, ey Allah’ın Rasûlü?” ---“Siz ona güç yetiremezsiniz.” Soru tekrar sorulunca şöyle cevap verdi: ---“Allah yolundaki mücahidin misali, (gündüzleri ve geceleri) hiç ara vermeden oruç tutup namaz kılan, Allah'ın ayetlerine de itaatkâr olan ve Allah yolundaki mücahid, cihaddan dönünceye kadar namaz ve oruçtan hiç gevşemeyen kimse gibidir.”[7] Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) atını Allah yoluna tahsis eden kişinin atının bevline, tozuna ve pisliğine karşılık ecir alacağını haber veriyor. Düşün ki bu atını Allah yoluna tahsis eden kişinin hâli. Kim bilir nefsini bu yola tahsis edenlerin hâli nicedir! Ekranlarda suretini görüyorum. Kalbindeki mutluluğu hakiki manada tabir eden bir tebessüm ile nazar ediyorsun. Doğrusu şöyle sormadan edemiyorum: “Bu adamlar dünya âlem kendilerine düşman iken, korku ve zayıflık kendilerinden ayrılmayan bir olgu iken, nasıl bu kadar mutlu ve huzurlu olabiliyorlar?” Sonra Allah Rasûlü’nün şu hadisini hatırladım: “Allah yolunda cihad edin! O, cennetin kapılarından bir kapıdır. Allah onunla sıkıntıyı ve kederi giderir.”[8] Mü’minler, mağfireti elde edebilmek için hummalı bir çalışma içerisindeler. Lakin sen öyle bir yol seçmişsin ki o, hataları siliyor. Hatta Allah seni muvaffak kılarsa seni arşın altında Allah (azze ve celle)’nin misafirliğine ulaştıracak. Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Ölüler üç çeşittir: 1- Mü’min bir insan Allah yolunda evinden çıkmıştır. Düşmanla karşılaşmış ve öldürülene kadar savaşmıştır. İşte bu, imtihana uğramıştır. Bu kişi arşın altında, Allah (azze ve celle)’nin misafirliğindedir. Nebiler ancak Nebi oldukları için bu kimselerden üstündür. 2- Mü’min bir insan da salih ameller işlemiştir ve günahlar irtikâp etmiştir. Düşmanla karşılaşmış ve öldürülene kadar savaşmıştır. Bu ölüm onun için günahlarını ve hatalarını döken bir gargara gibidir. Çünkü kılıç günahları siler. Bu adama cennetin hangi kapısından girmek istiyorsan oradan gir denilir. Cennetin sekiz kapısı vardır, her birisi diğerinden daha güzeldir. Cehennemin ise yedi kapısı vardır. 3- Münafık bir insan malıyla ve canıyla çıkmıştır. Ölene kadar savaşmıştır. Bu ise cehennemdedir. Çünkü kılıç nifakı silemez.”[9] Allah (azze ve celle)’nin veli kullarını övdüğünü, onları sevdiğini ve onlar tarafından da sevildiğini haber verdiğini gördüm. Ayrıca onları mü’minlere karşı alçakgönüllü, kâfirlere karşı izzetli olarak nitelendirdiğini gördüm. Doğrusu senden başka kimseyi bu sıfatlara layık göremedim. Hiç kâfirlerin boyunlarında kılıcı istihdam etmekten daha büyük bir azizlik var mıdır onlara karşı? Veya mü’minler için canını ortaya koyan kimseden daha fazla kim onlara karşı alçak gönüllü olabilir? İnsanların çoğunun sana düşmanlık ettiğinin farkındayım. Hatta kendileri için kıyam ettiğin din kardeşlerin dâhil sana düşmanlık ediyorlar. Bazıları seni sırtından vuruyor ve seni ayıplıyor. Kimileri minberlerden adını karalıyor. Onlardan kimileri sana suratını asıyor, selamını almıyor. Hatta bazıları senin başına gelen musibetlerden dolayı sevinç duyacak duruma gelmiş. Senin onlarla durumun şairin dediği gibi bir hâl almış: “Ben onun hayatını kurtarmaya çalışıyorum, o ise beni öldürmeye…” Tüm bunlara rağmen sen yoluna devam ediyorsun ve acılara süzme bal gibi katlanıyorsun. Bu nedenle sen bu ümmet içerisinde Allah’ın velisi olmaya en layık olansın: “Allah yolunda cihad ederler ve kınayıcının kınamasından korkmazlar.” Bu nedenle sen Taifetu-l Mansura’dan olmaya en layık kişisin: “Onlara muhalefet edenler ve onları yüzüstü bırakanlar onlara zarar veremezler.” Kardeşim, müsaadenle sana bazı nasihatlerde bulunmak isterim. Kimi zaman faziletli olan efdal olana nasihat edebilir. Nitekim aramızda nasihat almayacak derecede kimse yok. Hamdolsun ki aramızda nasihat edemeyecek durumda da kimse yok. Kardeşim, öncelikle sürekli niyetini kontrol et. Çünkü niyet sabit olmaz. Sana amelinden ancak niyet ettiğin kadarı kalacak. Aç kurtlar insanın dinini ifsad edinceye kadar ona musallat olurlar. Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: “Kişinin dininde mala ve şöhrete olan düşkünlüğü sürü içerisine yollanmış iki aç kurttan daha tehlikelidir.”[10] Zaten bu husus kimilerinin sapmasındaki en büyük faktör oldu. Baktığımız zaman kişi önce Allah için cihad ediyor. Ondan sonra işin içine nefis karışıyor. Ondan sonra kişinin bir ganimete bir de emirliğe gözünü diktiğini fark ediyorsun. Sonra kişi artık sadece kendisine isabet edecek mal ve emirlik uğrunda savaşmaya başlıyor. Ve devamında sadece nefsinin tatmin olduğu zamanlarda cihada iştirak eder hâle geliyor. Artık ganimetin olmadığı ve yönetilen konumda olduğu durumlarda ise mücahidleri sırtından vurmak ve onların ayıplarını dillendirmekle uğraşır. Kimi zaman bunu takva ve şefkat elbisesinin arkasına gizlenerek yapar; böylelikle yaptığı gayrimeşru olan amellerine şer’î bir kılıf bulur. Bu insanların durumu; kalbinde bu cümleleri gizleyen lakin sıtmayı cihaddan geri durmak için bahane eden bedevinin durumu gibidir. “Biz hükümdarlığa, ona göre daha çok hak sahibiyken ve ona bir mal (servet) bolluğu verilmemişken, nasıl bizi (yönetmek üzere) hükümdarlık (mülk) onun olabilir?”[11] Düşmanla karşılaşmadan önce imkân dâhilindeki bütün tedbirleri al. Askerlerini ve mühimmatlarını bu hâller için devamlı hazır tut. Yorgunluğun derecesinde başarı gerçekleşir. Allah’tan alenen yardım gören Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) bile bu hususta elinden gelen bütün imkânları kullanmıştır. Kendisi bir kere bile kendi ihmalinden dolayı yara almadı. Bunların hepsi bütün ordularda olabilecek ferdî hatalardı. Lakin o, yapılan hatalardan ders alır ve tekrarlanmaması için gayret ederdi. Sakın ola ki Allah’ın sana müyesser kıldığı maddi imkânlarla gururlanma! Bunlar zaferi yakınlaştırmaz. Unutma! Dilediğine yardım eden Allah (azze ve celle)’dir. Kalbini Allah’a bağla ve O’na tevekkül et! “Kim de Allah'a tevekkül ederse O, ona yeter. Elbette Allah, Kendi emrini yerine getirip gerçekleştirendir.”[12] Amerika’yı görmüyor musun? Dünya üzerinde var olan bütün harp imkânlarını elinde bulundurmasına rağmen Allah onlar için hezimeti murad etti. Bugün onlar hezimetten hezimete doğru sürükleniyorlar. Önce Irak, sonra Afganistan… Allah’a tevekkül ettikten sonra imkânları istihdam et. Unutma! Onlar Allah’ın senin için murad ettiğini senden alıkoyamazlar. Tevekkülün kalbinde yer etmesi için sebeplerin Rabbine dua et. Duada ısrarcı ol. Tevekkülü kalbe bunlar gibi kazıyan başka bir şey yoktur. Çünkü bu ameller senin gücünden ve kuvvetinden beri olup gücün ve kuvvetin Rabbine sığınmanı sağlar. Duada yalnızca Allah hakkında hüsn-ü zan besleyenler ısrarcı olurlar. Ki bu nedenle dua ibadetin ta kendisidir. Sakın ha sakın, başın dara düştüğünde en son Allah’a yönelme! Sıkıntın sırasında çaldığın ilk kapı Allah’ın kapısı olsun. Kim ihtiyacını Allah’tan önce mahlûktan talep ederse Allah onu onlara bırakır. Kim de ihtiyacını Allah’tan isterse Allah ona muhtaç olduğu şeyi musahhar kılar. Allah’ın gücüne ve kuvvetine olan imanının artmasını sağlayacak olan hususlardan bir diğeri ise, kararlarında istihare yapmayı sakın ihmal etme. İstihare, âlemlerin Rabbi ile istişare yapmaktır. O, gizliyi ve açık olanı bilir. Askerlerini bir amele süreceğin zaman muhakkak istihare yapmış ol. Kardeşim! Yolun uzun ve meşakkatlidir. Bu yolda azığa ihtiyaç duyacaksın! “Azık edinin, şüphesiz azığın en hayırlısı takvadır.”[13] Salih amellere yoğunluk göster. Hedefin cennetin sekiz kapısından da çağırılmak olsun. Nafile ibadetlere ve düzenli Kur’an kıraatine vakit ayır. Eğer buna gücün yetmez ise en azından ayda üç gün nafile oruç tutmayı ihmal etme. Unutma! Yemek yemeyi terk etmek vücudu zayıf düşürür. Salih amellerin terki ise ıslah olmanın merkezi olan kalbi fesada uğratır. Sakın ha, cihad ibadetinin ecrinin yüceliğine aldanıp salih amellerde gevşeklik gösterme! Bu, insanı kendini beğenmeye iter. Hem nereden biliyorsun Allah’ın cihad ibadetini senden kabul ettiğini? Kimi zaman kısa saniyelerde kalbe sirayet eden bir böbürlenme cihad içerisinde geçirilmiş uzun seneleri tarumar eder. Allah temizdir ve ancak temiz olanı kabul eder. Bilemezsin, belki de senin cennete girmene sebep olacak olan amel Müslümanların yolundan kaldırdığın bir eziyet veya kediye yahut köpeğe içirdiğin bir avuç su olabilir. Kardeşlerine tebessüm etmen dahi olsa hayır olan hiçbir ameli hakir görme! Sakın savaş bulduğu zaman savaşan, bunun dışındaki vakitlerde Kîl-u Kâl (dedikodu) ile geçiren insanlardan olma. Doğrudur, cihadın ve ribatın ecri büyüktür. Ancak iki ameli cem etmeye kadir olduğu hâlde biri ile meşgul olan kişi aldanmıştır. Münker olan hiçbir ameli hakir görme, ey din kardeşim! Senin gözünde küçük olan şey Allah’ın yanında yüce olabilir. Kimi zaman günahlar küçük görüldüğü için büyür. Unutma! Sen bir nöbet bölgesindesin. Senin işlediğin bir günah bu nöbet bölgesini tarumar edebilir. Sen farkında değilken ümmet senin cenabından yara alabilir. Malumdur ki Huneyn günü ordunun büyük bir kısmı arkalarını dönüp kaçtılar. Onların kaçmasının sebebi aralarından bazılarının güçleri ile böbürlenmeleriydi. Maazallah, bu böbürlenme Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den veya onun değerli sahabesinden sadır olmamıştı. Ancak bazı fertlerin kalbine sirayet eden bir böbürlenmeydi. Lakin neredeyse bunun akıbetini bütün bir ordu çekecekti. Sakın şeytan seni şehadet ile ve günahlarının bağışlanacağı rahatlığı ile günahlara sürüklemesin! Hem nereden biliyorsun Allah yolunda öleceğini? Kimi zaman seneler uzar ve yatağında ölebilirsin! Velev ki savaş meydanında öldün. Kim sana kabul garantisi verebilir? Malumdur, Allah Rasûlü ile birlikte cihad edip cenk meydanında ölen bir insan ganimetten çaldığı bir meta yüzünden cennetten mahrum oldu. Sakın Allah’ın tuzağından emin olma! Allah’tan ancak hüsrana uğrayanlar emin olur. Olur da münker işlersen tevbe etmekte acele davran! “Ve ‘çirkin bir hayâsızlık’ işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir.”[14] Mü’minlerin kalplerine kimi zaman bıkkınlık ve sıkkınlık sirayet eder. Bu problemin izale edilmesi de elzemdir. Hiç şüphesiz kalplere sirayet eden sıkkınlık hissiyatını zikir halkalarından daha hızlı hiçbir şey izale edemez. Bu oturumları melekler kuşatır, Allah bu meclislere iştirak edenleri yanındakilere övgüyle anlatır ve o meclislere iştirak edenlere mağfiret edilir, velev ki mecliste onlardan olmayanlar bulunsa bile. Sakın şöyle bir zanna kapılma; “Zikir halkaları sadece âlimler veya ilim talebelerinin varlığında oluşur.” Her mü’min, içerisinde Allah’ın anıldığı, haramların sakındırıldığı ve vaciplerin emredildiği, salih amellere teşvik edildiği zikir meclisleri oluşturabilir. Sakın ha meclislerimiz içerisinde Allah’ın anılmadığı eşek leşinin üzerinden kalkılan meclislere dönüşmesin! Ebu Hureyre (radiyallahu anhu) şöyle rivayet ediyor: “Her hangi bir kavmin Allah’ı anmadan kalktıkları meclisler sanki eşek leşinin üzerinden kalkmış insanların meclisleri gibidir. Ve bu onlar için kıyamet günü hüsran olacaktır.”[15] Kardeşim! Kardeşlerinle güzel muaşeret içinde ol. Onlara karşı alçak gönüllü ve ahlaklı davran. Bu, onlara karşı zillettir. Ki bu zillete en çok sen layıksın. Eğer sende kâfirlere karşı bir sertlik zikrediliyorsa sakın bu ahlakın sana galip gelmesin! Ola ki mü’minlere böyle davranmayasın. Allah sana bir zafer nasip ettiğinde sakın ola ki Allah’ın senin üzerindeki nimetini unutup onun kullarına karşı cebbarlaşma! Allah (azze ve celle) şöyle buyurmaktadır: “İşte ahiret yurdu; Biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere (armağan) kılarız. (Güzel) Sonuç takva sahiplerinindir.”[16] Allah Rasûlü’nün yaptığı gibi yap. O, Mekke’yi fethettiğinde başı eğik girdi. Neredeyse çenesi boynuna değecekti. O, nefsini rahatlatmak için zafer kazanmadı. Sadece Allah’a savaş açanlardan intikam aldı. İslam’ını umduğu kimselere eman verdi. Zafer, ancak takvanı ve tevazunu arttırsın. Çünkü bu yalnızca Allah’ın fazlıdır. Fazlı Allah’a nispet et. Mütevazı davran. Kim Allah’a karşı mütevazı davranırsa Allah onun derecesini yükseltir. İslam kardeşim! Dinle ve itaat et! Bununla cemaat olmanın bereketi ortaya çıkar. Senin bakış açına muhalefet etse bile dinle ve itaat et. Toplulukta bereket, parçalanma ve bölünmede ise şer ve kırılganlık vardır. Bununla güç dağılır ve mağlubiyet kaçınılmaz olur. Sakın ha sevdiği şey emredildiği zaman itaatkâr bir duruş sergileyen, sevmediği bir durum emredildiğinde yapmayan veya sıkıla sıkıla yapan insanlardan olma. Bu sıfat nefsini Allah’ın rızasını elde etmek için satan insanların sıfatlarından değildir. Şehadeti çok istesen bile emre itaatten zerre miktarınca uzaklaşma. Hiçbir nefis nerede öleceğini bilemez. Sen nefsini sattın kardeşim, sakın ha bu ticarette yanlış yapma! Boyun eğ! Sen şartsız bir şekilde sattın nefsini. Unutma! Senin emirinin sırtında zaten yeterince yük var. Ki o bu taşıdıkları sebebiyle insanlardan ne bir karşılık ne de bir şükür bekliyor. Sen taşıdıklarına yardımcı ol. Sakın ha taşıdığı şeylerden bir tanesi de sen olma! Unutma! Sen elini emirinin eline bey’at etmek için koyduğunda ona itaat etmeyi Allah’a itaat etmek olarak gördüğün için koydun. Allah’a emire itaat ederek ibadet et ki kıyamet günü karşılığını göresin. Sakın ola ki itaatin iplerini hevanın ellerine teslim etme! Allah Rasûlü’nün anlattığı köle gibi ol. Sulama emredildiğinde sular. Koruma emredildiğinde korur. Hangi mekânda olduğunu çok önemsemez. Buna rağmen insanlar onu kale almaz. İzin istese izin vermezler. Aracı olmak istese aracılığı kabul edilmez. Kimse de onun için aracı olmaz ve ihtiyacı giderilmez. Lakin buna rağmen o itaat eder. Kalbini Allah’a bağla! Sürekli korku içerisinde ol. Sonunun kötü olabileceği ihtimalinden kork. Bu yolda düşenler çoktur. Yolda yürüyen şerefli ve heybetli insanların sapkınlıkları senin bu husustaki korkunu arttırsın. Baksana, ilimde ve ibadette müthiş derecelere ulaşanlar sapıttılar. Kimileri Allah için cihad ederken bir ömür harcadılar. Peki, bunun sebebi ve sırrı nedir? Tek sırrı, kalpler Rahman’ın iki parmağı arasındadır. Onları dilediği gibi çevirir. Belki de bu insanlar kalplerinde ihmal ettikleri bir hastalık sebebiyle bu hâle geldiler. “Ne zaman ki saptılar Allah da onların kalplerini saptırdı.”[17] Kalplerde olanı ancak görünmeyenleri gören Allah bilir. Rabbimiz, bizim üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımızı sabit kıl. Kâfir topluluğa karşı bizlere yardım et. Allah’ım, bizlere hakkı hak olarak göster ve ona tabi olmayı kolaylaştır. Batılı da batıl olarak göster ve ondan uzaklaşmayı nasip et. Rabbimiz, bizlere dünyada ve ahirette güzellikler ihsan eyle ve bizleri ateşin azabından muhafaza et. Davamızın sonu âlemlerin Rabbine hamd etmektir. Tercüme: Ebu Mervan El-Halili [1] Bakara Sûresi 216 [2] Buhari, Müslim [3] Buhari, Müslim [4] Tevbe Sûresi 120 [5] Nesai; El-Elbani tahsis etti. [6] Müslim [7] Müslim [8] Ahmed [9] Ahmed; El-Elbani sahihledi. [10] Tirmizi [11] Bakara Sûresi 247 [12] Talak Sûresi 3 [13] Bakara Sûresi 197 [14] Al-i İmran Sûresi 135 [15] Ebu Davud [16] Kasas Sûresi 28 [17] Saff Sûresi 5 Şehid Şeyh İbrahim Er-Rubeyş