Hak ile Batılın Misali

Allah Gökten bir su indirdi de dereler kendi miktarınca çağlayıp aktı. Sel de yüze vuran bir köpük yüklendi. Bir süs veya bir meta sağlamak için ateşte üzerine yakıp-erittikleri şeylerde de bunun gibi bir köpük vardır. İşte Allah, hak ile batıla böyle örnekler verir. Köpüğe gelince, o atılır gider, insanlara yarar sağlayacak şey ise, yeryüzünde kalır. İşte Allah örnekleri böyle vermektedir. (Ra’d Sûresi, 17. Ayet Meali)

Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Rasûlullah’a salât ve selam olsun.

Ra’d sûresi kâinatla ilgili ayetlerin zikriyle doludur. Sûrede, semanın yükseltilmesi, güneş ve ayın insanlara musahhar kılınması, yeryüzün yayılması zikredilmiştir. Yine, dağlar ve nehirlerden bahsedilmiş ve -kaynağı bir olmasına rağmen- yaratıklardaki türlülükle Allah’ın azametine dikkat çekilmiştir. Aynı su ile sulanmalarına rağmen farklı meyvelerin çıkması bunun örneklerindendir. İnsanın gözü önünde şimşek ve yıldırım gösterilmiş ve bunlarla korkutulmuştur. Bulutlarla minnette bulunulmuştur. Kâinatla ilgili bu ayetler, Allah’u Teâlâ’nın şu buyruğu ile son bulur: Göklerde ve yerde her ne varsa -isteyerek de olsa, istemeyerek de olsa Allah’a secde eder. Sabah akşam gölgeleri de (O’na secde eder).1

Yaratma ve oluşturmayla, yine yasaklama ve teşvikle ilgili olan şer’i emrin kader yönü tek bir merciden olunca -ki bu Allah’u Teâlâ’dır-, insan için gayp olan, bilmediği ya da düşmanı olduğu meselelerin; gördüğü, hissettiği ve şahidi olduğu örneklerle anlatılması gerekmiştir. Böylece sunum daha etkili olacak ve aynı zamanda bir şahit ve kendisi için bir hüccet olacaktır.

İşte burada Kur’an’ın yüce misali gelmektedir: “Semadan su indirdi… Allah misallerini böyle verir.”

Misal ve misaller:

Misal, kelamın süsü, kelimelerin özü ve manaların güzelliğidir.2

İmam Cürcani (rahimehullah) şöyle der: “Bilmelisin ki, akıl sahibi kimselerin ittifak ettikleri konulardan birisi de şudur: Misallendirme, manaların akabinde geldiğinde veya sunumda kısa bir şekilde belirginleştiğinde, asıl şekli alıp kendi şekline sokabildiğinde; ona güzellik elbisesi giydirir, menkıbelik kazandırır, değerini artırır, ateşini çoğaltır, nefislerin harekete geçmesinde gücüne güç katar, kalpleri kendisine cezbeder, uzak ülkelerdeki zihinler ona akarak gelir, tabiatlar ona tutkuyla bağlanır… Eğer bu vaazsa, gönül için daha şifalı, düşünme için daha etkili, uyarı ve mende daha tesirli; perdenin kaldırılıp amacın görülmesine, hastanın iyileşmesi ve susuzun susuzluğunun giderilmesine daha uygundur.”3

Bu Kur’an ayeti, parlayan bir incidir. Neresinden gelirsen gel, onu bir nur ve ışık olarak bulursun. Allah’a yemin olsun ki, eğer bu dünyadaki bir mahlûk olarak belirecek olsa, insanlar onu, pürüzü olmayan bir mücevher olarak görürlerdi. Yüzü saf olduğu gibi içi de saf olan bir mücevher. Onun yüz yönü vardır, nasıl gelirsen ve hangi yönünden bakarsan, seni şaşırtacak yönleri…

Bu ayetin misallendirmesi üzerinde durduğum kadar, başka manalı misaller üzerinde durduğumu hatırlamıyorum. O, tüm noksanlıklardan münezzehtir. Kelamı ne kadar yüce ve ne kadar güzeldir!

Ayette, Rabbin mahlûkatını yaratmasındaki hikmetinin delili bulunmaktadır. Bu, mahlûkatın -türleriyle birlikte- imtihan ve fitne için yaratılmış olmalarıdır.

Ayette, bu dünyada sünnetlerin/kanunların cereyan ettiğinin delili vardır. Bazen fiil rabbe isnat edilmiştir: “İndirdi”. Bazen de mahlûka isnat edilmiştir: “Yakıyorlar.” Meşhur olan diğer kıraatte ise: “Yakıyorsunuz” geçmektedir. Onun kanunları değişmez.

Ayette, hayrın şer getirmeyeceği, ancak şerrin bu hayatın ondan ayrılamayacağı ve yaşamın onsuz düşünülemeyeceği bir kaderi olduğu ifade edilmektedir: Gökten bir su indirdi de dereler kendi miktarınca çağlayıp aktı.

Ayette, insanlara faydalı olan bazı şeyler vardır ki bunlar, yaratılışın aslında olduğu gibi kaderi fıtrat üzerine kurulmamıştır. Bilakis bu maksatların gerçekleştirilebilmesi için insanın çalışması gerekmektedir. Bir süs veya bir meta sağlamak için ateşte üzerine yakıp-erittikleri şeyler…

Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) döneminde hurma ağaçlarının aşılanması olayı hatıralarımızdan çok uzak değildir.

Ayette, -farklı ve türlü olsalar da- yaratıkların birliği ve yaratıcının tek olduğu ifade edilmektedir. Birinci misal, suludur. İkinci misal ise, ateşli.

Yine bunların dışında birçok manalar bulunmaktadır. Ancak ayetteki en büyük mana: Allah, hak ile batıla böyle örnekler verir kısmındadır.

Hakkın batıl karşısındaki konumu ve batılın hak karşısındaki konumu, hak ile batılın misali ve kimin galip geleceği…

Batıl, üste çıkan köpüktür: İmtihan ve sınama için Allah’u Teâlâ’nın mahlûkatına koymuş olduğu kader ve fitnelerinden birisi de, köpüğün üste çıkması, kendisini büyük göstermesi, şekil olarak şişmesi ve başkalarına karşı büyüklenmesidir. Bununla birlikte onun içi, boş, değersiz, ruhsuz ve hayatsızdır. Bu konumuyla toplumları fitneye düşürmekte, gözlerini ve bakışlarını çelmektedir. İnsanlarda onunla birlikte zahiri bir yüceliğe ulaşmayı isteyerek ve onun yükselip büyüdüğü gibi yükselmeyi umarak ona boyun eğer ve onun karşısında alçalırlar.

İşte bu köpük, eşyanın döküntüsü ve enkazıdır. Yerin pisliği ve çöpüdür. Eşyanın atık ve değersizidir.

Bu köpük, ucuz kabuktur. Hiçbir faydası ve değeri olmayan fazlalıktır. İnsanların ihtiyaç duymayıp almadıkları ve onlardan kurtulmak için Allah’ın rahmetini bekleyerek yol kenarına attıklarıdır…

Allah’a yemin olsun ki evet, batıl budur, bunlarda ehli ve adamları…

Lakin bu cahil nefisler gerçekleri nasıl görebilecek, görüşleri bu aldatıcı perdeleri yırtıp varlığın hakikatine nasıl vakıf olabilecek?

İnsanlar şöyle dememişler miydi: Keşke, Karun’a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir.

Mahlûklar ne kadar da zayıf. Yalancı görüntüler karşısında düşüşleri ne kadar da hızlı.

Zamanımızda, şer büyüdü ve şişti. Yeryüzündeki mekânları ve hayatın zamanını doldurmaya başladı. İnsanların gözlerini ve kalplerini onun çehreleri doldurmakta.

Şer, kral ve yönetici oldu. Onun, yaptıklarını insanlara süslü gösteren, kalplerini korku ve sevgiyle dolduran sihirbazları vardır. Onlar şöyle derler:

Yöneticimiz, Allah yöneticimizi korusun! O olmasaydı biz doğmazdık. Öyleyse yöneticimizin yolunda ölmeliyiz.

Yöneticimiz, Allah yöneticimizi korusun! O olmasaydı, yiyemez, içemez, yemeklerimizin tadı olmaz, içeceklerimiz içilmez olurdu.

Yöneticimiz, Allah yöneticimizi korusun! Bize şeref ve özgürlük veren odur.

Yöneticimiz, Allah yöneticimizi korusun! Onun bereketiyle kadınlarımızın nesli çoğaldı.

Yöneticimiz, yöneticimiz… Allah’ın laneti yöneticimiz üzerine olsun. Allah’a yemin olsun ki, o sadece üste çıkan köpüktür.

Batıl, fahişe ve pezevengi oldu. Lakin yükseldi ve bir yıldız ve kahraman oldu. İnsanların hayatlarını ezberledikleri, şekil ve sıfatlarını inceledikleri, adım adım taklit ettikleri önder ve örnek oldu. Hatta köpek gibi havlayacak olsa, kulları da onun gibi havlar oldular.

Gözünü çevir ve düşünceni gezdir. Ne görürsün garip kardeşim. Bunlar, her geçen gün daha da şişen hava kabarcıklarıdır.

Müslümanlar bu köpüklere bağlanınca, onun hukukuna yönelince, halleri ne oldu, işleri ne ile son buldu? Selin önündeki çerçöp…

Evet, onlar alçak ve ucuz köpüğe bağlanan çerçöptürler. Anlaşılmaz sözlerle bağırıyorlar: Biz daha yüksekteyiz… Biz daha yukarıda değil miyiz, her şeyin meyvelerinin bizim için devşirildiği konumda değil miyiz? Yeryüzünün kaynaklarını yiyor, mallarımız, petrolümüz ve altınlarımızla, istediğimiz yerden istediğimiz şeyi alabiliyoruz. İşte en kolay ulaşım araçlarına biniyor, en güzel yemekleri yiyor ve en kaliteli elbiseleri giyiyoruz!

Bundan dolayı, cehennemde oldukları halde cennette olduklarını zanneden topluluklar arasında, İslam ehlinin bu günlerdeki hali gibisini göremezsin. Orada basın, zındık davetçiler ve sarıklı şeyhlerden oluşan sihirbazlar, saptırma ve akılları bozma işini yürütmektedirler. Onlar gece gündüz şöyle bağırırlar: Ülkemiz çok iyidir. Durumumuz, bu halinden daha iyi bir halde olamaz. Yöneticimiz iliklerine kadar bilinçle doludur. Ülkemiz güven içerisindedir. Bundan başka daha ne istiyorsunuz?

Daha kalıcı ve daha güçlü olan haktır:

Allah (azze ve celle) Hak olan çağrı yalnızca O’nadır. Onların Allah’tan başka çağırdıkları ise, onlara hiç bir şeyle cevap veremezler. Onların durumu yalnızca, ağzına gelsin diye, iki avucunu suya uzatanın boşuna beklemesi gibidir. Oysa ona gelmez. İnkâr edenlerin duası, sapıklık içinde olmaktan başkası değildir.”4

Hakka tabi olan ve bağlanan ise “Yanında Allah’ı bulmuştur ve Oda onun hesabını tam olarak vermiştir.” Allah (azze ve celle) “Apaçık haktır.”

İnsanların arasındaki cahillerin haktan yüz çevirip ona tabi olmamalarının sebeplerinden biriside, hakkın zayıf olduğunu, az faydası olduğunu, ona bağlananların ancak hüsran ve yok olduklarını zannederek bunu benimsemenin getireceklerini ve onun gerekliliklerine bağlamayı zor görmeleridir. Buna karşın, görünümü çokluk ve kuvvet, yükseklik ve yücelik olanı kabul etmektedirler. Çünkü nefislerin cahilliklerinden birisi de, yakın olana bağlanıp zahir ile aldanmaları, manalara ve gizli hakikatlere ise dalmamalarıdır. Sadece kısa bir süredir, sonra hakikat ortaya çıkacak ve batıllarının ruhu olmadığı, zayıf ve yok olacağı, çokluğunun ise sadece su köpükleri olduğunu anlayacaklardır. Ve hak, ezici gücüyle ortaya çıkıp batılın setlerini bir tufan gibi darmadağın edecektir. Allah’u Teâlâ’ya bağlanmanın izzetiyle ve müminlerin ona vefasıyla yücelecektir. Ehlinin kalplerinde kökleşmesiyle gücü daha da artacaktır. İnsanlar onlara karşı tek bir yaydan atsalar da, ondan vazgeçmeyeceklerdir. Kabirlerine gidene dek o kalplerinden gitmeyecektir. Ruhları bedenlerinden ayrılana kadar ondan ayrılmayacaklardır. O, onlara ve kalplerinin derinliklerine o derece karışmıştır ki, adeta onda, ruhun cesetteki konumunda olmuştur. O, onların kalplerinde ve akıllarında kökleşmiştir.

Hak, hiçbir şeyin engel olarak duramayacağı şiddetli bir seldir. Yöneldiğinde, aydınlık bakımından fecrin kılıcı gibidir. Karanlığı yarıp boğazlar. Batılın sahip olduğu tek şey ise, elindeki kalburuyla nuru örtmeye çalışması olacaktır. Onlar, Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, kendi nurunu tamamlayıcıdır; kâfirler hoş görmese bile.

Hak, hayatı aydınlatan ışık, yeryüzünü sulayan sudur. Bununla yerin bereketleri çıkar, ruhlar hayat bulur, hastalıklar şifa bulur. Kalıcı olan haktır. İnsanlara yarar sağlayacak şey ise, yeryüzünde kalır. Tabilerinin azlığı ya da zayıflıkları sebebiyle hak ehlinin hakkı hakir ve küçük görmemeleri gerekir. Bilakis onunla izzetlenip batıldan üstün olmaları gerekir. Zira hak ile olan az, çoktur. Allah’u Teâlâ’nın şu buyruğunda olduğu gibi: “Az olan nice topluluklar Allah’ın izniyle çok topluluklara galip gelmişlerdir. Allah sabredenlerle beraberdir.” Yine şöyle buyurmaktadır: “Eğer sizden sabreden yüz kişi olursa, iki yüz kişiye galip gelir.”

Burada basiret ashabının gafil olmaması gereken önemli bir nokta vardır. Bu, şeytan ve askerlerinin yalancı görünümlerini ve yükselen köpüklerini şişirmeye çalışmalarıdır. Bunu, basın mensuplarından olan hatip ve edebiyatçılarıyla, insanları ondan meşgul etmek için yaparlar. Böylece hak ehline hakları karmaşık bir hale gelecektir. İşte sende görmektesin ki yazılı ve görsel basın insanların gözlerini, kulaklarını, akıllarını ve kalplerini batıl ve hiçbir değeri olmayan olaylarla doldurmaktadırlar. Bir fahişenin ölümü, insanları meşgul edip dünyayı doldurmaktadır. Bir kedi ya da köpeğin doğması, gazete sayfalarına geçmektedir. Bir fahişenin kendisi gibi birisiyle evlenmesi haberi, insanların evlerine ve haremlerine kadar girmektedir…

İster cihad ve mücahidlerin haberleri olsun, ister âlim ve salihlerin ölümü ya da davetçi mü’min’lerin hapsedilmesi olsun, bu türden büyük ve yüce haberlere ve yüce imanlarla ilgili olaylara gelince, onların haberlerini hisseden ya da onlar için sızlayanı çok az işitirsin. Hatta Müslümanların bu haberlerden yüz çevirdiklerini ve hatta onları küçük gördüklerini görürsün. Çünkü bu haberlerin dünya haberleri olmadığını ve batının gazete ve ekranlarının bunları benimsemediğini iddia ederler. Adeta küresellik ve gücün ölçüsü, zındık ve şirk ehlini meşgul eden şeyler olmuştur!

Allah bize yeter O ne güzel vekildir.

Müslümanın üzerine düşen, yalnızca hak ehli, onların amelleri ve haberleriyle meşgul olmaları ve herhangi bir Firavunun ölümüne değer vermemeleridir. Onlar için ne gök, ne yer ağlamadı ve onlar mühlet verilenler de olmadı.5

Allah için şu Firavun’un değerine bir bak! Tüm bunlar Kuran’ın edebiyatı ve iman yoludur. İbrahim (aleyhisselam) tek başına bir ümmetti. Yeryüzünde O ve zevcesinden başka mümin yoktu. Bununla birlikte o tek başına bir ümmet, diğer insanlar ise çerçöp ve hiçbir değeri ve kıymeti olmayan köpüklerdi.

Allah’u Teâlâ’nın kaderi ve yolu budur. Kim hakka bağlanırsa, Allah’ın terazisinde ağır olur. Kimde onu terk ederse, hiçbir değeri olmayan bir ölü olur. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şu buyruğuyla ne kadar da doğru söylemiştir: “Rabbini zikredenle zikretmeyenin misali, ölüyle dirinin misali gibidir.”

Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’adır.

Mütercim: Muhammed Atta


1 – Ra’d: 15

2 – El-Akdu’l-Ferid; İbn Abdu Rabbeh: 3/63

3 – Esraru’l-Belağa: 92-96

4 – Ra’d: 14

5 – Duhan: 29

Şeyh Ebu Katade el-Filistini

Son Güncelleme: 1 yıl önce