Cahiliyye

Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a, salât ve selam Rasûlullah’a, ehli beytine, ashab-ı kiramına ve yolunu takip eden bütün mü’minlere olsun. Günümüz insanı senelerce okul okumakla, üniversiteler bitirip doktora ve mastır yapmakla birlikte televizyon, radyo, internet, gazete, dergi ve kitap gibi iletişim ve kültürel araçları kullanmak suretiyle de kendini geliştirmektedir. İnsanoğlunun her gün artan bilimi kullanarak teknolojik icatlara bir yenisini ekleme suretiyle bugün geldiği nokta korkunç boyutlara ulaşmıştır. İnsanın başını döndürecek bu teknolojik gelişimle beraber ne yazık ki insanoğlu genel anlamda büyük bir cahiliyye içerisinde yaşamaktadır. Ancak bu durumdan Allah’a iman etmiş Müslümanları istisna ederim. Bilimde bu kadar ilerlemiş insana cahilliği nasıl ve niçin nispet etmekteyiz?(!) Cevabını Allah’ın izni ve yardımıyla izah etmeye çalışacağım. Cahiliyye tabiri cahillikten türemedir. Cahillik; bir şeyi yanlış bilmek ve ona hakikati dışında inanmak anlamını taşır. Cahilliğin iki çeşidi vardır: Basit cahillik ve Mürekkep (Kurulu) cahillik. Basit Cahillik: Bir kimsenin bir şeyi bilmemesi ve bilmediğini itiraf etmesine basit cahillik denir. Mürekkep (Kurulu) Cahillik: Bir kimsenin bir şeyi bilmemesi ve bilmediğini yani o konunun cahili olduğunu bilmemesine denir. Bu kimse cahilliğini itiraf etmez. Bilgiçlik taslar. Bu ikincisinin durumu birincisinin durumundan daha kötüdür. Allah’a iman etmeyen, Allah’ın emaneti olan İslam Dini’ni yaşamayan her bir kimse, zalim ve cahildir. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk. Onu taşımaktan kaçındılar. Ondan korktular. Onu insan yüklendi. O, çok cahil ve çok zalimdir.”[1] Büyük müfessir Abdullah Bin Abbas (radiyallahu anhu) bu “emanet” ten kastın “itaat” olduğunu söylemektedir. Başka bir sözünde de “farzlar” olduğunu söylemiştir. İbn-i Cerir Abdullah Bin Abbas’tan nakleder: “Allah-u Teâlâ emaneti (itaat, teklif, farz, din) yerlere ve göklere taşımaları ve hakkını yerine getirirlerse sevap (mükâfat) alacaklarını, yerine getirmezlerse azaba müstahak olacaklarını teklif edince korkup almadılar. Bu Âdem’e arz edildi. “Onu al. Eğer itaat edersen seni bağışlarım. Ama isyan edersen sana azap ederim.” Dedi ki: “Tamam, kabul ettim.” Günün ikindiden akşama kadar olan bir vakti geçmeden günaha daldı. (Yani yasaklanmış ağaçtan yedi) demiştir.” Allah-u Teâlâ insanoğluna sayısız nimetler vermesine, yerlerdeki ve göklerdeki her şeyi hizmetine sunmasına rağmen Allah’a karşı asi olması, şükretmemesi gerçekten hem büyük bir zulüm ve hem de büyük bir cehalettir. Çünkü Allah-u Teâlâ isyan edilmeye değil itaat edilmeye, nankörlük yapmaya değil şükredilmeye layıktır. İslam’a ve Müslümanlara özellikle de Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)’e büyük düşmanlık sergileyen ve küfründe inat edip Bedir Savaşı’nda öldürülen Ebu Cehil’e “Cehaletin Babası” isminin takılması bu sebepledir. Asıl ismi “Amr Bin Hişam” dır. Ama küfürde diretmesi, İslam yerine şirk dinini yani putperestliği tercih edip batıl inancında diretmesinden dolayı ona “Cahilliğin Babası” anlamında Ebu Cehil ismi takılmıştır. Bedir Savaşı’nda öldürülünce Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz “Bu ümmetin Firavun’u öldürülmüştür!”[2] buyurmuştur. İslam’ın dışındaki her türlü din, ideoloji ve yönetim biçimine cahiliyye yönetimi denir. Bu yönetimin ismi ister Laiklik ister Demokrasi ister Faşizm ister Komünizm ve ister Sosyalizm olsun, fark etmez. İslam’ın dışındaki bütün din, inanç ve ideolojilerin altında yatan etken Allah’ın vahyi değil, beşerin mahsulü olan düşünce ve tasavvurlardır. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in gönderildiği Arap toplumu Allah’a inanıyordu. İbrahim (aleyhisselam)’dan kalma dine bağlılıkları vardı. Ancak o temiz dini bırakıp unutmuşlar, kendilerince ekleme ve çıkarmalarda bulunarak din üzerinde bir sürü tahrifatlar yapmışlardı. Allah-u Teâlâ’ya ağaçtan ve taştan yonttukları putları ortak koşmuşlar, melekleri de hâşâ Allah’ın kızları olarak isimlendirmişlerdi. Büyük bir kısmı ölümden sonra dirilmeye inanmazdı. Yaptıkları putların etrafında tavaf yapar, onlara dua eder, kurbanlar kesip adakta bulunurlardı. Bütün bunları yaparken Allah’a yaklaşma niyetiyle yaparlardı. Daru’n-Nedve adında bir evde toplanırlar, kabile reisleri kanun, yasa ve kurallar belirleyerek tabilerini o kanunlar çerçevesinde yönetirlerdi. Bunu Allah-u Teâlâ’nın emir ve yasaklarının yani vahyin ışığında değil, kendi görüş ve arzularına göre yaparlardı. O toplum ahlaki yönden yine büyük bir çöküntü içerisindeydi. Zina, içki, kumar, faiz, hile, cinayetler, akraba bağlarını koparmak, ırkçılık yapmak, zayıfları ezmek, ölü eti yemek, kız çocuklarını diri diri gömmek, kabilelere saldırıp mallarını talan etmek ve sonu gelmeyen kan davaları onlarda yaygın olan hastalıklardı. İşte o dönemin toplumu Allah-u Teâlâ’nın nuru yani İslam ile şereflenene, Allah’a ortak koşmayı ve beşeri yönetimi terk edip tek Allah’a ibadet ve teslim oluncaya dek yaşadıkları o döneme cahiliyye dönemi deniliyordu. Maalesef şu an içinde bulunduğumuz bu toplum da yine cahiliyye yaşantısına geri dönmüştür. İslam Dini’nden ve yönetimi olan şeriat ahkâmından uzaklaşıp Batının kendi akıllarından uydurarak çıkardığı Demokrasi yönetimine girdiği o günden bu yana maalesef yine cahiliyye dönemine girmiş bulunmaktayız. Arap müşriklerini cahiliyye toplumu yapan bütün unsurlar maalesef bizim toplumumuzda bir daha canlanmıştır. Yine bu toplum, değer verdikleri insanların heykellerini yontup meydanlara, okullara ve resmî kurumlara dikip saygı duruşunda bulunmaktadır. Salih olarak gördükleri zatların mezarlarını yükselterek ve süsleyerek, onlardan fayda umarak zararı def etme yönünde talepte bulunmaktadır. Millet Meclisi diye adlandırdıkları mekânlarda oturarak Kur’an’dan ve Sünnetten tek bir kanunu bile almadan tamamıyla beşer mahsulü olan kanunlar ve yasalar çıkarmaktadır. Düşünce özgürlüğü adı altında her türlü küfür söz ve düşünceleri edinmekte ve paylaşmaktadır. Ahlaki yönden Arap müşriklerini aşacak seviyeyedir. Uyuşturucu, içki, zina, eşcinsellik, kumar, faiz, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, akraba bağlarını koparmak, müstehcenlik, milliyetçilik ve ırkçılık, zayıfı ezme ve dolandırma had safhalara varmıştır. Bu toplum, kız çocuklarını diri diri gömmüyorlar lakin daha beterini yapmaktadır. İslam fıtratı üzere yaratılmış küçücük, temiz, masum yavruları alıp küfür ideoloji ve sistemi olan Laiklik ve Demokrasi kültürü üzere yetiştirip zehirlemeye ve onlara ahireti ebediyen kaybettirecek terbiye ve ahlakı aşılamaktadır. Maalesef bu toplumun kızları genel anlamda açık saçıklık, müstehcenlik ve hayâsızlık üzere büyütülmekte, örtüden arındırılarak kurtlara, sapkın insanlara yem edilmektedir. Neredeyse her gün tecavüz, öldürme ve intihar vakıalarını duymaktayız. Evet, bilimde, teknolojide, icatlarda ilerlemekteyiz. Ama maalesef dinî ve ahlaki boyutta sürekli gerilemekteyiz. Cahiliyyenin bilimle alakasının olmadığını, tamamıyla Allah’tan ve O’nun dininden yüz çevirme sebebiyle oluştuğunun bir misalini daha vermek istiyorum. Mesela bugün ABD halkı geliri en yüksek, maddi refahı, sosyal hizmetleri ve imkânları en geniş halklardan biri sayılmaktadır. Allah-u Teâlâ’nın sayılamayacak kadar nimetlerini bir taraftan kullanıp faydalanırken diğer taraftan inançta, kültürde, küfürde, fuhuşta, ahlaksızlıkta, zulümde ve zayıfları ezip sömürmede en ön sırada yer almaktadır. Bu toplumda cinayetler, fuhuş, eşcinsellik, hırsızlık, uyuşturucu bağımlılığı, intihar vakıaları en yüksek seviyelere çıkmış durumdadır. Kaldırımlarda evsiz yaşayan insanlar milyonlarla ifade edilmektedir. Değişik suçlardan hapse atılan insan sayısı 2,5 milyondur. Günlük binlerce ölüm, gasp, hırsızlık, tecavüz vakıası yaşanmaktadır. Yere düşen insana merhamet edilmez. Aile bağları tamamıyla kopuktur. Hatta hâlâ birçoğunun düşüncesinde beyaz insanın siyahî insana üstün olduğu inancı yatmaktadır. Kendi ülkelerinde durum bu hâl üzereyken; sahip oldukları sözde bu adalet düzenini (Demokrasiyi) tüm dünyaya götürmek üzere (sanki insanların böyle bir talebi varmış gibi) var olan tüm savaş gemileri ve uçaklarıyla mazlum, fakir ve miskin Müslümanları öldürmekten, yuvalarını başlarına yıkmaktan başka bir iş yapmıyorlar. Bütün savaş araç ve gereçlerini adeta Müslümanları ezme yönünde kullanmaktadırlar. ABD’nin bu karanlık hâlinin, bu buhranlı durumunun sebebi ilimsizlik midir yoksa Allah’ın dininden yüz çevirme midir? Hiç şüphesiz ki bu durum İslam dışı yaşamdan kaynaklıdır. Buna binaen şunu söyleyebiliriz: Gerçek mutluluk, gerçek huzur İslam’da ve de Allah-u Teâlâ’ya kul olup dini ile yönetilmekte saklıdır. Rabbim bizleri bu cahiliyye karanlığından çıkarıp İslam’ın nuruna ulaştırsın. Davamızın sonu yüce Allah’a hamd etmektir. [1] Ahzab Sûresi 72 [2] Ahmed Musa Ebu Cafer


İslam Tarihi
EDİTÖRÜN SEÇİMİ
beyazminare
İslam Beldelerinin Liderleri Gazze için Neden Bir Şey Yapmazlar ?
  Yaklaşık 2.5 milyon Müslümanın yaşadığı Gazze Şeridi 40 günü aşkın süredir havadan, karadan, denizden bombalanıyor. İsrail işgal güçleri şimdiye dek Gazze'ye iki atom bombasının toplamından daha fazla etkiye sahip bomba attı. Açıklanan rakamlara göre 12 bine yakın Müslüman bu saldırılarda şehit olurken 1.5 milyondan fazlası evlerini terk etmek zorunda kaldı. Halen Gazze halkı açlık, hastalık ve susuzlukla karşı karşıya. Bölgeye yardım girişi neredeyse yok. İçme suyu bulamayan Gazzeli çocukların geçtiğimiz gün yağan yağmurun ardından yaşadıkları sevinç meseleyi özetliyor. Devam eden bu katliam karşısında İslam coğrafyalarının liderleri, Gazze'yi kurtarmak şöyle dursun, ABD ve İsrail'in izni olmadan, bölgeye bir şişe içme suyu dahi sokamıyor. Geçtiğimiz günlerde Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da İslam coğrafyalarını yöneten liderler toplandı. Toplantıya katılanların kendi ülkelerinde Müslümanlara reva gördükleri zulüm ve işkenceler malumken bu toplantıdan herhangi bir sonuç çıkmasını beklemek zaten mantık dışıydı. Beşar Esed'in, Abdulfettah es Sisi'nin, Muhammed bin Selman'ın, İbrahim Reisi'nin ve bunların emsallerinin katıldığı bir toplantıdan ne umulabilirdi ki? İslam coğrafyalarını yöneten 57 liderin toplantısı beklenildiği üzere fiyaskoyla sonuçlandı. Liderler kuru bir kınama mesajıyla, dünyayı harekete geçmeye çağırmakla, dilek ve temennilerle yetindiler. Dünyadaki yaklaşık 200 ülkenin dörtte birini oluşturan 57 İslam ülkesinin temsil edildiği bu toplantıdan hiçbir şey çıkmadı. Esasında bu toplantıdan hiçbir şey çıkmayacağını önceden anlamak pek zor değildi. Hatta şu şekilde özetleyeyim: İslam ülkelerini yönetmeleriyle bedbaht olduğumuz bu liderler Gazze için hiçbir şey yapamazlar. Neden mi? Bunun sebebi oldukça açık. Zira İslam coğrafyalarında kurulan yönetimlerin tamamı modern ulus devlet mantığında örgütlenmiştir. Çıkarları tamamen dünyevidir, İslam'ın değil çağın (modernitenin) gereklerini yaparlar, küresel sisteme göbekten bağlıdırlar ve kendilerine çizilen çerçeveden dışarıya bir adım dahi atamazlar. Aynı yöneticiler ABD 2003 yılında Irak'ı işgal ederken topraklarını, hava sahalarını, askeri üslerini Amerikalılara açmadılar mı? Aynı yöneticiler İslam coğrafyalarını bombalayan Amerikan, İngiliz, Fransız, Rus uçaklarına üsler vermediler mi? Aynı yöneticiler daha birkaç ay evvel soykırımcı Siyonist devletle dost olmak için sıraya girmediler mi? Bunu kendi ceplerini ve yönetimlerinin kasalarını doldurmak ve ABD'den aferin almak, böylece küresel sistemdeki konumlarını sağlamlaştırmak için yapmadılar mı? Aynı yöneticiler bizzat kendi elleriyle Suriye'de, Yemen'de, Mısır'da, Irak'ta, Somali'de, Libya'da ve bilumum İslam coğrafyasında Müslüman kanı dökmediler mi? Aynı yöneticiler kendi ülkelerinde İslam'ın hükmünü ve Müslümanca bir yaşamı talep eden binlerce Müslüman genci zindanlara doldurmadılar mı? Bu yöneticiler Gazze'yi ne adına kurtaracaklar? İslam adına kurtaracak iseler önce kendilerini İslam adına kurtarmaları ve küresel sistemle bağlarını kesmeleri gerekmez mi? Kısaca söylemek gerekirse, küresel sistem dahilinde, büyük devletlerin çıkarlarını korumak için kurulmuş yerel yönetimlerin koltuklarına oturmuş bu yöneticilerden Gazze'yi kurtarmaları beklenemez. Zira bu koltuklarda kendi iradeleriyle hareket etme imkanları yoktur. Kanaatimce bu yöneticiler modern ulus devletleri yönetiyor olmalarının gereklerini tam anlamıyla yerine getiriyorlar. Bu yönetimlerin koltuklarına oturmaya talip olmuş bir kişi zaten tam olarak bu sınırlarda durmak zorundadır. Bence burada hata içerisinde olanlar yöneticilerden ziyade onlardan beklenti içerisinde olan Müslüman kitlelerdir. Bu yöneticiler İslam adına bir iş yapabilecekleri pozisyonda değildir. Çünkü mevcut siyasi sistemlerin iş tanımı içerisinde bunlar yoktur. Asıl kınanması gereken şey, yöneticilerin bu koltuklara oturduktan sonra yaptıkları veya yapmadıkları işler değildir. Asıl kınanması gereken şey, kendini Müslüman addedenlerin, İslam adına hiçbir şey yapmalarına müsaade etmeyen ve kendilerini İslam'ın gerekliliklerinden uzaklaştıran bu koltuklara oturma hevesleridir. Keşke bilebilseydik. Mahmut Cemil İnce
4 gün önce
beyazminare
Münafıkların 50 Alâmeti: 23 – Hasımlaşmada Ahlaksızlık Yapmak !
بِسْــــــــــــــــــــــمِ ﷲِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيم أَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَالصَّلَاةُ وَالسَّلامُ عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَصَحْبِةٍ أَجْمَعِين . Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem; “…vehasımlaştığı zamanda ahlaksızlık yapar” buyurmuştur.İbn Receb, Camiul Ulum vel-Hikem’de derki;“ Burada fücur (ahlaksızlık) kelimesinin anlamı; hakkı batıla,batılı hakka çevirinceye kadar kasten haktan ayrılmaktır.Bu, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’inde buyurduğu gibi yalanın getirdiği bir durumdur;“Sizi yalandan sakındırırım! Zira yalan fücura götürür. Fücur ise cehenneme iletir.” Sahihayn’de Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğuda rivayet edilmiştir; “Şüphesiz Allah’ın en çok buğz ettiği kişihasımlıkta aşırılık edendir.” Yine şöyle buyurmuştur; “Bana davalılar gelir. Bunlardan birinin delili, diğerine nazaran daha ikna edici olur. Bende ancak işittiğime göre hükmederim. Ancak kime bir müslüman kardeşinin hakkını vermişsem, onu almasın.Zira ona ancak ateşten bir parça vermişimdir." Başka bir hadisi şerifte de;“Şüphesiz beyanın bazısı sihirdir.” Buyrulmuştur.Eğer kişi husumet anında kudret sahibi ise,bu husumetin din veya dünya hakkında olması farketmez, batıla yardım eder, dinleyenlere haklı olduğunu düşündürür ve hakkı hafife alarak onu batıl suretinde gösterir. İşte bu haramların en çirkinlerinden ve nifak hasletlerinin en kötülerindendir. Ebu Davud,Sünen’indeİbn Ömer radıyallahu anhuma’dan rivayet ediyor; Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur;“Kim batıl olduğunu bildiği bir davada husumet yaparsa onu bırakıncaya kadar Allah’ın gazabında olmaya devam eder
1 ay önce
beyazminare
Münafıkların 50 Alâmeti : 22 – Konuşmalarında Küfrü İzhar Etmeleri !
بِسْــــــــــــــــــــــمِ ﷲِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيم أَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَالصَّلَاةُ وَالسَّلامُ عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَصَحْبِةٍ أَجْمَعِين . Daha önce onların içlerinde küfrü gizlediklerini öğrenmiştik. Allah Teala buyurmuştur ki; “İnsanlardan bazıları da vardır ki , inanmadıkları halde"Allah'a ve ahiret gününe inandık" derler.Onlar(kendi akıllarınca) güya Allah'ı ve müminleri aldatırlar. Hâlbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir. Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allahda onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiylede onlar için elîm bir azap vardır.” (Bakara8-10) İslam’ı izhar ederler ama bazen dillerinden küfür cümlesi kaçırarak veya küfürde yarışarak küfrü açığa çıkarırlar. Allah Azze ve Celle onlar hakkında şöyle buyurmuştur; “(O sözleri) söylemediklerine dair Allah'a yemin ediyorlar. Hâlbuki o küfür sözünü elbette söylediler ve müslüman olduktan sonra kâfir oldular. Başaramadıkları bir şeye (Peygambere suikast yapmaya) yeltendiler.” (Tevbe 74) “Ey Rasûl! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla "inandık" diyen kimselerden ve Yahudilerden küfür içinde koşuşanlar seni üzmesin.”(Maide41) Düşman onların üzerine kuvvetle girip onlardan kafir olmalarını isteseler tereddüt etmeden kafir olurlar.Çünkü zaten onların aslı budur.En düşük bir korku anında imanı muhafaza etmezler,ona tutunmazlar. Allah Teala buyuruyor ki;“Eğer (Medine'nin) her yanından onların üzerine (girilip saldırıl) saydıda kendilerinden (halka) baskı ve işkence yapmaları istenseydi bunu yaparlardı;bunu yapmakta fazla gecikmezlerdi.” (Ahzab 14) Hatta iş o raddeye varmıştır ki,fitneye düştükleri zaman küfre zorlanmadıkları halde mücerret olarak küfrederler.Allah Teala’nın buyurduğu gibi; “İnsanlardan kimi vardır ki:"Allah'a inandık" der; fakat Allah uğrunda eziyete uğratıldığı zaman, insanların işkencesini Allah'ın azabı gibi tutar. Hâlbuki Rabbinden bir nusret gelecek olsa,mutlaka,"Doğrusu bizde sizinle beraberdik" derler .İyide, Allah , herkesin kalbindekileri en iyi bilen değil midir? Allah, elbette (O'na gönülden)iman edenleri de bilir,iki yüzlüleride bilir (ortaya çıkaracaktır).”(Ankebut 10-11)
2 ay önce
beyazminare
Münafıkların 50 Alâmeti : 21 – Büyüklenme ( Kibir )
بِسْــــــــــــــــــــــمِ ﷲِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيم أَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَالصَّلَاةُ وَالسَّلامُ عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَصَحْبِةٍ أَجْمَعِين . Kibir, yüz çevirme, hakka veya Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e çağrılınca sırt çevirmek yahut nasihati kabul etmekten burun kıvırmak onların çirkin sıfatlarındandır. Allah Azze ve Celle buyuruyor ki; “Onlara: Gelin, Allah'ın Peygamberi sizin içinmağfiret dilesin,denildiği zaman başlarını çevirirler ve sen onların, büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün.” (Münafikun 5)Onlar ve sahabelerden başkaları kendileri için bağışlanma dilenmesine muhtaç olup bunu isterler. Fakat kibir onları kaplayınca büyüklenerek başlarını çevirirler. Bağışlanma istediklerinde ise bunu ancak takiyye olarak ve gösteriş için yaparlar. AllahTeala onları yalanlayarak buyurmuştur ki; “Bedevîlerden geri kalmış olanlar, sana diyecekler ki:" Mallarımız ve ailelerimiz bizi alıkoydu. Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile." Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. Deki: Allah size bir zarar gelmesini dilerse veya bir fayda elde etmenizi isterse O'na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Kaldı ki, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Fetih 11) İbn Kesir diyor ki;“Allah Teâlâ burada Rasûlü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e,aileleri ve meşgaleleri içinde kalmayı tercih ederek Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile beraber gitmeyi terk eden bedevilerin nasılözür beyan edeceklerini haber veriyor. Onlar aileleri ve malları ile meşguliyetlerini ileri sürerek mazeret beyan etmişler ve Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in kendileri için istiğfarda bulunmasını istemişlerdi. Bu, onların inandıklarından dolayı değildir.Aksine onların bu mazeret beyanları sırf Müslümanlardan bir korunma ve yapmacıklıktan ibarettir.”
2 ay önce
beyazminare
Zilhicce’nin İlk On Günü !
بسم الله الرحمن الرحيم، الحمد لله رب العالمين، والصلاة والسلام على رسولنا محمد وعلى آله وصحبه أجمعين Müfessirlerin geneline göre Allah Teâlâ’nın Fecr 2. ayetinde yemin ettiği “10 gece” Zilhicce’nin ilk 10’udur. Zilhicce’nin ilk 10 günü Allah katında -haftanın en faziletli günü Cuma günleri de dahil- sene günlerinin en faziletli, en büyük günleridir. Bu 10 gün içinde en faziletli gün ise 9. gün olan Arefe günüdür. Yani Arefe, sene günlerinin en faziletli günüdür. Buhârî, Tirmizî ve başkalarının rivayetine göre bu 10 gün içerisinde yapılan -oruç, tekbir, zikir, namaz, Kur’ân okumak, infak, ribat tutmak, dua, istiğfâr gibi- herhangi bir salih amel, başka günlerde yapılan herhangi bir salih amelden -velev ki bu amel Allah yolunda cihad bile olsa- daha faziletli, Allah’a daha sevimlidir. Ancak canı ve malıyla (atıyla, silahıyla) düşmana karşı savaşıp da -kendisi dönse de- malından hiçbir şeyle dönmeyen, ya da şehid olup hem canından hem de malından hiçbir şeyle dönmeyen kişinin cihadı bundan müstesnadır. Binâen aleyh; bu 10 günde yapılan farz ameller diğer günlerde yapılan farz amellerden daha üstündür. Keza bu 10 günde yapılan nafilelerin ecri başka günlerde yapılan nafilelerin ecrinden daha fazladır. Ama bu günlerdeki nafileler başka günlerdeki farzlardan daha faziletli değildir. Bu günlerde yapılan amellerin en faziletlisi hacc-ı mebrûr (kabul olunmuş hac)’dır. İbn Hacer el-Askalânî (rahimehullah) şöyle demiştir: “Bu günler, içerisinde ibadetlerin anaları; namaz, oruç, sadaka ve hac toplandığı için diğer günlerden üstün kılınmıştır.” Kimi alimler bu 10 günün Ramazân’ın son 10 gününden daha faziletli olduğunu, kimileri ise bunun tam aksini söylemişlerdir. Ancak daha doğru olan şudur; bu 10’un gündüzleri, içerisindeki Arefe günü (9. gün) ve kurban bayramı (10. gün) sebebiyle daha üstündür. Ramazân’ın son 10’unun geceleri, Kadir gecesini içermesi sebebiyle bu 10 günün gecelerinden daha üstündür. Racih olan görüşe göre Zilhicce ayının ilk gününden itibaren evlerde, yollarda, mescidlerde, çarşı-pazarlarda, iş yerlerinde, gece-gündüz bu 10 günün bütün vakitlerinde Allah Teâlâ’yı tekbir etmek müstehabtır. Daha doğru bir ifadeyle bu ayın ilk gününden ta 13. günün güneşinin batmasına kadar (yani “teşrîk günleri”nin sonuna kadar -ki 11, 12 ve 13. günlere “teşrîk günleri” denmiştir-) müstehabtır, toplumumuzda terkedilmiş bir sünnettir. Buhârî’nin (rahimehullah) sahîh’inde söylediğine göre İbn Ömer ve Ebu Hureyre (radiyallahu anhuma) bu 10 günde çarşıya gidip tekbir getirirler ve insanlar da onların tekbiriyle tekbir getirirlerdi. Dolayısıyla toplu yerlerde seslice, keza mikrofon v.b cihazlarla ve toplu bir şekilde (tek bir sesle) de tekbir getirilebilir. Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'den tekbir’in nasıl getirileceği hakkında belli bir sîğa sabit olmamıştır. Ama sahabesinden bir takım sîğalar varid olmuştur. Bunlardan biri toplumumuzda bilinen; 2 defa "Allâhu ekber" denilerek başlayan sîğa, biri de 3 defa denilerek başlayan sîğadır. 3 defa söylendiği sîğa İbn Mes'ûd’dan (radiyallahu anh) sabittir. Bunlardan başka sîğalar da gelmiştir. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Bu 10 günde tehlîl’i (Lâ ilâhe illallâh), tekbîr’i (Allâhu ekber) ve tahmîd’i (elhamdulillâh) çoğaltın.” (Ahmed) Tâbiînden Meymûn b. Mihrân (rahimehullah) şöyle demiştir: “Sahâbe’ye ulaştım, onlar bu 10 günde tekbir getiriyorlardı. Öyle ki tekbirlerin çok oluşundan bu günleri dalgalara benzetiyordum.” Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “…ve bilinen günlerde Allah’ın ismini ansınlar.” (Hacc 28) Nevevî (rahimehullah) şöyle söylemiştir: “İbn Abbâs, İmam Şâfiî ve alimlerin geneli: “Bilinen günler Zilhicce’nin ilk 10 günüdür” demişlerdir. Bil ki bu 10 günde diğer günlerden fazla olarak zikirleri çoğaltmak müstehabtır. Arefe gününde ise bu 10 günün geriye kalan günlerinden daha çok zikretmek müstehabtır.” Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) 10. gün hariç ilk 9 günde oruç tutardı. Zira 10. gün bayram olduğu için bu günde oruç tutmak ittifakla haramdır. Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’in eşlerinden bazıları şunu nakletmişlerdir: “Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Zilhicce’nin 9 gününde, Âşûrâ gününde ve her aydan üç günde oruç tutardı.” (Ebu Dâvûd) Nevevî (rahimehullah) alimlerin: “Bu 9 günde oruç tutmak kuvvetli bir müstehabtır” dediklerini aktarmıştır. Özellikle Arefe günü oruç tutmak daha tekitli bir sünnettir. Ancak hacılar için ise bu müstehab değildir. Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle söylemiştir: “Allah’tan Arefe günü orucunun öncesindeki ve sonrasındaki sene(nin günahlarına) keffaret olmasını umarım.” (Muslim) Alimlerin geneline göre affedilen bu günahlar küçük günahlardır. Kimi alimler ise büyük günahlara da keffaret olacağının umulduğunu söylemişlerdir. Kimi âlimler hem geçmiş hem de gelecek senenin günahlarına keffaret olmasını, Allah Teâlâ’nın bu iki senenin günahlarını affetmesi, kimi alimler ise geçmiş senenin günahlarını affetmesi, gelecek senede ise kişiyi günah işlemekten koruması, onu günah işlememeye muvaffak kılması olarak açıklamışlardır. Bazı alimler şöyle demişlerdir: “Bunda şuna işaret vardır ki; kim Arefe günü oruç tutarsa o sene içerisinde ölmez!” Bu 10 gün içerisinde Arefe orucundan sonra en faziletli oruç “Terviye günü” denilen 8. gün’de oruç tutmaktır. Hatta Mâlikîler bu günde oruç tutmanın geçmiş seneye keffaret olduğunu belirtmişlerdir. Ebu Osman en-Nehdî (rahimehullah) şöyle demiştir: “Sahabe üç “10”u tazim ederlerdi (çokça ibadet ederlerdi): Ramazân’ın son 10’u, Zilhicce’nin ilk 10’u ve Muharrem’in ilk 10’u.” “Gariptir ki, Ramazân’da kendimizde amele yönelik canlılık, ciddiyet ve gayret buluyoruz. Ama sonra Zilhicce’nin ilk 10 gününde ise tembel oluyoruz. Halbuki bu günler Ramazân günlerinden daha büyük, bu günlerde amel etmek Allah Teâlâ katında daha sevimli ve daha faziletlidir.” (Muhammed Salih el-Muneccid) “Kâr etmek isteyen ve üzerinde borçlar birikmiş bir tüccara yaptığı ticaretinin sezonu gelse ve bu zamanlarda uyusa bu kimse akıllı mıdır?! İşte Zilhicce’nin bu günleri, kâr edip izzetin Rabbi’nin, Rahîm’in katında yakınlık kazanmak ve günah borçlarını kapatmak için sezonumuz!”  (İyâd Kuneybî) Ve’l-hamdu lillâhi Rabbi’l-âlemîn.
2 ay önce
AFGANİSTAN
Afganistan İslam Emirliği yönetiminin Savunma Bakanı Mevlevi Yakup, Afgan ordu güçlerinin son durumuna ilişkin düzenlenen bir programda konuştu. Mevlevi Yakup, "Afgan topraklarına saygısızlıkla bakan herkese ellerindeki tüm imkanlarla karşılık vereceklerini" ifade etti. Yakup ayrıca Afganistan hava sahasını yabancı uçuşlardan koruyacak bir hava savunma sisteminin devreye girebileceğinin de mesajını verdi. Savunma Bakanı Mevlevi Yakup şu ifadeleri kullandı: "Toprak bütünlüğümüz üzerinde egemenliğe sahip olduğumuz gibi, yakında hava sahamız üzerinde de egemenliğe sahip olacağız." Afganistan'daki mevcut yönetimin halihazırda aktif bir hava savunma kapasitesi bulunmuyor. Bu sebeple yüksek irtifadan uçan savaş uçaklarının Afganistan hava sahasını ihlal etmesine karşı bir önlem alınamıyor. ABD ve Pakistan'ın zaman zaman Afganistan içerisinde askeri uçuşlar ve gözlem uçuşları yaptığı ve hava saldırıları düzenledikleri biliniyor. Kaynak: Beyaz Minare

Afganistan’ın Türkiye’ye ihracatı yüzde 53 arttı

2 ay önce Afganistan'da savaşın sona ermesinin ardından ekonomik gelişmeler hızlanıyor. Ekonomik gelişmelerle birlikte ülkenin ihracat rakamlarında da artış yaşanıyor. Afganistan Ticaret ve Sanayi Odası'ndan yapılan açıklamada, "ülkede İslam Emirliği yönetiminin kurulması ve ihracat üzerindeki yüksek gümrük vergilerinin kaldırılmasının ardından ihracat rakamlarında kayda değer bir artış yaşandığı" ifade edildi. Ticaret ve Sanayi Odası Başkan Yardımcısı Yunus Momend, son dönemde Afganistan'ın Türkiye'ye ihracatında yüzde 53'lük bir artış olduğunu, İran ve Pakistan'a yapılan ihracatta da önemli bir artış kaydedildiğini bildirdi. Momend, ihracattaki artışın sebebinin İslam Emirliği yönetiminin yüksek gümrük vergilerinden feragat etme kararı olduğunu ifade etti. Momend'e göre söz konusu karar ticareti kolaylaştırdı ve ihracat faaliyetlerini artırdı. Momend ayrıca Afganistan'ın birçok sektörde kendi kendine yetecek seviyeye ulaştığını ve ülkenin üretim kapasitesinin her geçen gün güçlendiğini vurguladı.

Eski Afgan diplomat 25 kilo altınla yakalandı

3 ay önce Hindistan medyası, Afganistan'daki eski yönetim bağlantılı diplomat Zekiye Vardak'ın 25 kilogram altın kaçırırken şehrin havaalanında gözaltına alındığını bildirdi. Eski yönetimle bağlantılı diplomatlar halen dünyanın bazı ülkelerinde "Afganistan İslam Cumhuriyeti" adı altında faaliyet göstermeye devam ediyor. Birçok ülkede eski yönetimin diplomatik misyonları kapatılmış ve Afganistan İslam Emirliği yönetimine devredilmiş durumda. Ancak bazı ülkelerde tamamen veya kısmen eski yönetimin diplomatları bulunuyor. Zekiye Vardak da bu kapsamda "Mumbai Başkonsolosu" sıfatıyla Hindistan'da bulunuyordu. Times of India'ya göre olay 3 Mayıs Cumartesi günü Vardak'ın Dubai'den Hindistan'a gizlice altın kaçırmaya çalıştığı sırada meydana geldi. Zekiye Vardak'ın davasının "altın kaçakçılığı davası" olarak kaydedildiği, ancak diplomatik dokunulmazlık nedeniyle şu anda kendisinin tutuklu olmadığı bildirildi. Zekiye Vardak ise karara tepki göstererek "Kişisel zorluklarla karşı karşıya olduğum ve aynı zamanda Hindistan'daki Afganistan Büyükelçiliğini desteklemek zorunda olduğum bir dönemde bu iddialar beni şaşırttı." ifadelerini kullandı Söz konusu altınların Mumbai havaalanında Zekiye Vardak'ın üzerinde bulunduğu ve Vardak'ın altınları kıyafetinin içine gizlediği belirtildi. Vardak, Hindistan yönetimine altın taşıdığına dair herhangi bir belge sunmadı. Hintli yetkililer, Vardak'ın altın kaçakçılığından yargılanan ilk yabancı ülke diplomatı olabileceğini ifade etti. Öte yandan Zekiye Vardak, sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamada "uzun süredir şahsi saldırılara maruz kaldığını" öne sürerek başkonsolosluk görevinden istifa ettiğini belirtti. Aslen bir mimar olan Vardak, uzun yıllar Kabil hükümeti bünyesinde danışmanlık görevi yürüttü. Sosyal faaliyetleriyle ön plana çıkan Vardak'ın babası, kardeşi ve eşi üst düzey askeri isimlerdi. Vardak'ın eşi aynı zamanda 6 yıl Afganistan'ın ABD Büyükelçiliği görevinde bulunmuştu.

İslam Emirliği lideri Ahundzade: Şeriat sistemini bize bahşettiği için Allah’a şükretmeliyiz

3 ay önce Afganistan'daki İslam Emirliği yönetiminin lideri Şeyhu'l Hadis Mevlevi Hibetullah Ahundzade, Ramazan Bayramı dolayısıyla bir tebrik mesajı yayınladı. Ahundzade'nin mesajı İslam Emirliği yönetimi sözcüsü Zebihullah Mücahid tarafından sosyal medya üzerinden servis edildi. Başta Afganistan halkı olmak üzere dünyadaki tüm Müslümanların yaklaşmakta olan Ramazan Bayramı'nı tebrik eden Ahundzade "her şeyden önce, hayatın doğruluk ve mukaddes ilkelerle yönlendirildiği İslam şeriatı sistemini bize bahşettiği için Allah'a şükretmeliyiz" ifadelerini kullandı ve sözlerini şöyle sürdürdü: "Yüce Allah bize İslam şeriatı sistemini, barışı, kardeşliği ve birliği bahşetmiştir. Tüm bunlar onlarca yıldır mahrum kaldığımız nimetlerdir. Şimdi Allah bize bu nimetleri hatırlattığına göre şükretmek, onları kabul etmek, desteklemek, uygun şekilde ıslah etmek ve iyilik için çabalamak bizim görevimizdir." Ahundzade, alimlere de çağrıda bulunarak, "bu kişilerin Afganistan halkını ve yetkililerini Allah'a kulluğa yönlendirmek için büyük bir sorumluluk taşıdığını" vurguladı. Ahundzade'nin mesajında Afganistan'da uygulanan şeriat sisteminin muhafaza edilmesine vurgu yapıldı: "İslam'da Allah yolunda cihat, İslam şeriatını tatbik etmek için çok önemli bir araçtır. Ayrıca, mücahitler tarafından yapılan fedakarlıkları korumak ve toplumun korunmasını sağlamak temel hedeflerdir. Bu hedeflere ulaşmak için adaletin sağlanması, şeriat temelli yasal sınırların ve cezaların uygulanması ve şeriat ilkelerine bağlılığın sağlanması gibi çeşitli stratejiler kullanılmıştır. Ayrıca, baskıya direnmek ve ezilenleri savunmak zorunludur." Ahundzade'nin bayram mesajında vurgulanan bir diğer husus da eğitimdi. Yeni neslin eğitimi için çabaların sürdüğünü kaydeden Ahundzade şunları söyledi: "Yeni neslin dini ve modern eğitimi için Eğitim Bakanlığı tüm il ve ilçelerde geniş bir yapıya sahiptir ve yüzlerce dini ve bilimsel merkezi faaliyete geçirmiştir. Ayrıca, çeşitli illerde ve bazı ilçelerde tüm yetimlere günlük bakım, eğitim ve sponsorluk sağlamayı amaçlayan yetimhaneler de kurulmuştur ve bunlar bağımsız bir yönetim tarafından idare edilmektedir. Çocuklarına iyi bir terbiye, eğitim ve dini bilgi edinmeleri için fırsatlar sağlamak her Müslümanın sorumluluğudur." Afganistan'da güvenliği sağlamak için önemli bir çaba gösterildiğine vurgu yapan Ahundzade, Afgan halkına İslam Emirliği yönetimiyle güvenliği koruma hususunda iş birliği yapmaları çağrısında bulundu. Ülke ekonomisinin geliştirilmesine yönelik çabalara da değinen Ahundzade şu ifadeleri kullandı: "İslami sistemde, halkın ekonomisini geliştirmek şer'i bir sorumluluktur. İslam Emirliği, istihdam ve ekonomik fırsatlar sağlamak için işletmelerin kurulmasını ve kamu refahı faaliyetlerini teşvik ederek, imkanlar dahilinde halkının ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmaktadır. Ayrıca boş oturmamak gerekir. Bireysel ve toplu olarak çalışma fırsatları sağlamaya çalışılmalı, yeni işletmeler kurulmalı, tarımsal ticaret teşvik edilmeli, endüstriyel çalışma için fırsatlar oluşturulmalı, hükümetle iş birliği yapılmalı ve ülke ekonomisi güçlendirilmelidir. İslam Emirliği de buna elverişli bir ortam sağlayacaktır. Çiftçilerin, zanaatkarların ve fabrika sahiplerinin işlerini kurmaları ve büyütmeleri için adil bir zemin sağlayacaktır. ve ortak çabaların bir sonucu olarak ekonomimiz büyüyecektir. Allah'a iman edin ve rızkınızı kazanmak için tüm meşru yolları takip edin, gayrimeşru işlerden kaçının, helal gelir elde edin ve açgözlü olmayın." Ahundzade'nin açıklamasında Afganistan'ın bölge ülkeleriyle ilişkilerinden de bahsedildi. Diğer ülkelerle iyi ilişkiler kurulmak istenildiği kaydedilen açıklamada şu ifadelere yer verildi: "Afganistan İslam Emirliği, İslami ilkeler doğrultusunda, diğer ülkelerle karşılıklı saygı ve anlayışa dayalı iyi ilişkiler kurmaya çalışmakta ve herkesi İslam Emirliği'nin iyi niyet ve samimiyetinden şüphe duymamaya davet etmektedir. Afganistan'ın egemenliğine, bütünlüğüne ve haysiyetine saygı gösterilmesini, her türlü anlaşmazlığın diyalog yoluyla ve karşılıklı saygı çerçevesinde ele alınmasını bekliyor ve talep ediyoruz. Uluslararası ilişkiler alanında, yüce İslam dini ışığında dengeli ve ekonomi odaklı bir politika izlemeyi hedefliyoruz. Afganistan'ın güvenliği, istikrarı ve refahının diğerleri için elverişli bir fırsat olmasını sağlayarak tüm milletlerle diplomatik ve ekonomik ilişkiler kurmaya çalışıyor, uluslararası toplumu İslam Emirliği ile iyi ilişkileri sürdürmeye ve karşılıklı fayda anlayışı içinde stratejiler benimsemeye çağırıyoruz." Ahundzade'nin açıklamasında Gazze Şeridi'nde 7 Ekim'den bu yana devam eden İsrail saldırılarından da bahsedildi. Filistin halkının İslam ülkeleri tarafından mümkün olan her şekilde desteklenmesi gerektiğini belirten Ahundzade şu ifadeleri kullandı: "Filistin meselesi gerçekten de tüm İslam ümmetini ilgilendiren bir konudur. İsrail saldırganlığı ve işgaline karşı Gazze halkıyla dayanışma içindeyiz. Mazlum Filistinlilerin içinde bulunduğu kötü durumu ele almak ve İsrailli işgalciler tarafından işlenen her türlü adaletsizliği ve saldırganlığı toplu olarak kınamak İslam ümmetinin görevidir. Kaynaklarımızı seferber etmeli ve acılarını hafifletmek ve çatışmanın adil bir şekilde çözülmesi için çalışmak üzere Filistin'i mümkün olan her şekilde desteklemeliyiz. Uluslararası toplumun Filistin halkının karşı karşıya kaldığı adaletsizlikleri etkili bir şekilde ele almakta yetersiz kalması üzüntü vericidir. İnsan haklarını koruma iddialarına rağmen, devam eden zulmü engellemek ve bu adaletsizliklerin faillerini sorumlu tutmak için anlamlı bir eylem eksikliği söz konusudur. Bu durum gerçekten de derin bir üzüntü kaynağıdır ve tüm sorumlu tarafların bu vahim durumu ele alma konusundaki yükümlülüklerini yerine getirmelerine duyulan acil ihtiyacın altını çizmektedir." İslam Emirliği lideri Ahundzade, ülkede uygulanan uyuşturucu yasağına da vurgu yaparak, ülkenin uyuşturucudan tamamen temizlenmek istenildiğini vurguladı: "İslam Emirliği, uyuşturucu yasağını sıkı bir şekilde uygulayarak ve uyuşturucu ekimi, üretimi ve kaçakçılığını ortadan kaldırmak için etkili önlemler alarak ülkedeki İslami yükümlülüklerini yerine getirmeye kararlıdır. İslam Emirliği, uyuşturucusuz bir Afganistan'a duyulan ihtiyacı vurgulayarak, kendi halkından destek ve iş birliği talep ederek, bu önemli görevi kesin bir azim ve kararlılıkla yerine getirmeye kararlıdır. Ayrıca Kabil ve diğer vilayetlerde uyuşturucu bağımlılarını rehabilite etmek ve topluma güvenli bir şekilde geri dönmelerini sağlamak için çalışmalar devam etmektedir. İslam Emirliği bu sorumluluğu ciddiye almakta ve bağımlılığın hem bireyler hem de aileler üzerinde yol açtığı acı ve ızdırabın farkındadır. Afganistan halkı, kararnamenin uygulanmasında mücahitlerle iş birliği yaparak bu sorunun üstesinden gelmekle yükümlüdür." Ahundzade mesajının sonunda İslam Emirliği yönetimi yetkililerine de seslendi. Ahundzade açıklamasında yetkililere halka yumuşak davranmaları, kendi aralarında iyi geçinmeleri, ahirete önem vermeleri, adaletli olmaları uyarısında bulunarak şunları kaydetti: "Güvenlik, sert olmaktan değil şeriat ve adaletten kaynaklanır. Adaletsizlik ve şeriata karşı davranmak güvenliği kaldırır. Bu nedenle her yetkilinin ve her bireyin kendi kendini düzeltmelidir zira bunların yaptığı yanlışlar tüm sistemi olumsuz etkilemektedir. Zulmün hüküm sürmesine izin verilirse, sonunda bu tüm sistemi yozlaştıracaktır. Bu nedenle, bir kişi zulme maruz kaldığında, mazlum ile Allah arasında bir perde olmadığından, bu durum tüm sistemin bütünlüğünü etkiler. Bu çağda, gelecek nesillere iyi bir tarih, sağlam yasalar ve güçlü ilkeler ile olumlu bir miras bıraktığımızdan emin olmalıyız. Ahirete daha fazla önem vermeli ve Allah'ın rızasını aramalıyız. Koruyan gerçekten de Allah'tır. Rızkınızı belirleyen yalnızca Allah'tır. Allah'ın dilemesi dışında kimse rızkınızı artıramaz, eksiltemez ve ömrünüzü uzatamaz. Bu nedenle iman edin ve Allah'ın rızasını arayın."

AFRİKA
Somali'nin güneyinde yer alan Aşağı Cuba bölgesinde üç askeri üsse eş zamanlı saldırı gerçekleştirildi. Saldırılar, Mogadişu yönetimi güçlerinin Eş Şebab'a karşı operasyonlarına devam ettiği bölgelerde düzenlendi. Eş Şebab birliklerinin bölgede saldırı düzenleyen hükümet güçlerinin üslerini şafak vaktinde eş zamanlı olarak hedef aldığı ve hükümet güçlerine ağır kayıplar verdirdiği ifade ediliyor. Yerel kaynakların aktardığı bilgilere göre, saldırılarda Bulo Haji, Miido ve Harboole yerleşimlerindeki üsler eş zamanlı olarak hedef alındı. Saldırılarla birlikte söz konusu yerleşimlerin Eş Şebab kontrolüne girdiği belirtildi. Bu bölgeler kısa bir süre önce Mogadişu yönetimi tarafından kontrol altına alınmış, Eş Şebab çatışmadan kırsal alanlara çekilmişti. Bölgede çatışmaların devam ettiği bildiriliyor. Kaynak: Beyaz Minare

“Yabancı güçler Somali’de kalabilir”

1 ay önce Afrika Birliği (AfB) Somali'den çekilme sürecini yavaşlatmayı değerlendiriyor. Söz konusu talep Eş Şebab'a karşı alan kaybetmeye devam eden Mogadişu yönetiminden geldi. Afrika Birliği Somali Geçiş Misyonu'na (ATMIS) bağlı güçlerin normal şartlar altında aşamalı olarak geri çekilmesi ve 31 Aralık 2024 tarihine kadar tüm birliklerini Somali'den çekmesi gerekiyor. Haziran ayı sonunda kadar söz konusu çekilme sürecinin üçüncü aşamasının gerçekleşmesi ve 4 bin askerin ülkeden ayrılması öngörülüyordu. Ancak şu anda söz konusu üçüncü aşama inceleme altında ve bu aşamanın zamana yayılması söz konusu. Adının açıklanmaması kaydıyla konuşan bir AfB yetkilisine göre Mogadişu yönetimi, Afrika Birliği Barış ve Güvenlik Konseyi'nden (PSC) ATMIS birliklerinin yarısının üç ay daha ülkede kalmasına izin vermesini talep etti. Buna göre Haziran ayı sonuna kadar sadece 2 bin asker ülkeden çekilecek ve çekilmesi gereken 2 bin asker Eylül ayına kadar ülkede kalacak. Mogadişu yönetimi söz konusu talebe gerekçe olarak "çok önemli bir saldırı operasyonu gerçekleştirme ihtiyacını" gösteriyor. Halihazırda Somali'de Eş Şebab'a karşı savaşan 13 bin 500 ATMIS askeri bulunuyor.

Toplu katliamların yaşandığı Sudan’da süreç nereye evriliyor?

7 ay önce Sudan'ın şiddetli karşı devrimini yürütmekten sorumlu olan iki askeri güç şimdi birbirine düşmüştü. Sudan'ın demokratik devrimci hareketini acımasızca bastırırken müttefik olan ordu ve RSF birbirlerine karşı cephe almıştı. Başkent sokaklarında insanlar tüm bunların şiddete dönüşüp dönüşmeyeceğini ya da ne zaman dönüşeceğini merak ediyordu. İnsan hakları gruplarına ve çatışma süresince Middle East Eye'a konuşan bir dizi kaynağa göre, Nisan ayında çatışmalar başladıktan kısa bir süre sonra RSF savaş suçları işliyor, siyahi Afrikalı Massalit halkını hedef alıyor, onları infaz ediyor ve kadınlara cinsel saldırıda bulunuyordu. Haziran ayına gelindiğinde Batı Darfur'daki El Geneina şehri çürüyen cesetlerden oluşan bir şehir haline gelmiş, ölüler sokaklara yığılmıştı. Yerel bir yardım görevlisi o dönemde MEE'ye 15 Nisan ile Haziran ayının son haftası arasında kasabada yaklaşık 1.500 kişinin öldürüldüğünü söyledi. Bunların en az 1.000'inin kadın ve çocuk olduğunu söyledi. Yardım görevlisi, RSF ve müttefiki Arap milisleri kastederek, "Şimdiye kadar 700 civarında ceset topladık ve bu sayının iki katı hala sokaklarda ve bazı evlerin içinde, ancak milislerin yoğun ateşi nedeniyle onlara ulaşamıyoruz" dedi.

Savaşın şiddetlendiği Mali’nin kuzeyinde neler oluyor?

7 ay önce Mali'nin kuzeyinde son haftalarda şiddetli çatışmalar yaşanıyor. Çatışmalarda Mali cuntası ve Rus Wagner güçlerinin yanı sıra ayrılık yanlısı Tuareg güçler ve cihat yanlısı gruplar da yer alıyor. Afrika üzerine araştırmalarıyla bilinen Wassim Nasr, bölgede devam eden çatışmaları France24'e değerlendirdi. yaşanmıştı. Bu cuntaların liderleri arasında yeni bir ittifak mı doğuyor? Evet, ancak bu daha ziyade sembolik, anlarsınız ya. Elbette 15 Eylül'de bir anlaşma oldu, ancak bilmek gerekiyor ki bu anlaşma Rus himayesinde yapıldı. Mali, Burkina Faso ve Nijer'den heyetler Bamako'da Rus temsilcileriyle bir araya geldi. Anlaşma da 15 Eylül'de ilan edildi. Aynı gün ABD yönetimi de Nijer'deki operasyonlarının devam ettiğini ilan etmişti. Bu, Burkina Faso ve Mali'de Fransa ile aynı hataları yapan Amerikan politikasına büyük bir darbe niteliğinde. Bu hata, terörle mücadele çabalarını sürdürmek için yeni cuntalara, yeni darbelere açık olma düşüncesi. Ancak bugün cuntaların farklı ajandaları olduğunu görüyoruz. (15 Eylül'de yapılan) Anlaşmada ilginç olan şey ise 5'inci ve 6'ncı maddeler. Bu maddelere göre ülkelerden biri başka bir ülke tarafından saldırıya uğrarsa diğerleri de ona yardım etmek için seferber olacak. Akıllara elbette Nijer'de devrik lider Muhammed Bazum'u göreve yeniden getirmek için askeri bir hamlede bulunabilecek olan ECOWAS geliyor. Ancak 6'ncı maddede de ülkelerden birinde isyan çıkarsa diğer ülkelerin de oraya müdahil olabileceği belirtiliyor. Bu da aklımıza büyük ölçüde Mali'de bugünkü Tuareg isyanına diğer ülkelerin müdahil olabileceğini getiriyor. Ancak bir kez daha söylemek gerekiyor ki bu anlaşma daha ziyade sembolik. Zira üç ülkenin de zaten çok fazla sorunu var. Sınırlarını kontrol edemiyorlar, topraklarının büyük bir bölümünü kontrol edemiyorlar. Bu sebeple anlaşma daha ziyade sembolik. Anlaşmanın neler getireceğini ilerleyen günlerde göreceğiz.

BİLİM & TEKNOLOJİ
Türkiye'de kullanılmaya başlanan özellikle birlikte WhatsApp kullanıcıları takip etmek istedikleri kişi ve kurumlara ait kanallara katılabilecek. WhatsApp kanal özelliğinin en dikkat çeken yanı ise kişisel hiçbir bilginin kanaldaki diğer katılımcılar tarafından görülemiyor olması. Bilindiği gibi WhatsApp uygulamasındaki gruplarda her katılımcı gruptaki diğer tüm katılımcıların telefon numaralarını görebiliyordu. WhatsApp kanallar özelliğinin ilerleyen günlerde gelecek güncellemelerle birlikte tüm kullanıcıları hizmetine sunulması bekleniyor.

Android telefonlar, sizi izleyen AirTag’leri tespit ederek uyaracak

12 ay önce Google, Apple'ın ürettiği AirTag'lerin Android cihazlar üzerinden anlık olarak konum izleme özelliğinin engellenebileceği açıkladı. Ayrıca, Android kullanıcıları takip edilen AirTag'leri tespit ederek uyarı alacaklar. Bu yeni özellikle birlikte, kullanıcılar AirTag'ler tarafından izlenmekten kaçınabilecekler. Google, AirTag'lerle çalışan "Bilinmeyen Takipçi Uyarıları" sunacak ve diğer takip cihazı üreticileriyle işbirliği yaparak kapsamı genişletmeyi planlıyor. Eğer sahip olmadığınız bir AirTag, sizinle birlikte seyahat ederken tespit edilirse, sahibinin konumunu gösteren bir bildirim alacaksınız. Bu bildirime dokunduğunuzda, takip cihazının hareket ettiği rota üzerinde bir harita açılacak. Google, bu konum verilerinin şifrelendiğini ve kullanıcılarla asla paylaşılmadığını vurguluyor. Ayrıca, AirTag'i telefonunuzun arkasına getirirseniz (NFC alanının içinde), bazı takip cihazlarının sahipleri hakkında "telefon numaralarının son dört hanesi gibi" bilgileri görüntüleyebileceğini belirtiyor. Takip cihazlarını devre dışı bırakmak için Google, kullanıcılara bir bağlantı sağlayarak nasıl yapılacağına dair bilgiler verecek. Bu adımlarla kullanıcılar, takip edilme konusunda daha fazla kontrol sahibi olacaklar.

ChatGPT’nin Android sürümü piyasaya sürüldü: Hangi ülkelerde mevcut?

12 ay önce Microsoft destekli bir yapay zeka (AI) firması olan OpenAI, ChatGPT uygulamasının Android sürümünü yayınlayarak chatbot erişilebilirliğini genişletti. Ancak uygulama henüz Türkiye'de kullanıma sunulmadı. Mayıs ayında iOS uygulamasının piyasaya sürülmesinden sonra gelen bu Android lansmanı, ChatGPT uygulamasının OpenAI'nin web sitesi dışında ilk kez tüm dünyadaki kullanıcılar tarafından erişilebilir olmasını sağlıyor.ChatGPT Android uygulaması, kullanıcı geçmişini cihazlar arasında senkronize etme yeteneği, ses girişi ve anında yanıtlar, öneriler, e-posta veya sunum taslakları için sohbet botuna hızlı erişim ve daha fazlası gibi çeşitli özelliklerle birlikte geldi.Kullanıcılar, OpenAI'nin dahili ses tanıma özelliğini kullanarak, çeşitli konularda soru sormak, yanıt almak ve yardım almak için üretici yapay zeka ile etkileşime girebiliyor. ChatGPT Plus uygulaması, en az bir Android 6.0 sürümü gerektiriyor ve aboneler, ihtiyaçlarına göre GPT-3.5 ve GPT-4 dil modelleri arasında geçiş yapabiliyor. HANGİ ÜLKELERDE KULLANIMA AÇILDI?OpenAI, Android'in en popüler mobil işletim sistemi olduğu veya Android için ChatGPT uygulamasını başlatarak bilgisayar kullanımının sınırlı olduğu yerlerde yapay zeka teknolojisi kullanılabilirliğini genişletmeyi amaçlıyor.Android için ChatGPT uygulamasına Brezilya, Bangladeş, Hindistan, ABD, Arjantin, Kanada, Almanya, Fransa, Endonezya, İrlanda, Japonya, Meksika, Filipinler, Nijerya, İngiltere ve Güney Kore'de erişilebilir.Önümüzdeki hafta OpenAI, erişilebilir olduğu ülke sayısını artırmayı planlıyor.

Güney Koreli bilim insanlarından çığır açacak bir iddia: Oda sıcaklığında çalışabilen süper iletken keşfedildi.

12 ay önce Güney Koreli bilim insanları 1911'den beri çare aranan bir zorluğun üstesinden gelerek, oda sıcaklığında çalışan ilk süperiletkeni geliştirdiklerini duyurdu. Keşif, normal koşullarda laboratuvar dışında çalışabilen bir süperiletkenin kullanıma girmesini sağlayabilir. Uzmanlar bunun devrim niteliğinde bir gelişme olacağını söylüyor. 1911'de Hollandalı fizikçi cıvanın -269 dereceye kadar soğutulduğunda elektriği hiç direnç göstermeden ilettiğini keşfetmişti. Fizikçi buna "cıvanın süperiletken hali" adını vermişti. Süperiletkenlerde elektrik akımını oluşturan elektronlar, atomların arasında hiçbir atoma çarpmadan akıp gidiyor. Böylece havada adeta uçarak saatte 500 kilometreden hızlı giden maglev trenleri veya uçan kaykaylar gibi yenilikçi teknolojilerin önü açılıyor. Öte yandan bilim insanları 1911'deki keşiften beri daha yüksek sıcaklıklarda süper iletken hale gelen malzemeler geliştirmeye çalışıyor. Kuantum Enerji Araştırma Merkezi'nin CEO'su Sukbae Lee'nin de aralarında yer aldığı bir grup araştırmacı, bu sorunun üstesinden gelerek oda sıcaklığında süperiletken hale gelen bir malzeme geliştirdiklerini bildirdi. Hakem değerlendirmesinden geçmeyen ve internet sitesi ArXiv'de erişime açılan makalede bu malzeme LK-99 diye adlandırıldı. Araştırmacılar, LK-99'un 127 derecelik sıcaklıkta bile süperiletkenliğini koruduğunu öne sürdü. Öte yandan, LK-99 oda sıcaklığında süperiletken hale geldiği öne sürülen ilk malzeme değil. Birkaç yıl önce saygın bilimsel dergi Nature'da yayımlanan bir makalede, 15 derece sıcaklıkta süperiletken hale gelebilen bir malzeme geliştirildiği duyurulmuştu. Ancak bu malzemenin çalışması için 2,5 milyon atmosferik basınç gerekiyordu ve bu da uygulanmasını yine zorlaştırıyordu. Ayrıca bazı hesap hatalarının tespit edilmesi üzerine makale yeniden yayımlanmak üzere geri çekilmişti. Araştırmacıların bildirdiğine göre LK-99, süperiletken olmak için yüksek basınç da gerektirmiyor. Araştırma makalesinde, "Tüm kanıtlar ve açıklamalar, LK-99'un oda sıcaklığında ve ortam basıncında süperiletken hale gelen ilk malzeme olduğunu gösteriyor" ifadeleri yer aldı: LK-99; mıknatıslar, motorlar, güç kabloları, maglev trenleri ve hatta kuantum bilgisayarlar gibi çeşitli uygulama alanlarına sahip olabilir. Diğer yandan, araştırmacıların makalesine şüpheyle yaklaşanlar da var. Bilim yazarı ve Birleşik Krallık'ın Eski Lordlar Kamarası Üyesi Matt Ridley de o kişilerden biri. Ridley, The Spectator'da kaleme aldığı yazıda, "Makale, alanında çok az deneyime sahip, yeni kurulan bir enstitüdeki tanınmamış bir ekipten geldi. Hakem incelemesinden de geçmedi" dedi: Ancak bu olgunun kendisinin bir gün mümkün olabileceğini düşünmek için iyi nedenler var. Fiziksel açıdan imkansız bir şey değil.

DÜNYA
Birleşmiş Milletler, Etiyopya'nın güneyinde meydana gelen geniş ölçekli toprak kaymasında ölenlerin sayısının 257'ye yükseldiğini açıkladı ve bu sayının 500'e kadar çıkabileceği uyarısında bulundu. BM'nin insani yardım kuruluşu OCHA, yerel yetkililere dayandırdığı açıklamasında 24 Temmuz itibariyle "ölü sayısı 257'ye yükseldi” dedi ve ekledi: "Ölü sayısının 500'e kadar yükselmesi bekleniyor." 23 Temmuz'da Gofa bölgesinde meydana gelen heyelanda toprak altında kalanlara ulaşabilmek için oldukça ilkel yöntemler kullanılıyor. Bölgeden aktarılan görüntülerde yakınlarına ulaşmak isteyen köylülerin ellerindeki küreklerle toprağı kazmaya çalıştığı görülüyor. Kaynak: beyaz Minare

Rusya’nın başkenti Moskova’da bombalı saldırı

2 gün önce Kommersant gazetesinin haberine göre Çarşamba günü Moskova'nın kuzeyinde park halindeki bir araca düzenlenen saldırıda Rusya'nın askeri istihbarat teşkilatından bir subay yaralandı. Rusya İçişleri Bakanlığı, meydana gelen patlamada iki kişinin yaralandığını ifade etti. Patlama, istihbarat görevlisi ve eşinin araca binmesinden kısa bir süre sonra meydana geldi Toyota Land Cruiser marka araç parçalandı. Yaralanan subayın Rus Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı istihbarat teşkilatı GRU'da görev yaptığı ifade edildi. Subayın isminin Andrei Torgashov olduğu ve orduya bağlı bir uydu iletişim merkezinin komutan yardımcısı olduğu kaydedildi. Devlet haber ajansı TASS, patlamada bir subay ve eşinin yaralandığını doğruladı. Yaralanan subayın bacaklarının koptuğu ve patlamada beş aracın daha hasar gördüğünü bildirildi. Kaynak: Beyaz Minare

ABD: Suudi Arabistan nükleer karşılığında İsrail ile normalleşmeyi kabul etti

2 hafta önce ABD Başkanı Joe Biden, Suudi Arabistan'ın ABD'den güvenlik garantileri karşılığında İsrail ile ilişkileri normalleştirmek istediğini belirtti. Biden "360 with Speedy" programına verdiği röportajda "Suudilerden bir telefon aldım. İsrail'i tamamen tanımak istiyorlar" dedi. Biden, Suudi Arabistan'ın İsrail'le ilişkileri normalleştirme karşılığında istediği şeyin "saldırıya uğramaları halinde ABD'nin kendilerine silah sağlayacağına dair bir garanti olduğunu" iddia etti. ABD Başkanı ayrıca Washington'un Suudi Arabistan'da ABD ordusunun işleteceği sivil bir nükleer tesis kuracağını ve "böylece fosil yakıtlardan uzaklaşabileceklerini" söyledi. Biden, "Bu tüm bölgede büyük bir oyun değiştirici" ifadelerini kullandı. Suudi Arabistan ile İsrail arasında normalleşme müzakereleri uzun süredir devam ediyor. Suudi Arabistan normalleşme için ABD'den askeri garantiler ve nükleer desteğin yanı sıra bölgede bir Filistin devletinin kurulmasını da şart koşuyor. Biden'ın ise son konuşmasında söz konusu şarttan bahsetmemesi dikkat çekti. Kaynak: Beyaz Minare

Hollanda ihracat yasağına rağmen dolaylı yollardan İsrail’e F-35 parçaları gönderiyor

2 hafta önce Cuma günü bir Hollanda mahkemesi, insan hakları gruplarının Hollanda'nın İsrail'e gidebilecek tüm F-35 savaş uçağı parçalarının ihracatını engellemesi yönündeki talebini reddetti. Aralarında Oxfam'ın Hollanda kolunun da bulunduğu hak örgütleri tarafından açılan dava, Şubat ayında bölge mahkemesinin, uçakların Gazze'deki savaşta uluslararası insani hukukun ihlal edilmesine karışabileceği endişesiyle Hollanda'nın İsrail'e F-35 parçaları gönderemeyeceği yönündeki kararının ardından geldi. STK'lar Hollanda devletinin İsrail'e doğrudan parça ihracatını durdurduğunu ancak ABD ve diğer ülkelere savaş uçağı parçaları göndermeye devam ettiğini iddia etmişti. Bu parçalar İsrail'e yapılan sevkiyatlarla bu ülkeye gönderilebilir ya da gönderilen savaş uçaklarında kullanılabilir. Daha önceki karar uyarınca bunun da durdurulması gerekiyordu. Ancak Lahey Bölge Mahkemesi yaptığı basın açıklamasında STK'ların Şubat kararını çok geniş yorumladığını ve Hollanda devletinin emredildiği gibi ihracat yasağına uyduğunu söyledi. Kaynak: Beyaz Minare

FİLİSTİN
İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik saldırılarında hayatını kaybeden sivillerin sayısı artıyor. Gazze'deki Filistin Sağlık Bakanlığı'nın açıklamasında, İsrail saldırılarında 7 Ekim'den bu yana 39 bin 175 kişinin hayatını kaybettiği belirtildi. Saldırılarda 90 bin 403 kişi de yaralandı. İsrail ordusu ve siyasi otorite her ne kadar saldırıların Hamas'ı hedef aldığını öne sürüyor olsa da açıklanan veriler ve görüntüler ışığında yapılan değerlendirmelerde, İsrail'in bölgede sivilleri doğrudan hedef aldığı anlaşılıyor. Ölenlerin yüzde 70'inin kadın ve çocuklar olduğu belirtiliyor. 7 Ekim'de Gazze Şeridi'ne yönelik hiçbir hedef gözetmeyen ağır bir bombardıman başlatan İsrail, 27 Ekim tarihinde bölgeyi karadan işgal etmeye başlamıştı. Kaynak: Beyaz Minare

İsrail Han Yunus’ta 48 saatte 129 Filistinliyi katletti

1 gün önce İsrail Gazze Şeridi'nde 7 Ekim'de başladığı katliama devam ediyor. Son olarak geçtiğimiz günlerde Han Yunus'ta saldırı başlatan İsrail ordusu her gün onlarca sivili öldürüyor. Sivil kayıplar artarken İsrail ordusunun karadan saldırı düzenlediği bölgelerde yaşayan Filistinliler de tehcir ediliyor. Gazze Hükümet Medya Ofisi'nden yapılan açıklamaya göre, son 48 saatte yalnızca Han Yunus bölgesindeki saldırılarda en az 129 Filistinli hayatını kaybetti. Filistin Kızılayı Han Yunus'taki durumla ilgili yaptığı son açıklamada binlerce kişinin İsrail'in Gazze'nin güneyinde devam eden saldırılarından kaçmaya devam ettiğini belirtti. Açıklamada, Mevasi'deki "güvenli bölge"nin insanlarla dolup taştığını ve "tek bir çadır için bile yer kalmadığını" kaydetti. Filistin Kızılayı, İsrail güçlerinin Gazze'nin kuzeyinde yerlerinden edilmiş Filistinlilerin evlerine dönmelerini engellediğini de ekledi. Kaynak: 

İsrail ordusu beş Yahudinin cesedinin daha Gazze’den çıkarıldığını açıkladı

2 gün önce İsrail ordusu Gazze'nin güneyindeki Han Yunus'ta düzenlediği operasyonda beş İsrailli esirin cesedine ulaştığını açıkladı. Ordu Perşembe günü yaptığı açıklamada anaokulu öğretmeni Maya Goren'in yanı sıra Tomer Ahimas, Kiril Brodski, Ravid Aryeh Katz ve Oren Goldin adlı askerlerin (son ikisi yedek asker) cesetlerinin İsrail'e getirildiğini bildirdi. Ordu, cesetleri bulunan isimlerin 7 Ekim'de çatışmada öldürüldüğünü söyledi. Beş ceset Çarşamba günü İsrail güçlerinin bu hafta yeni baskınlar düzenlediği Han Yunus bölgesinden çıkarıldı. Gazze Hükümeti Medya Ofisi, İsrail'in son saldırısının ardından Han Yunus'ta son 48 saat içinde en az 129 Filistinlinin hayatını kaybettiğini ve yüzlercesinin de yaralandığını açıkladı. Yaklaşık 150.000 kişi de İsrail saldırılarından kaçmak zorunda kaldı. 'Derin' hayal kırıklığı İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu Çarşamba günü ABD Kongresi'nde yaptığı konuşmada, hükümetinin kalan esirlerin serbest bırakılması için yoğun çaba sarf ettiğini söyledi. Ancak Gazze'deki sekiz ABD'li tutsağın aileleri yaptıkları ortak açıklamada Netanyahu'nun tutsakların evlerine döneceklerine dair garanti vermemesinden dolayı "derin" bir hayal kırıklığına uğradıklarını belirttiler. Aileler, Netanyahu'nun "İsrail'in üst düzey savunma ve istihbarat yetkililerinin çağrısına rağmen şu anda masada olan rehine anlaşmasına bağlı kalmadığını" söyledi. Netanyahu'ya "çok geç olmadan" anlaşmayı yapması çağrısında bulundular. Gazze'deki Filistin Sağlık Bakanlığı'na göre İsrail'in Gazze'ye yönelik 7 Ekim'den bu yana devam eden ve hiçbir hedef gözetmeyen saldırılarında en az 39.145 kişi hayatını kaybetti, 90.257 kişi de yaralandı. Kaynak: Beyaz Minare

Almanya Başbakanı Scholz: İsrail’e silah vermeye devam edeceğiz

2 gün önce Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Birleşmiş Milletler'in en yüksek mahkemesinin geçen hafta İsrail'in Batı Şeria ve Doğu Kudüs'teki varlığıyla ilgili raporuna rağmen Almanya'nın İsrail'e silah tedarikini sona erdirmek için şu ana kadar bir karar almadığını söyledi. İsrail yerleşimlerini yasa dışı ilan eden raporun Almanya'nın İsrail'e verdiği askeri desteği değiştirip değiştirmeyeceği sorusuna Scholz, hükümetinin bu konuda bir karar vermediğini söyleyerek yanıt verdi. Yıllık yaz basın toplantısında konuşan Scholz, olay bazında karar verdiklerini fakat henüz böyle bir kararlarının olmadığını dile getirerek, İsrail'e yönelik silah sevkiyatının süreceğini vurguladı. Almanya, ABD ve İsrail ile birlikte, İsrail'e en fazla destek veren ülkeler arasında yer alıyor. Kaynak: Beyaz Minare

İSLAM DÜNYASI
Abdi Sheikh, Aaron Ross and Giulia Paravicini | Reuters | Tercüme: Beyaz Minare Reuters tarafından ele geçirilen belgelere göre Somali’deki Mogadişu hükümeti, Afrikalı barış gücü askerlerinin çekilmesini yavaşlatmaya çalışıyor ve son dönemde oldukça güçlenen Eş Şebab’ın iktidarı ele geçirmesinden endişe duyuyor. Bir barış gücü olan Somali'deki Afrika Birliği Geçiş Misyonu (ATMIS) 31 Aralık'a kadar bu ülkeden çekilmeyi taahhüt ediyor ve bu tarihte yerine daha küçük yeni bir gücün geçmesi bekleniyor. Ancak hükümet geçen ay Afrika Birliği Barış ve Güvenlik Konseyi başkan vekiline gönderdiği bir mektupla Haziran ayı sonuna kadar ülkeden ayrılması gereken 4.000 askerin yarısının çekilmesinin Eylül ayına kadar ertelenmesini istedi. Mektup daha önce rapor edilmemişti. Hükümet daha önce, Mart ayında Afrika Birliği ile yapılan ve Reuters tarafından yayınlanan ortak bir değerlendirmede, genel geri çekilme zaman çizelgesinin Somali güçlerinin "gerçek hazırlık ve yeteneklerine göre" ayarlanmasını tavsiye etmişti. BM Güvenlik Konseyi tarafından görevlendirilen ortak değerlendirme, "ATMIS personelinin aceleyle geri çekilmesinin bir güvenlik boşluğuna katkıda bulunacağı" uyarısında bulundu. Parlamentodaki savunma komitesinin bağımsız üyesi Mursal Khalif, "Ülkemin gidişatı konusunda hiç bu kadar endişeli olmamıştım" dedi. Dört diplomatik kaynak ve üst düzey bir Ugandalı yetkili, Somali'deki Afrika Birliği gücünün en büyük finansörleri olan Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri'nin, uzun vadeli finansman ve sürdürülebilirlik konusundaki endişeler nedeniyle barışı koruma operasyonunu azaltmaya çalıştığını söyledi. Diplomatik kaynaklardan üçü, yeni bir güçle ilgili müzakerelerin karmaşık olduğunu, Afrika Birliği'nin başlangıçta Somali'nin istediğinden daha güçlü bir yetki için bastırdığını söyledi. Hararetli bir siyasi anlaşmazlık, Etiyopya'nın savaşta en deneyimli birliklerden bazılarını geri çekmesine yol açabilir. Somali cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık ofisi konuyla ilgili soru ve yorum taleplerine yanıt vermedi. Afrika Birliği'nin Somali özel temsilcisi ve ATMIS Başkanı Muhammed El Amine Suef, müzakerelerin sonuçlandırılması için kesin bir zaman çizelgesi olmadığını, ancak tüm tarafların sürdürülebilir barış ve güvenliğin sağlanmasına yardımcı olacak bir anlaşmaya bağlı olduğunu söyledi. Reuters'e verdiği demeçte "Afrika Birliği ve Somali hükümeti, herhangi bir güvenlik boşluğunu önlemek için koşullara dayalı bir geri çekilmenin önemini vurguladılar" dedi. Barış ve Güvenlik Konseyi, geri çekilme ve takip misyonunu görüşmek üzere Perşembe günü Somali konusunda toplanacak. Geçen yıl yaklaşık 18.500 askerin 5.000'inin ayrıldığı geri çekilme devam ederken hükümet güven mesajı verdi. Yeni gücün 10,.000'i aşmaması ve büyük nüfus merkezlerinin güvenliğini sağlamak gibi görevlerle sınırlı olması gerektiğini söyledi. Afrika Boynuzu'na yoğunlaşan Nairobi merkezli bir düşünce kuruluşu olan Sahan Research'te analist olan Raşid Abdi, daha küçük bir kuvvet çağrısının muhtemelen Somali'de ağır bir yabancı varlığına karşı çıkan milliyetçilerin görüşlerini yansıttığını söyledi. Endişeli komşular Ayrılan birliklere katkıda bulunan Uganda ve Kenya da endişeli. Uganda Dışişleri Bakanı Henry Okello Oryem, yoğun eğitim çabalarına rağmen Somali birliklerinin uzun süreli bir askeri çatışmayı sürdüremeyeceğini söyledi. Reuters'a konuşan Oryem, "Afganistan'da gördüğümüz gibi kaçtığımız bir duruma düşmek istemiyoruz" dedi. Oryem, Kenya'nın ABD ve AB tarafından talep edilen geri çekilmeyi kabul ettiğini ancak Somali'de kuvvetleri bulunan ülkelerin endişelerinin dikkate alınması gerektiğini söyledi. Kenya Cumhurbaşkanı William Ruto geçen ay Washington'da gazetecilere yaptığı açıklamada sahadaki koşulları dikkate almayan bir geri çekilmenin "teröristlerin Somali'yi ele geçireceği" anlamına geleceğini söyledi. Sorulara yanıt veren bir AB sözcüsü, AB'nin iç güvenlik kapasitelerini geliştirmeye odaklandığını ve Somali hükümetinin boyut ve kapsamı azaltılmış yeni bir misyon önerisini prensipte desteklediğini söyledi. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü ise gücün bir güvenlik boşluğunu önleyecek kadar büyük olması gerektiğini söyledi. Sözcü, Washington'un AU tarafından geri çekilme zaman çizelgesinin değiştirilmesi için BM Güvenlik Konseyi'ne sunulan tüm talepleri desteklediğini söyledi. Sözcü, Etiyopya güçleriyle ilgili bir soruya yanıt olarak, güvenlik boşluklarından veya "mevcut asker katkılarını değiştirerek ortaya çıkan gereksiz masraflardan" kaçınmanın kritik olduğunu söyledi. Aksilikler İki yıl önce Somali'nin orta kesimlerine yönelik bir ordu saldırısıyla Eş Şebab'dan geniş toprak parçaları ele geçirilmişti. Ağustos ayında Mogadişu yönetimi lideri Hasan Şeyh Mahmud, El Kaide'nin bu güçlü kolunu beş ay içinde "ortadan kaldırma" niyetinde olduğunu ilan etti. Ancak sadece birkaç gün sonra El Şebab karşı saldırıya geçerek birçok noktayı geri aldı. Bir asker, müttefik bir milis ve yerel bir sakine göre, saldırılarda çok sayıda asker öldü. Orta Somali'deki bir aşiretten olan milis Ahmed Abdulle Nisan ayında verdiği bir röportajda "Bu Somalililerin kalbini kırdı ama Eş Şebab'a cesaret verdi" dedi. Mogadişu hükümeti Cowsweyne’de yaşanan saldırıyla ilgili olarak hiçbir zaman kamuya açık bir ölü sayısı vermedi. Geçtiğimiz Ağustos ayında Cowsweyne'deki savaşa katılan Issa adlı bir asker "Cowsweyne'de bir taburdan fazla asker vardı ama iyi organize edilmemişlerdi" dedi. Issa, saldırı günü Cowsweyne askeri kampının kapılarında bomba yüklü araçların patlatıldığını söyledi ve üsleri bu tür saldırılardan koruyacak savunma karakollarının eksikliğine işaret etti. On asker, yerel aşiretlerden milisler ve askeri harekâtın hedefindeki bölgelerde yaşayanlar, savaş alanındaki yeni gerilemelerin ardından son iki aydır ordunun operasyon yapmadığını bildirdi. Eş Şebab'ın toprak kayıplarının boyutları bağımsız olarak tespit edilemedi. Somali Ulusal Güvenlik Danışmanı bu hafta X hesabında yaptığı açıklamada ordunun kazanımlarının çoğunu koruduğunu ileri sürdü. Barış güçlerinin geri çekilmesi toprakları elde tutmayı daha da zorlaştırabilir. Analistler Somali ordusunun yaklaşık 32.000 askerden oluştuğunu tahmin ederken, hükümet Afrika Birliği ile yaptığı değerlendirmede "yüksek operasyonel tempo" ve "yıpranma" nedeniyle yaklaşık 11.000 eğitimli personel açığı olduğunu kabul etti. Hükümet, askerlerinin sınırlı bir dış destekle Eş Şebab'a karşı koyabilecek kapasitede olduğunu öne sürdü. Somali daha önce de karamsar tahminlere meydan okumuş ve son yıllarda güvenlik güçlerinin sayısını arttırmıştı. Deniz kıyısındaki başkent Mogadişu'nun sakinleri güvenliğin arttığını söylüyor. Bir zamanlar sakin olan caddelerde trafik akıyor, lüks restoranlar ve süpermarketler hizmet veriyor. Amerika Birleşik Devletleri Askeri Akademisi Terörle Mücadele Merkezi tarafından Nisan ayında yayınlanan bir değerlendirmede, devam eden dış desteğin de yardımıyla Afganistan benzeri bir çöküşün olası olmadığı belirtildi. Örneğin ABD'nin Somali'de yerel güçleri eğitmek ve onlara danışmanlık yapmak üzere yaklaşık 450 askeri bulunuyor ve Eş Şebab’a karşı düzenli olarak insansız hava aracı saldırıları düzenliyor. Ancak değerlendirmenin yazarı, George Washington Üniversitesi'nde uluslararası ilişkiler profesörü olan Paul D. Williams, savaşçıların tahmini 7.000-12.000 savaşçısının yine de üstün uyum ve kuvvet kullanımı nedeniyle Somali kuvvetlerinden "askeri olarak biraz daha güçlü" olduğunu söyledi. Uluslararası destek Somali'nin güvenliği, Etiyopya'nın 2006'da işgal ederek o dönemin yönetimini devirmesinden ve o zamandan beri on binlerce insanın ölümüne neden olan bir isyanı tetiklemesinden bu yana yabancı kaynaklarla sağlanıyor. Brown Üniversitesi tarafından geçen yıl yapılan bir araştırmaya göre, ABD 2007’den bu yana Somali’de terörle mücadele yardımı için 2,5 milyar dolardan fazla harcadı. Bu rakama insansız hava aracı saldırıları ve Amerikan kara birliklerinin konuşlandırılması gibi faaliyetler için yapılan ve açıklanmayan askeri ve istihbarat harcamaları dahil değildir. Avrupa Birliği 2007'den bu yana ATMIS ve öncüllerine yaklaşık 2.8 milyar dolar sağladığını söylüyor. Türkiye, Katar ve diğer Orta Doğu ülkeleri de Batı tafarından desteklenen Mogadişu yönetimine güvenlik yardımı sağlıyor. Ancak kaynaklar zorlanıyor. Dört diplomatik kaynak, ATMIS'in yaklaşık 100 milyon dolarlık yıllık bütçesinin büyük kısmını ödeyen Avrupa Birliği'nin, orta vadede toplam katkılarını azaltmak amacıyla ikili desteğe yöneldiğini söyledi. Reuters'ın görüştüğü ve özel müzakereleri anlatmak için isimlerinin gizli kalması koşuluyla konuşan iki diplomat, ABD ve AB'nin Ukrayna ve Gazze gibi harcama öncelikleri ve Somali'nin kendi güvenliğinin sorumluluğunu üstlenmesi gerektiği düşüncesi nedeniyle barışı koruma operasyonlarını küçültmek istediğini söyledi. Dört diplomatik kaynak, bazı Avrupa ülkelerinin yeni misyonun Birleşmiş Milletler üye ülkelerinin değerlendirilmiş katkılarıyla finanse edilmesini istediklerini, bunun da ABD ve Çin üzerindeki mali yükü arttıracağını söyledi. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, ABD'nin böyle bir sistemin gelecek yıla kadar uygulanabileceğine inanmadığını ancak devam misyonunu desteklemek için güçlü bir uluslararası fikir birliği olduğunu söyledi. AB, yeni misyonun finansmanına ilişkin sorulara yanıt vermedi. Yeni misyonun finansmanı ancak Somali ve Afrika Birliği önerilen büyüklük ve görev tanımı üzerinde anlaşmaya vardıktan sonra resmi olarak ele alınabilir. Kaynak: Beyaz Minare

Bayramınız Mübarek Olsun !

4 ay önce Beyaz Minare Medya ekibi olarak tüm müslüman kardeşlerimizin bayramını kutlarız. Allah hepimizin Salih amelerini, itaatleri, orucunu, namazlarını ve infaklarımızı kabul etsin. Rabbimiz Subhanehu ve Teala bizleri tevhid sancağı altında yaşayacağımız bayramlarda bir araya getirsin. Allah bizlere bir sonraki bayramı, İslamı yeryüzünde intişar etmiş olarak idrak ettirsin.Bugün özellikle bizler ehlimizin ve çocuklarınızın yanında bayram ederken sınır boylarında; Gazze'de, Suriye'de, Somali'de, Arakan'da ve dünyanın diğer beldelerinde düşmanları gözetleyen mücahid kardeşlerimizin özellikle bayramını tebrik ederiz.

Cezayirli darbeci general Halid Nezzar öldü

7 ay önce Cezayir'de adı, başta 1992 darbesi olmak üzere sivillere yönelik ihlaller, işkenceler ve diğer suçlarla anılan emekli Tümgeneral Halid Nezzar öldü. 86 yaşındaki Nezzar'ın uzun süren hastalığı neticesinde 29 Aralık Cuma günü öldüğü açıklandı. 1937 yılında Cezayir'in Batna bölgesinde doğan Halid Nezzar Fransa ve Rusya'da eğitim görmüş, Fransız ordusunda yer almış, Cezayir Kurtuluş Savaşı'nda Fransızların emrinde Cezayirlilere karşı savaşmış bir isimdi. Nezzar, 1962'de Cezayir bağımsızlığını kazanırken şaibeli bir biçimde taraf değiştirdiğini iddia edip yeni kurulan Cezayir ordusunda yer almıştı. Seküler görüşlere sahip olan Nezzar, yeni kurulan Cezayir'in de bu doğrultuda şekillenmesinde rol oynadı. Nezzar, 1992 yılında İslami kesimi hedef alan darbe esnasında Cezayir'in Savunma Bakanı'ydı.

Kassam Tugayları Sözcüsü Ebu Ubeyde, 28.12.23 Tarihli Son Açıklamasında Nelere Değindi?

7 ay önce Ebu Ubeyde: 83 gündür süren savaşın ardından en büyük selamı, Gazze'deki kararlı halkımızın dışında kimse hak edemez. Kassam Tugayları halkımızla aynı siperde, bir lokma ekmeği ve bir yudum suyu paylaşıyor. Aksa Tufanı, Siyonist Rejimi yok olma yoluna soktu. İşgalci İsrail'e yüzyılın darbesini indirerek, hak ve hürriyet talep eden bir millet olduğumuzu tüm dünyaya haykırdık. Cihad etmeye ve hazırlanmaya devam ettik çünkü haklarımız elimizden alındı. 83 gündür süren saldırının ardından hâlâ düşmana karşı sahadayız. Şu ana kadar İsrail'e ait 825 araç imha edildi.Son iki günde işgalcilerin 3 helikopterini hedef aldık. Mücahitlerimizin düşman askerlerini ve araçlarını hedef aldığını ispatlayan birçok belge yayınladık ama bu, buzdağının yalnızca görünen kısmıdır. Milletimize yönelik saldırılar durmadan hiçbir takas anlaşmasını kabul etmeyeceğiz. Düşmanı başarısızlığa uğratan şey halkımızın ve mücahitlerimizin sahadaki kararlılığıdır. Gazze, savunmasız halklara karşı insan hakları kılıcını taşıyan tüm yalancıları açığa çıkardı.

SAĞLIK
"Tıbbın İfsadı", küresel tuğyanın her alanda olduğu gibi tıp, gıda, sağlık alanlarında da insanları köleleştirme ve kapitalizm çarkları arasında ezme projelerine dair detaylı bilgiler, açıklamalar içeren göz açıcı bir kitap. Doğal ve helâl tedavilerin savunucusu olan Dr. Bekir Tok'un kaleme aldığı bu kitabı küresel tuğyanın hipnozundan uyandırmak istediğiniz yakınlarınıza okutmalısınız. Geçtiğimiz yıllarda sahnelenmiş olan Covid plandemisinde de kınayıcıların kınamasından çekinmeden hakkı haykıran, bağımsız ve vicdan sahibi doktorlardan olan Bekir Tok'un tıp dünyasının işleyişi ve iç yüzüne dair dile getirdikleri can kulağıyla dinlenmeli. Kitabın özünde, şeytan aleyhillâne ve avaneleri tarafından kurulmuş ve yönetilmekte olan dünya düzeninin; insanlığı maddi ve manevi olarak sömürmek, tevhid üzere yaratılmış olan fıtratlarını bozmak, köleleştirmek ve Allah subhanehu ve teâlâ'ya şirk koşturmak üzere tasarlandığı vurgulanıyor. Bu şeytani oyunlara kanıp da şirk bataklığına düşmemek için ise okumamız, araştırmamız, sorgulamamız gerekiyor. Dünyada ve ülkelerde kurulu şeytani sistemden elinden geldiğince teberri etmeye çalışan kullarına Allah Tebareke ve Teâlâ yardım edip kolaylaştıracaktır. Kitaptan bazı alıntılarla okurlarımızı baş başa bırakıyoruz. Tüm altını çizdiğimiz kısımları paylaşmak isterdik lakin şimdilik bu kadarla iktifa ediyoruz. Kitabın son sayfalarını mutlaka okumalısınız. 285. sayfadan başlayan "Şifa Kavramı" ve bir sonraki bölüm olan "Ölçüler ve Sonuç" kısımları mutlaka okunmalı. Kitaplığınızda bu kitap mutlaka yer almalı. Eşe dosta tavsiye etmeli, ödünç vermelisiniz. Çocuklarınıza anlayacakları dilde anlatmalısınız. -ALINTILARIN BAŞLANGICI- "Rockefeller ailesini duymuşsunuzdur.; 19. yüzyılın sonlarında kurdukları Standard Oil şirketi ile adlarını duyuran bu aile, buradan yola çıkarak; tarım, eğitim, siyaset, tıp gibi bir çok alanda ahtapot gibi kolları dünyayı sarmış, ülkeleri ve yöneticilerini istediği gibi parmaklarında oynatmıştır. Bunun gibi Rothschild ailesi ile Bill Gates gibi isimler ve son meşhur isim Elon Musk gibiler; dünya siyasetini ellerinde bulundurdukları servet ve güç ile istedikleri gibi yönetir olmuşlardır. Bugün hangi taşı kaldırsanız, hangi şirketi araştırsanız bu aileler karşınıza çıkmaktadır. Görünen o ki, şeytani düzeni kuran, devam ettiren, birçok alanda istedikleri gibi at koşturan isimler bunlar. Asrımız ulus devletleri bu isimlerin yeryüzündeki emellerini rahatça gerçekleştirebilmek için onlara maşa görevi görüyor." (s. 45) "Doğa gezilerinin yerini AVM gezileri aldı. Saatsiz ve penceresiz AVM'lerde sinema, yemek, mağaza üçgeninde dolanarak mutlu olunur sandık. Sinemada beynimizi, yemekte bedenimizi, mağazada nafakamızı kirlettik. Dağda, ağaç altında temiz bir nefese, AVM'nin esans kokularını ve radyasyon dalgalarını tercih ettik." (s.65) "Son yüzyılın fesad düzeni; şeytanın on binlerce yıllık tecrübesi ve ustalığı ile hazırlandı. Kendi vurup kendi ağlayan, sahneyi yazıp oyuncuyu eleştiren bir düzen bu; tavşana kaç, tazıya tut diyen... Nasıl mı? Faizi serbest bırakır, her köşe başına banka açar, bankaya uğramayacak birini bile maaş bahanesiyle bankayla barıştırır; sonra faiz bataklığına batan insanları camilerde 'Faiz haramdır.' diye uyarır. Kumar 'Milli Piyango' adı altında bizzat devlet tarafından oynatılır. Her yerde kumar resmi-gayrı resmi yaygınlaştırılır, sonra televizyonda kumarın haram olduğunu anlattırır düzenin hocalarına. Kadını kadınlıktan, erkeği erkeklikten çıkarır; diziler ve filmler aracılığıyla şiddete, çıplaklığa ve zinaya özendirir, kadını her yerde ticari obje olarak kullanır... Sonra 'Kahrolsun kadına şiddet' diye bağırır televizyonlardan... Genelevlerini resmi olarak işletir, polislerini başına diker, doktorları ile düzenli muayenelerini yaptırır... Sonra 'Aile toplumun yapı taşıdır.' der... Uyuşturucu baronlarını alttan alta destekler, milyar dolarlık ticaret ağlarına göz yumar, arada bir baskınla devede kulak denebilecek bir miktarı yakalayıp 'Uyuşturucu ile mücadele ediyoruz' der... Memleketi küresel dev firmalar parsellerken, çıkıp televizyonlarda 'yerli üretim' nutukları attırır bu düzen... Memleketin her karışına askeri üsler inşa edilirken, bağımsızlığın ne kadar önemli olduğu yazar okul ders kitaplarında... Ekini ve nesli ifsad ederken, 'Biz ıslah ediciyiz' der kısaca bu düzen... İşte bu düzenin sistemsel bir parçası olan 'demokrasi' ile, tüm insanlığa bu projelerin ve ifsadın bir parçası olma yolu açılır. İnsanlık, seçtiği vekilleri aracılığıyla istemeden de olsa bu düzenin bir parçası hâline gelir. İslâmi söylemlerle yöneticiliğe vekâlet istense bile, bu kara deliğe girişin cicili ambalajla süslenmiş bir paketidir bu yöntem. Zira bu sisteme biat etmeden en ufak taşraya bile yönetici olmanıza katiyen izin verilmemektedir." (s.74) "Yeni Dünya Düzeni; Allah'ın şu son birkaç yüzyılda, insanları imtihan etmek için mücrimlere 'es-Sabur' ismiyle verdiği mühletin neticesinde kurulmuş ifsad düzeni... Allah azze ve celle insan bu mühleti verince tüm âlem çamurdan yaratılan basit bir varlığın ne kadar azgınlaşabileceğini, ne kadar ileri gidebileceğini daha iyi görmüş oldu. Sonuçta bu kadar karmaşık bir düzenin temelinde basit bir gerçek yatmaktadır: dünya hırsı... Sonsuz yaşama arzusu, daha çok kazanma duygusu; hiç şüphesiz aynı vaadlerle atamız Âdem (as)'ı kandıran şeytanın bu düzenin mimarı olduğunu gösterir." (s.75-76) "Yediğimiz içtiğimiz ürünlerin mümkün olduğunca piyasadakilerin en doğalı olmasına özen gösterelim. Bunu ibadetlerden zevk alabilmek, dünyevi ve uhrevi görevlerimizi daha zinde ve kolay gerçekleştirebilmek için yapmamız gerek. ... İçinde muhtemelen haram maddeler bulunan ve dolayısıyla yenmesi de şüpheli olan maddeleri tükettiğimiz ve bu problemi de önemsemediğimiz hâlde ne kadar takvadan söz edebiliriz?" (s.133) "Çocuklarının ufacık burnu aksın, ufacık ateşi çıksın soluğu hastanede alan aileler çocuklarına büyük kötülük yapıyor." (s.149) "İnsan hayatta yaşadığı zorluklar, kötü anılar, eziyetlerle vardır. Kiminin imtihanı ağır, kimininki hafiftir, Düşünsenize Peygamberimiz Muhammed (sav)'in hayatı boyunca çektiği sıkıntıları? Sahabenin... Onlar da mı antidepresan kullanmalıydı? Hayır, tam da yukarıda bahsettiğim gibi, her iki dünyada da insanı mutlu edecek ve çektiği zahmetleri ona rahmet kılacak olan doğru temeller üzerine oturmuş bir inançtır. Bu olduktan sonra Eyyub (as) gibi en ağır hastalıklara da müptela olsanız, çoluğunuzu çocuğunuzu kaybetseniz, siz yine de sığınacağınız kapıyı bulabilirsiniz." (s. 178) "Adı üstünde bunlar 'ruh sağlığı' hastalıkları. Maddi hastalıklar değil. Bunlar tavuklar gibi insanların köleleştirilmesi, idealsizleştirilmesi, doğal yaşamından ve ortamından koparılması, hep kendisinden üstte olan yaşamlara özendirilmesi, fıtratına en uygun din olan İslâm'ın terbiyesinden uzak kalınması neticesinde ortaya çıkan hastalıklar olduğu için öncelikli olarak bu kısır döngüden kurtulmanın yollarına bakmak gerek." (s.179) "Hep bahsettiğimiz gibi tüm bozgunların sebebi şeytan. Bozgun/fesad, bir zincir şeklinde ona tabi olanlar aracılığıyla ilerlemekte. İnsanlık topluca Allah'ın ipine sarılmak yerine şeytanın tahakkümüne razı olduğunda çorap söküğü gibi topraktan semaya tüm varlıklar ifsad çarkını döndürmeye başlamakta." (s.187-188) "Şeytanın en büyük amacı ne para, ne insanların kısır olması, ne de mülk mevki vb.dir. Şeytanın en büyük amacı daha çok insan Allah'a kendisi gibi başkaldırsın, daha çok insan Allah'ın ebedi azabında kendisine arkadaş olsundur." (s.189) "Buraya kadar yeryüzünde şeytanın temsilciliğini yapan bu güçler kazandı, insanoğlu onların köleliğini yaptı, hatta insanlığı zehirledikleri ürünleri imal eden fabrikalarda bile onlara kölelik etti. Doğal olarak -manevi anlamda- kalbi kararan insanoğlunun sağlığı da bozuldu. Bu sefer sağlığı düzeltmeyi, hastalıklara şifa dağıtmayı da sözde üstlenen bu sistem; bir çark da bu büyük çarka ekledi, böylece hem insanların fıtratını bozarken, hem de onları iyileştirdiğini iddia ederek servetler kazandı. Keşke iyileştirseydi, ama amacı iyileştirmek de değildi, çünkü iyi ve sıhhatli olan insanlar onlara müşteri değildi. Bu yüzden ilaçlar, tedavi etmesi için değil; anlık olarak rahatlatıp, hastalığı sürdürecek şekilde tasarlandı." (s.189) "Devlet bir şekilde ya 'sağlık' adına ya da başka kalemler adına halktan topladığı milyarları bu ilaç firmalarına dolaylı yoldan ulaştırmış oluyor. Neden her içtiğimiz, yediğimiz, giydiğimizin yarısı vergi; neden aldığımız arabaya yüzde yüzden fazla vergi konuluyor ve neden yakıtı bu kadar pahalı kullanıyoruz sorularının cevabı burada yatıyor. Vergi adı altında bir de 'kutsal' ibaresi yapıştırılarak sağlık sektöründe olduğu gibi her sektördeki para babaları bu şekilde zavallı halkların sırtlarından adeta bir sülük gibi geçiniyorlar." (s.208) "Kızamık aşısı olmayan çocukta en ufak kızarıklık görse çocuk doktorları hemen 'Gördün mü bak çocuğun kızamık oldu, şimdi bundan dolayı ölse ne olacak?' deyip, 'Hemen kızamık aşısı yapmalıyız.' diyerek aileyi baskı altına alması çokça duyduğum yaşanmış olaylar. Bu tarz olaylarda yanlış teşhis söyleyerek aileyi korkutma, kızamık gibi bir hastalığın ölüm oranı çok daha düşük olmasına rağmen sanki her hasta olan ölüyormuş izlenimi uyandırma, tıbbi bir uygulamayı psikolojik baskı ile dayatma gibi birçok yanlış var. Teşhis doğru olsa bile hastalık anında tekrar aşı yapmanın gereksiz olması da ayrı bir facia. Tıbbın çoğu zaman 'dogma'lara bel bağladığı ve bağnazca savunulan gelenekleri barındırdığını gösteren bir sahnedir bu." (s.213) "Modern tıp, organların bozulmasını önlemek ya da bozulmuşu tedavi etmek yerine, yerinden çıkarmayı çoğu zaman tercih ediyor." (s.213) "Türkiye'de ilaçların etkinliklerini ve fiyatlarını, gerekli olup olmadığını kim, nasıl denetliyor, denetleyenlerin yetkinlikleri nasıl ve bunları etkileyen, suistimale zorlayan odakların olup olmadığı karanlıktır." (s.229) (Not: Bu konu hakkında delilleriyle gerçekleri görmek isteyenler Soner Yalçın'ın SAKLI SEÇİLMİŞLER ve KARA KUTU isimli kitaplarını okuyabilir) "Bir de şu algı vardır ki, empati yapmakta fayda var: Koca koca tıp kitaplarında gribal enfeksiyonların tedavisinde ada çayı bahsedilmezken, halkın gelip de 'Kullanalım mı?' sorusu cahilce(!)dir. Ne yani koskoca bilim bunu bulamamış da basit bir köylü mü iyi geleceğini iddia ediyor. Oysa bitkilerle ilgili veya diğer geleneksel tedavilerle ilgili çalışma yapan bağımsız kaynaklar da vardır; ancak tıp kitaplarını ve protokollerini belirleyen camialar bunları dikkate alacak kadar saf değildir. Bunun bir sebebi tabiatta doğal hâlde bulunan bir bitkinin patentlenemeyeceği gerçeği ve buna bağlı olarak Allah'ın arzında birçok yerde biten bu bitkilerin kazanç kapısı olmamasıdır." (s. 235) "Dağda kendi başına hayvanlarını otlatan yaşlı kadını 'Neden maske takmıyorsun?' diyerek uyaran jandarmanın videosu oldukça trajikomikti. Akşama kadar toz, toprak, salya, sümük ile şekilde şekle giren maskenin içine nasıl oluyorsa sadece koronavirüs giremiyordu!" (s.241) "Sonuç olarak, dünyayı ifsad etme, insanları daha kolay yönetilebilir köleler hâline getirme amacındaki dünya ekâbirlerinin amaçlarına ulaşabilmek için tıbbı ve sağlığı en büyük silah olarak kullanmaları mide bulandırıcıdır. Asıl üzücü olan ise, bu zayıf hileleri ile peşlerinden sürüklediği milyarlarca düşünmeyen, akletmeyen insan yığını ile aynı gemide olmaktır." (s. 244) "Aşı bilim dünyasının kutsallarındandır. Aşı ile hastalığı önleme mantığı aslında bir teoriden öteye gitmese de yine de bu teoriye karşı gelen doktorlar; çalışmalarına, uzmanlıklarına bakılmadan tıp dünyası tarafından alaya alınır, aforoz edilir. Aşı dokunulmazdır, yoruma açık değildir. Aşı hakkında soru sormak bile cehalettir birçoğunun gözünde. Ama bir kere merak edip 'Neler dönüyor?' sorusunu sorabilmek önemlidir." (s. 261) "Yalnız aşılar kendi başlarına sadece mikroptan oluşmuyordu. İçerisinde bu zayıflatılmış mikrobun üretilerek aşıda kullanılabilmesi için maymun, domuz, inek, tavuk gibi hayvanların hücrelerinin bulunduğu kültürler kullanıldı. Üretilen mikroplar kültürden alınıp aşı flakonuna aktarılırken, kültüre ait DNA parçaları da numuneye karışır. Dolayısıyla kişiye zerk edilen aşının içerisinde bu hayvanlara ait DNA parçaları da kana verilmiş oldu. Ayrıca yine koruyucu olması ve etki etmesine yardımcı olmak amacıyla civa, alüminyum gibi ağır metaller de aşıların içerisine katıldı. Burada sorunlar baş göstermeye başladı." (s.260) "Çocuklarımızın televizyonlarla nasıl hipnoz edilip yönetildiğini görmüyor muyuz? Aşıdan önce, çocuklarımızın beyinlerini dumura uğratan, çöp tenekesine çeviren eğitim sistemlerini sorgulamalıyız. Çocuk ağlamasın diye ağzına cips, eline akıllı telefon verdikten sonra, aşıların çocukların zihinlerini etki altına aldığını konuşmak tutarsızlık..." (s.270) "Özgür bir şekilde düşünmeye izin verilmiyor. Devlet kontrolünde tek tip eğitim, diyanet kontrolünde din, yine üstten kontrol edilen tek tip medya ile tek tip zihinler oluşturulmak isteniyor. Böylece yığınlar 'köle' isminin rahatsız edici tınısına takılmadan hizmet etmeye devam ediyorlar. İşte buna modern kölelik diyoruz. İnsanlık belki zincirlerle bağlanmıyor, bir yerlerde hapsedilmiyor ancak günlerinin tamamını çalışmakla geçiriyorlar, düşünmeye fırsat bulamıyorlar, bu kadar çalışmalarının karşılığında verilen az miktar para, ağır vergilerle kendilerinden geri alınıyor. Böylece bu yalancı döngü ile insanlar gizli köleler hâline getiriliyor." (s.271) "Aşk diye bir terim kutsallaştırıldı. Sahi Müslüman olduğunu iddia eden herkese sormak gerek, 'aşk' kavramını hangi ayet ya da hadiste duydunuz? Tüm çizgi filmler, sinema filmleri, diziler, tiyatroların vazgeçilmez teması 'aşk' değil mi? Gözümüzün içine yıllardır o kadar soktular ki, artık evli olmayan bir çiftin el ele tutuşması hemen herkes için normal bir hâle geldi. Normalleştirme aşama aşama devam etti., her çıkan film 'daha cesur' idi. Bu şekilde toplum dönüştürüldü, zina yaygınlaştırıldı. Yıl 2022 olduğunda, sokakta alenen zina edenleri medyada her gün duymaya başladık. Kıyametin alametlerinin birer birer önümüze çıkması sürpriz değil." (s. 274-275) "Hayatın her alanında fıtrata en uygun düzen bellidir: Allah azze ve celle'nin emrettiği ve Resul'unun örneklendirdiği aile hayatı...'Atalarımın yolunda giderim, geleneklerden şaşama' zihniyetinde olan aileler gibi, her daim moda akımların peşinden gitmeye çalışan sözde modern aileler de bu dengeyi gözetmediği sürece yanılmaya ve hata etmeye devam edeceklerdir." (s.282) "Gerçek bilgelik, sunulan moda akımları takip ederek istenilen formda sürekli güncellemek değil, şeytanın ve uşaklarının tuzaklarına karşı, kendisini ve ailesini koruyabilecek dik duruşu gösterebilmek, bunun için de bu tuzakları en iyi şekilde fark ederek kendisinden ve etrafından def edebilmektir." (s. 283) "Doğru olan Allah azze ve celle'nin hastalıkları ya bunu kullarını imtihan etmek adına sebepsiz yere ya da kullarının yaptıkları cürümleri affetmek adına bir vesile olarak vermesiydi. Emanet olarak kendilerine bahşedilen vücuda kendi elleriyle hunharca davranmaları da çoğu zaman hastalık için sebepti. Aynı şekilde şifayı da Allah azze ve celle verirdi ve bu bölüştürülebilen, başka varlıklara da lütfedilmiş bir yetki değildi. Eğer insan şifayı başka kaynakta ararsa Allah azze ve celle'ye şirk koşmuş, haram olan nesnelerde ararsa Allah'a isyan etmiş olurdu. Şeytan için vazgeçilmez bir alandı sağlık alanı bu yüzden." (s.285) "İşte maddeci anlayışın dünya hayatına ve maddeci tıbbın da alt başlık olarak insan sağlığına bakışı bu denli sakattır. Oysaki doğru olan anlayış; kurulmuş muazzam sistemde oynamalar olduğunda, yani hastalıklar ortaya çıktığında, başka yerleri de oynayıp işi içinden çıkılmaz hâle getirmek değil, bu düzeni nahif bir elle, hafif dokunuşlarla ve sistemin sahibinin de yardımını alarak eski hâline getirme çabasıdır." (s.288) "Sihirbazların bir toplumdaki en önemli görevi eğriyi doğru, doğruyu eğri göstererek, yapmadıklarını yapmış gibi göstererek insanları aldatmak, kendilerine hayran bırakmak, etkilemek ve bu yolla da zihinlerini kontrol altına almaktır. Kralların en sevdiği yardımcılarındandır sihirbazlar.... Eğer birisi bir gün beş dakika tefekkür eder de: ' Bu kral da bizim gibi bir insan, yemek yer, defi hacet için tuvalete gider' gibisinden "terörist" düşüncelere kapılır da kralın insanlara uygun gördüğü 'dini' sorgulamaya başlarsa, bu krallığın akıbeti açısından tehlike oluşturacağından hiç hoş görülmez. Sihirbazların devreye girdiği nokta da budur. Nitekim tağutların Kur'an'daki temsili olan Firavun'un da yardımcılarından en gözde makamlardan birini bu sihirbazlar dolduruyordu." (s.293-294) "Sahi vücutlarınız sahte gıdalarla hasta edilirken hasta bedenler ve zihinlerle Allah'ın sizin için çizmiş olduğu idealleri gerçekleştirebileceğinizi mi zannediyorsunuz? Bizleri köle olarak gören, iş gücümüzden faydalanan her türlü ticaretimize ortak olup bizle beraber asalak gibi kazanan, vergilerle sırtımızı ezen Firavunların size layık gördükleri ama kendileri yemedikleri besinlere, hürriyete rağmen tamah mı edeceksiniz?" (s.312) -ALINTILARIN SONU-

Kedi Kadar Kıymeti Olmayan Bebekler

7 ay önce Türkiye'de "Parasetamol", yurtdışında "Acetaminophen" olarak bilinen ağrı kesici ve ateş düşürücü olarak piyasaya sürülmüş Rockefeller tıbbı firmalarının insanları zehirlemede kullandığı toksik maddelerden biri hakkında bilim dünyası uyarıda bulunuyor. Türkiye'de etken maddesi Parasetamol olan ilaçlar arasında en bilinenleri ve en yaygın olarak kullanılanları Parol, Minoset, Calpol, Vermidon, A-ferin, Gripin, Panadol, Tylenol (Tylol)'dur. Esas problem; bebek ve çocuklarda ateş, soğuk algınlığı vb. durumlarda doktorların sıklıkla reçete ettiği, anne babaların ise son derece rahat bir şekilde çocuklarına verdiği parasetamol içerikli ilaçlarda, örneğin Parol ve Calpol'dedir. Güncel bağımsız bilimsel çalışmalar göstermektedir ki; PARASETAMOL ZEHRİ BEBEK VE ÇOCUKLARDA NÖROLOJİK HASARA SEBEP OLMAKTA, GELİŞİM GERİLİĞİ, DİKKAT EKSİKLİĞİ VE HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU VE OTİZM SPEKTRUMU HASTALIKLARINA YOL AÇMAKTADIR. Bilimsel makale için tıklayın. Günümüzde hemen her çocukta görülen bu nörolojik hastalıkların bu kadar artmasının başlıca sebeplerinden biri çocukluk çağı aşıları olmakla beraber, diğer sebebi ise; her hastalıkta, her ateşte ve her ağrıda çocuklara kaşık kaşık içirilen Parasetamol içerikli ilaçlarıdır (Parol, Calpol, Tylol). Bebekliğinden beri her hastalığında, her ateşte bu ilaçları alan çocukların beyinleri geri dönülemez şekilde hasar görmekte ve yukarıda sayılan çağımızın belası nörolojik hastalıklar (Otizm, DEHB vb) çığ gibi artmaktadır. Bilimsel makale için tıklayın. Çocukları bu hastalıklardan muzdarip olan gelen ebeveynler şu ayeti kerime'yi tefekkür etmeliler. "Başınıza gelen her musibet, ellerinizle kazandığınız (günahlar) sebebiyledir. Hem (Allah) çoğunu da affeder." (42-Şûrâ:30) Konunun kedilerle ilgisi ise aşağıdaki gibi açıklanmaktadır. Kedilerde "glucuronidation" (glukuronidasyon) adlı metabolik proses yetersizdir. Bu metabolik proses, "parasetamol" denen zehrin vücut tarafından işlenerek atılması için gerekli olan bir prosestir. Dolayısıyla kedilere "parasetamol" içeren bir ilaç verildiğinde vücutları bunu işleyemez ve ilacın oluşturduğu toksisite sonucu ciddi hastalıklara maruz kalabilirler ve hatta ölebilirler. (Bilimsel makale için tıklayın.) Veterinerler bu bilgiye sahip olduklarından, kedilere asla Parasetamol kullanmazlar. Yenidoğan bebekler ve küçük çocuklar da tıpkı kediler gibi, Parasetamol'ü işleyip vücuttan atılmasını sağlayan "glucuronidation" (glukuronidasyon) adlı metabolik proses açısından son derece yetersizdir. Yetişkinliğe ulaştıkça bu proses tam olarak gelişmektedir. Dolayısıyla Parasetamol kullanımı yetişkinlere, çocuklarda olduğu kadar zarar vermemektedir. Ne yazık ki, içinde yaşadığımız küresel tuğyanda bebeklerin kedi kadar kıymeti olmadığından; veterinerler kedilere "zarar görürler" endişesiyle parasetamol vermezken, 1980'li yıllardan itibaren çocuk doktorları gönül rahatlığı ile doğumdan itibaren bebeklere Parasetamol vermektedir. Sorgulamayan, araştırmayan ve doktorlara körü körüne itaat eden anne babaların katkısıyla nesiller ifsad olmakta, nesiller hastalanmaktadır. Bunun önüne geçmede en büyük görev yine anne babalara düşmekte olup; bilgiye erişimin son derece kolay olduğu çağımızda, reçete edilen ilaçları çocuklarına kullanmadan önce anne babaların bu ilaçların yan etkileri üzerine araştırma yapıp, mümkün olduğunca doğal ve helâl tedavilere yönelmeleri sağlıklı nesiller için elzemdir.

Çocukluk Çağı Aşıları Tip 1 Diyabete Sebep Oluyor

7 ay önce 13 yaşındaki bir oğlan çocuğu. Spor faaliyetlerinde bulunuyor. Son derece sağlıklı. Rutin doktor kontrolüne gittiğinde idrarda kan şekeri ölçümü yapılıyor. Her şey normal. Aynı gün Difteri-Boğmaca-Tetanoz aşısı (Tdap) ve Menactra adlı menenjit aşısı vuruluyor.  Aşıdan 40 gün sonra 614 mg/dL kan şekeri ve 12.4 HbA1C değeri ile Diyabetik Ketoasidoz Komasına girerek ölümden dönüyor; ama ölene dek ilaç endüstrisinin ürettiği GDO'lu sentetik insülinlere muhtaç olacak şekilde Tip 1 diyabetli bir engelli hâline geliyor. Bu olayın "toksik aşıların" yan etkisi dışında başka bir açıklaması yok. Çünkü aşıyı olmadan birkaç dakika önce çocuğun idrarında kan şekerine bakılıyor ve normal seviyede çıkıyor. Aşıyı vurulduktan 40 gün sonra ise çocuğun son haftalardaki ortalama kan şekerini gösteren HbA1C değeri, normalde 5-6 olması gerekirken, 12 çıkıyor. Tıp sanayisine hizmet eden hemşire ve doktorların hiçbir açıklaması yok. Putları olan aşılara toz kondurmamak için kırk takla atıyorlar. Sadece DBT (Tdap) değil, MMR (Kızamık-Kabakulak-Kızamıkçık), çocuk felci, su çiçeği, mRNA ve bebekler-çocuklar için üretilen daha hangi toksik enjeksiyonlar var ise hepsi bu hastalığı ve daha fazlasını tetikleyebilir, çocuğunuzu öldürüp sakat bırakabilir. Bir modern (!) çağ hastalığı olan Tip 1 Diyabet vakalarının en azından %75'inin çocukluk çağı aşıları sebebiyle çıktığını ortaya koyan makale için buraya tıklayın. Bu makalede, çocuklara aşı yapmayan ABD'deki özel bir pediyatri kliniğinde 25 yıldır tek bir çocukta dahi Tip 1 Diyabet çıkmamış olmasından bahsediliyor. Ve yine aşılı çocuklarda Tip 1 Diyabet çıkma ihtimalinin hiç aşı olmayan çocuklara göre 4.7 kat daha fazla olduğu da yapılan geniş çaplı anketlere dayanarak tespit ediliyor.  Tesadüf mü? Elbette değil! AŞI YOKSA HASTALIK YOK! Yıllara göre bazı ülkelerde Tip 1 Diyabet oranları. 1960'lı yıllarda ve öncesinde Tip 1 Diyabet hastalığı diye bir şey neredeyse hiç yokken, sonrasında, yıllar geçtikçe, çocuklara uygulanan aşıların sayısı 6-7 taneden 50-60 taneye yükseldikçe, hastalık grafiğinin nasıl da yükseldiğine iyi dikkat edin. Günümüzde SMA'dan tutun da ismini sadece birkaç yıl öncesine kadar hiç duymadığımız türlü türlü hastalıkları duymaya başladığımıza da dikkat edin. "İnsanlardan öylesi vardır ki; dünya hayatına dair söyledikleri senin hoşuna gider/sözleriyle seni etkiler. O, kalbinde olanın (iyilik, güzellik, ıslah) olduğuna dair Allah’ı şahit tutar. Oysa o, düşmanın en beter olanıdır.  (Bir işin başına yönetici olduğunda ya da) yanınızdan ayrıldığında yeryüzünde bozgunculuk yapmak, ekini ve nesli yok etmek için çalışır. (Oysa) Allah, bozgunculuğu sevmez." (2/Bakara: 204-205) Aşılardan sonra Tip 1 Diyabet teşhisi almış olan çocuğun annesiyle yapılmış 30 dakikalık röportaj: https://rumble.com/v36plwy-mother-of-child-who-got-type-i-diabetes-from-vaccine-injection-speaks-out.html https://rumble.com/v36plwy-mother-of-child-who-got-type-i-diabetes-from-vaccine-

SURİYE
Irak, 5 yıl önce Suriye’nin kuzeyindeki İdlib’de öldürülen IŞİD’in lideri Ebubekir el-Bağdadi’nin eşi Esma Muhammed hakkında idam kararı verdi. Arap medyasına göre; Irak’ın başkenti Bağdat’taki Karkh Ceza Mahkemesi, öldürülen IŞİD lideri Ebubekir el-Bağdadi’nin eşini, “IŞİD ile işbirliği yapmak”, “Kürt Ezidi kadın ve kız çocukları evinde alıkoymak” suçlamasıyla idama mahkum etti. Bağdadi’nin eşinin, Irak’ın kuzeyindeki Sincar bölgesinde IŞİD militanları tarafından kaçırılan Ezidileri alıkoyduğu iddia edildi. “Ümmü Hüdayfe” olarak da bilinen Esma Muhammed, Bağdadi ile birlikte Suriye’nin Rakka kentinde yaşıyordu. Bağdadi’nin Suriye’nin kuzeyindeki İdlib’de Amerikan askerleri tarafından düzenlenen operasyon sonucu, üzerindeki patlayıcı yeleği infilak ettirmiş ve ölmüştü. Esma Muhammed, baskının düzenlendiği sırada Bağdadi’nin yanında değildi. Sahte bir isimle Türkiye’de yaşayan ve 2018’te tutuklanan Esma Muhammed, şubat ayında Irak’a gönderildi. Irak’a gönderildiğinden bu yana cezaevinde tutulan Bağdadi hakkında idam kararı verildi. Ümmü Hüdayfe 1976 yılında muhafazakâr bir Iraklı ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. 1999 yılında daha sonra Ebubekir el-Bağdadi takma adıyla tanınacak olan İbrahim Avad el-Bedri ile evlendi. Kaynak: Beyaz Minare

Beşşar Esed’in karısı Esma Esed öldü!

2 ay önce Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın eşi Esma Esad'a geçtiğimiz günlerde lösemi teşhisi konulmuştu. Esad'ın geberdiği öğrenildi. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın eşi Esma Esad'a geçtiğimiz günlerde lösemi teşhisi konulmuştu. Esad'ın geberdi öğrenildi. Ateşi bol olsun Elhamdulillah. "Facir kimsenin ölümüyle beldeler, kullar, ağaçlar ve taşlar rahata kavuşur."

Rusya ve İran destekli Esed rejimi 2023 yılı boyunca sivilleri hedef alan 1232 saldırı düzenledi

7 ay önce Suriye Sivil Savunma Ajansı, Esed rejimi ve müttefikleri Rusya ile İran'ın 2023 yılı boyunca Suriye'nin kuzeybatısındaki okul, hastane ve kamu tesislerine 1232 saldırı düzenlediğini gösteren istatistikleri yayınladı. Ajansın 26 Aralık Salı günü yayınladığı verilere göre, 2023 yılında 397 sivil ev, yerinden edilmiş kişilerin kaldığı 16 kamp ve 24 okul hedef alındı. Ayrıca yıl içerisinde Suriye'nin kuzeybatısında 13'ten fazla halk pazarı bombalanırken, 6 tıbbi tesis ve hastane ile Suriye Sivil Savunma'ya (Beyaz Baretliler) ait 4 merkez de hedef alındı. İstatistiklere göre Esed rejimi ve müttefikleri İran ile Rusya'nın saldırılarında 12 cami ve 6 su istasyonu da hedef alındı. Sivil Savunma, istatistiklerin 1 Ocak-17 Aralık 2023 tarihleri arasında ekiplerinin müdahale ettiği saldırıları kapsadığını belirtti.

Rusya ve İran destekli Esed rejimi İdlib kent merkezinde sivil katliamı yaptı

7 ay önce Rusya ve İran tarafından desteklenen Esed rejimi güçleri Suriye'nin kuzeyindeki İdlib kent merkezine bombardıman düzenledi.Yerel kaynakların aktardığı bilgilere göre İdlib kent merkezi Esed rejimi tarafından yüksek kalibreli toplarla bombalandı.Kent merkezindeki sivil yaşam alanlarının hedef alınması sonucu ilk belirlemelere göre 4 sivil hayatını kaybederken 20'den fazlası yaralandı.

TÜRKİYE
Kısa bir süre önce Temsilciler Meclisi tarafından kurulan Libya Kalkınma ve Yeniden Yapılandırma Fonu'nun Genel Müdürü olan Halife Hafter'in oğlu Belkasım, Perşembe günü Ankara'da Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile bir araya geldi. Konuyla ilgili kısa bir açıklama yapan Fon, Belkasım ve Fidan'ın iki ülke arasındaki ikili işbirliğini geliştirme yollarını ele aldıklarını belirtti, ancak daha fazla ayrıntı vermedi. Savaş ağası Hafter’in oğlu, özellikle Derna şehri ve El Cebel El Ahdar bölgesinin yanı sıra Bingazi ve Ecdebiya şehirlerini silip süpüren sel felaketinden etkilenen bölgelerde çeşitli yeniden inşa projelerini hayata geçirmek üzere Türk ve Birleşik Arap Emirlikleri şirketleriyle çok sayıda iş anlaşması imzalamıştı. Belkasım Hafter geçtiğimiz Nisan ayında, Bingazi şehrinde genel müteahhitlik, ekipman ve altyapı alanında çeşitli projeleri hayata geçirmek üzere Türk şirketleriyle sözleşmeler imzalamıştı. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan daha önce Ankara'nın Libya'nın doğusuyla ilişkilerinin çok iyi gittiğini ve Halife Hafter ve oğullarıyla iletişim halinde olunduğunu doğrulamış, Libya'nın nasıl birleştirilebileceğine dair Mısır, BAE ve Katar'la yapılan görüşmelere atıfta bulunmuştu. Kaynak: Beyaz Minare

Erdoğan: Dost ve müttefik ABD halkının yanında olacağız

2 hafta önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, eski ABD Başkanı Donald Trump'a yönelik miting sırasında düzenlenen suikast girişimini kınadı. Erdoğan, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, "ABD'nin 45'inci Başkanı ve başkan adayı Sayın Donald Trump'a yönelik gerçekleştirilen suikast girişimini şiddetle kınıyorum. Sayın Trump'a, ailesine ve sevenlerine en içten geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. ABD seçimlerine ve küresel istikrara gölge düşmemesi için saldırıyla ilgili tahkikatın en etkili biçimde yapılacağına, faillerin ve azmettiricilerinin en kısa sürede adaletin huzuruna çıkarılacağına inanıyorum." ifadelerini kullandı: "ABD’nin 45’inci Başkanı ve Başkan Adayı Sayın Donald Trump’a yönelik gerçekleştirilen suikast girişimini şiddetle kınıyorum. Sayın Trump’a, ailesine ve sevenlerine en içten geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. ABD seçimlerine ve küresel istikrara gölge düşmemesi için saldırıyla ilgili tahkikatın en etkili biçimde yapılacağına, faillerin ve azmettiricilerinin en kısa sürede adaletin huzuruna çıkarılacağına inanıyorum. Türkiye olarak dost ve müttefik ABD halkının yanında olacağız." Kaynak: Beyaz Minare

Türkiye ile Azerbaycan arasındaki gaz anlaşması 2030 sonuna kadar uzatıldı

2 ay önce Azerbaycan ile Türkiye, Azerbaycan’ın Şahdeniz 1 sahasından Türkiye’ye doğal gaz tedarikinin uzatılması konusunda anlaşma imzaladı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, BOTAŞ ile Azerbaycan Gaz Tedarik Şirketi (AGSC) arasında bu yıl sona erecek doğal gaz tedarik anlaşmasının 2030 sonuna kadar uzatılmasına ilişkin anlaşma imzalandığını belirtti. Azerbaycan Ekonomi Bakanı Mikail Cabbarov ile 14 Mayıs’ta İstanbul’da imzaladığı Doğal Gaz Alanında İş Birliği Anlaşması’nın altyapısını oluşturacak yeni adımlar attıklarını belirten Bayraktar açıklamasında, "BOTAŞ ve SOCAR arasında imzalanan dört anlaşma ile Azerbaycan gazı Türkiye üzerinden Avrupa’ya ve Nahçıvan’a taşınacak, Türkmenistan gazı ülkemize ulaştırılacak. Anlaşmaların iki kardeş ülkeye hayırlı olmasını temenni ediyorum” ifadelerine yer verdi. SOCAR protestoları Azerbaycan devletine ait petrol şirketi SOCAR İsrail'in bir numaralı ham petrol tedarikçisi konumunda. Geçtiğimiz günlerde şirketin İstanbul Ayazağa'daki genel müdürlük binası önünde toplanan bir grup Filistin destekçisi, İsrail'in katliamlarına destek sağladığı gerekçesiyle şirketi protesto etmişti. Eylem sonrası gözaltına alınan aktivistler daha sonra çıkarıldıkları mahkeme tarafından serbest bırakıldı.

“İsrailli diplomatlar Türkiye’ye geri dönmeye başladı”

2 ay önce İsrailli diplomatların, 7 Ekim'deki çatışmaların başlangıcından bir süre sonra ayrıldıkları Türkiye'ye yeniden dönmeye başladıkları bildirildi. Middle East Eye'dan Ragıp Soylu'nun haberine göre, İsrail diplomatlarını Mayıs ayı başında yeniden Türkiye'ye göndermeye başladı. İsrailli kaynaklar Pazartesi günü Middle East Eye'a yaptıkları açıklamada, İsrail'in "güvenlik kaygılarıyla" Türkiye'den çektiği diplomatlarını altı ay sonra geri göndermeye başladığını ifade etti. MEE'ye konuşan İsrailli bir kaynak "İsrail, güvenlik endişeleri nedeniyle geri çağırdığı diplomatlarını kademeli olarak geri göndermeye çalışıyor." dedi. Bir Türk yetkili de İsrailli diplomatların görevlerine döndüklerini doğruladı. Türkiye geçtiğimiz günlerde İsrail ile ticareti tamamen askıya aldığını açıklamış, bu hamle ikili ilişkilerdeki gerilimi artırmıştı. İsrailli kaynak, Türkiye'nin İsrail'deki diplomatik temsilciliğinin seviyesinin 7 Ekim saldırısından bu yana düşürülmediğinin altını çizdi. Yani iki ülke diplomatik olarak birbirleri nezdinde halen büyükelçilik düzeyinde temsil ediliyor. Ancak büyükelçiler geri çağrılmış durumda. Türkiye'nin Tel Aviv'deki büyükelçiliği ve Kudüs'teki konsolosluğu açık tutuluyordu. İsrail'in Türkiye'deki diplomatik misyonları ise kapalıydı. İsrailli kaynak, "ikili ilişkiler çok gergin olsa da olası riskleri göz önünde bulundurarak elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışacağız. Bu nedenle diplomatların dönüşü kademeli ve temkinli olacak." ifadelerini kullandı.

YAŞAM
Cihat yanlısı hareketin en önde gelen isimlerinden, Batılı uzmanlarca "küresel cihat hareketinin babası" olarak adlandırılan Filistinli Abdullah Azzam gerek siyasi, gerek fikri, gerekse askeri açıdan yakın tarihte önemli bir yer işgal etmektedir. Gençliği ve ilk eğitimi Günümzde Filistin sınırları içerisinde kalan Sile el Harisiyye'de 1941 yılında doğan Abdullah Yusuf Azzam, çocukluğundan itibaren fikri yönüyle ön plana çıktı. İlk gençlik yıllarında, eğitim hayatı sürerken Müslüman Kardeşler'in Ürdün koluna katıldı. Azzam'ın Müslüman Kardeşler teşkilatı ile olan bağı ilerleyen yıllarda da sürdü ve Azzam hareketin Filistin yapılanmasının kurulmasında da rol oynadı. Azzam ve ailesi, 1967 savaşının ardından Filistin'i tamamen terk etmek zorunda kalarak Ürdün'e yerleşecekti. Şam yılları ve Filistin İlk düzey öğrenimini Filistin ve Ürdün'de sürdüren Abdullah Azzam, 1963 yılında Şam Üniversitesi'nda Şeriat Fakültesi'ne başladı. 1966 yılındaki mezuniyetine dek Azzam Şam'da Muhammed Edip Salih, Said Havva, Ramazan el Buti, Mervan Hadid gibi önemli isimlerle tanıştı. Mezuniyetinin ardından ülkesinde dönen Azzam, İsrail'e karşı paramiliter savaşa dahil olsa da, Filistin'de savaşı yürüten Filistin Kurtuluş Örgütü'nün ulusalcı ve Marksist yapısından uzak durdu. Müslüman Kardeşler'in Filistin'deki yapılanması içerisinde kalmayı ve bu oluşum içinde İsrail'e karşı savaşmayı tercih etti. Bu tutumu daha sonra Hamas'ın teşkilinde rol oynamasına sebep olacaktı. Abdullah Azzam ve babası Mısır ve Ezher eğitimi Azzam, bir süre sonra eğitimini sürdürmek üzere Mısır'a, el Ezher Üniversitesi'ne gitti. Burada Şeriat alanında yüksek lisans yapan Azzam tekrar Ürdün'e dönerek Amman Üniversitesi'nde akademisyenliğe devam etti. Akademisyenliğe 1971'de el Ezher'de devam eden Abdullah Yusuf, 1973 yılında Fıkıh Usulü dalında doktorasını tamamladı. Tekrar ülkesine dönmesine rağmen "radikal" görülen fikirleri nedeniyle burada kariyerine devam edemedi. O yıllarda Suriye, Lübnan, Ürdün, Mısır gibi birçok ülkeden sürülen eğitmen ve akademisyenleri kabul eden Suudi Arabistan'a giderek akademik hayatını 1979 yılına kadar burada sürdürdü. Cidde Kral Abdulaziz Üniversitesi'nde öğretim üyeliği yaptığı esnada, burada öğrenciliğini sürdüren Usame bin Ladin ile tanıştı. Afganistan 1979 yılı, tüm İslam dünyası için olduğu gibi Abdullah Azzam için de bir dönüm noktası oldu. İran Devrimi, Afganistan savaşı, Kabe Baskını gibi olaylar, dünyada yeni bir devrin başladığını gösterir nitelikteydi. Özellikle Kabe Baskını'nın ardından Suudi Arabistan, "radikal" fikirleri bünyesinden uzaklaştırmaya hız verdi. Abdullah Azzam da, bu kapsamda üniversiteden uzaklaştırıldı. Bunun ardından Azzam, 25 Aralık 1979'da Sovyetler Birliği işgaliyle farklı bir boyuta evrilen Afganistan savaşını yakından takip etmek üzere Pakistan'a gitme kararı aldı. Bu esnada, "Müslümanların Topraklarının Müdafaası" isimli bir fetva kaleme alarak "işgalcilere karşı savaşın her Müslümana farz olduğunu" ifade etti. İlk olarak İslamabad Uluslararası İslami Üniversitesi'nde akademisyenliğe başlayan Azzam, daha sonra Afganistan'a daha yakın olma düşüncesiyle Peşaver'e geçti. Bu yıllarda Peşaver, Afganistan'da süren savaşın yankısının en net şekilde duyulduğu, "mücahit" güçlerin cephe gerisini oluşturan en önemli merkezdi. Abdullah Azzam, bu yıllardan sonra akademik hayatını bir kenara bırakarak, kendisini sadece Afganistan'daki savaşa adadı. Azzam artık bölgede Arap ağırlıklı yabancı savaşçıların sevk ve idaresini yürüten kişi olarak öne çıkacaktı. Mekteb el Hidamat İlk olarak, bölgeye akın eden yabancı savaşçıları yerleştirmek, finanse etmek, eğitmek ve idaresini sağlamak üzere Mekteb el Hidamat'ı teşkil etti. Mekteb el Hidamat, on binlerce yabancı savaşçının Afganistan'a gönderilmesi ve Afganistan savaşının maddi olarak desteklenmesinde rol oynadı. Usame bin Ladin'in 1981 yılında Azzam'a yardım etmek üzere bölgeye gelmesi, Mekteb el Hidamat'ın aktivitesini artırdı. Bin Ladin gerek finansal, gerekse lojistik açıdan Mekteb el Hidamat'a yardım etti. Afganistan'daki savaşın Sovyetler Birliği'nin yenilgisiyle sonuçlanmasında büyük bir rol oynayan Azzam, bu savaşla beraber artık tüm dünyada adını duyuran cihat yanlısı akımın önderi olarak görülmeye başlandı. Afganistan'a gelen yabancı savaşçıların organize edilmesi, bugüne kadar uzanan küresel çatışma ortamının da temelini teşkil etti. Ayrıca bu sırada Azzam, başta Filistin olmak üzere dünyanın geri kalanıyla da irtibatı sürdürdü. Filistin'de Hamas'a kurulma sürecinde ve sonrasında yardımda bulundu. Bu doğrultuda Hamas'ın Batı Şeria'daki silahlı kanadına "Şehid Abdullah Azzam Tugayları" ismini verecekti. Batı Şeria ve Gazze'deki birliklerin "Şehid İzzeddin el Kassa Tugayları" adı altında birleştirildiği 1990'lı yılların başlarına kadar bu isim korundu. Sovyetler Birliği'nin 15 Şubat 1989'da Afganistan'dan çekilmesi, 10 yıldır süren savaşın artık yeni bir döneme evrileceğinin işaretiydi. "Mücahit" gruplar sahayı domine etmiş, ülke büyük oranda onların eline geçmiş, Sovyetler Birliği yenilmişti. Bu durum aynı zamanda çoğunluğu Arap olan yabancı savaşçılar için de yeni bir yol, yeni bir ufuk çizmek demekti. Suikast Sovyetler Birliği'nin uzantısı olan rejimin devrilmesi için gün sayılırken ve yeni hedefler için tartışmalar sürerken, Afganistan'daki en üst düzey isimlerden olan Azzam'a yönelik bir suikast gerçekleştirildi. Abdullah Azzam, suikaste uğradığı günlerde, "mücahit" gruplar arasındaki ayrılığı sona erdirmek için çalışmalar yürütüyordu. Abdullah Azzam'ın bombalı saldırıya uğrayan aracı 24 Kasım 1989 günü, Peşaver'in batısında bir camide hutbe vermek üzere yolda olan Abdullah Azzam'ın arabası patlayıcıyla hedef alındı. Araçlarının patlamaya hedef olması sonucu Abdullah Yusuf Azzam ve iki oğlu yaşamını yitirdi. Azzam ve oğulları Peşaver'e defnedildi. Azzam suikastinin ardından Afganistan'da gerek yerel gruplar gerekse yabancı savaşçılar arasında ayrılıklar daha da derinleşti ve ülke bir iç savaşa sürüklendi. Azzam suikastı için herkes farklı bir odağı suçlasa da failler bulunamadı. Cenaze namazı esnasında Abdullah Azzam'ın naaşı taşınıyor Usame bin Ladin ve Eymen ez Zevahiri'ye yönelik suçlamalar ispatlanamadı ve ikilinin Azzam ile oldukça yakın olan ilişkileri nedeniyle bu iddia yalnızca bir söylenti olarak kaldı. Abdullah Azzam'ın, Afganistan'dan sonra hedefi Filistin olarak görmesi başta olmak üzere birçok sebepten ötürü, suikasttan ABD, İsrail ve Ürdün istihbaratları sorumlu tutuldu. Ancak olay bugüne dek aydınlatılamadı.

Yahudilere göre Mesih’in gelmesi için birçok alamet gerçekleşti

7 ay önce Dindar Yahudiler son yıllarda "ahir zaman" ve "Mesih'in gelişi" konusunda birçok alametin gerçekleştiği görüşünde. Yahudilerin kutsal kitaplarında yazıldığı ifade edilen birçok alametin son yıllarda gerçekleştiği öne sürülüyor. Jerusalem Post'ta yer verilen haberde söz konusu alametlerden üçüne değinildi. Bunlardan ilki, Yahudi inancına göre 2 bin yıldan bu yana İsrail'de ilk kez tamamen kızıl ve "lekesi olmayan" bir buzağının doğması. 2017 yılında doğduğu öne sürülen buzağının doğumu ve kurban edilmesi, Kudüs'te Yahudilerin kutsal saydığı "Üçüncü Tapınak"ın inşasına işaret olarak görülüyor. Tapınağın inşası sonrasında da Mesih'in geleceği düşünülüyor. Yahudilerin ikinci alameti ise Ölü Deniz'de (Lut Gölü) yaşamın ortaya çıkmaya başlaması. Aşırı derecede tuz içerdiği için yaşam bulunmayan Ölü Deniz'in derinliklerinde son yıllarda yaşam formları görülmeye başlandı. Daha önce yaşamın bulunmadığı bilinen gölde 2011 yılında yaşam formları keşfedilmişti. Son yıllarda ise Ölü Deniz'de balıkların ortaya çıkmaya başladığı ifade edildi. Yahudilerin inancına göre "ahir zaman"da Ölü Deniz'de yaşam ortaya çıkacağına inanılıyor. Üçüncü alamet, Yahudilerin "Ağlama Duvarı" olarak nitelediği Burak Duvarı içerisinden bir yılan çıkması. Bu olay da 2018 yılında gerçekleşti. Yahudilerin ibadet ettiği sırada duvar içerisinde bir yılan görüldü ve bölgedeki Yahudilerin korkmasına yol açtı. Dindar Yahudiler tüm bu alametlerin "ahir zaman"ın gelişini ve "Mesih'in ortaya çıkışını" işaret ettiği görüşünde.

Malcom X kimdir?

7 ay önce Malcolm X, ABD''de yaşadığı dönemde ırkçılıkla mücadelenin sembol isimleri arasında yer aldı. Asıl adı Malcolm Little olan Malcolm X, henüz 5 yaşıdayken babasını faili meçhul bir cinayete kurban verdi. Annesi ise bu olayın ardından akıl hastanesini kapatıldı. 21 yaşındayken hırsızlık suçlamasıyla hapse mahkum edilen Malcolm X, cezaevinden çıktıktan sonra Nation of İslam isimli harekete katıldı. Malcolm X adını Nation Of İslam isimli harekete katıldıktan sonra alan Little, Afrikalı atalarının soyadını temsil etmesi nedeniyle X soyadını kullanmaya başladı. Altı yaşındayken babası öldürüldü. On üç yaşına geldiğinde, annesi akıl hastanesine yerleştirildi ve kendisi koruyucu aileye verildi. Yaşamına bir süre bu şekilde devam etti. 1946 yılında (21 yaşındayken), hırsızlık ve hâneye tecavüz suçlarından hapishaneye girdi. Hapishanede, "İslam Ümmeti" (İngilizce: Nation of Islam) isimli siyahî harekete katıldı. 1952 yılında şartlı tahliye edildi. Tahliye edildikten sonra kısa zamanda hareketin liderlerinden biri hâline geldi. Bu hareketin en meşhur siması olduğu yaklaşık 12 yıl içinde, siyâhî üstünlüğüne inandığı İslam Milleti öğretileri doğrultusunda, siyah ile beyaz Amerikalılar''ın ayrılması gerektiğini savundu ve sivil haklar hareketinin ırksal bütünleşme vurgularına karşı alaycı tavırlar sergiledi.

NAMAZ VAKİTLERİ
İMSAK 04:26
GÜNEŞ 05:55
ÖĞLE 13:11
İKİNDİ 17:08
AKŞAM 20:27
YATSI 21:56
BU HAFTANIN FETVASI
Günümüz Yöneticilerin Durumu

SORU Selamun aleykum hocam, Allah ilminizi arttırsın. Bu zamanlarda çıkan yeni bir konu ile karşı karşıyayız ve bu konuda çoğu ilim ehli insanlar, görüş ve fetvanın peşinden gidiyor ve onlara tabi olanlarda ve bu konuda bende arayıştayım bu konuda ayet ve hadis ışığında delilleri ile bizi aydınlatır mısınız? Sorum şu olacak malum ülkemizde geriye dönük 12 yıla bakacak olursak şuan ki, yönetim için bazıları Abdülaziz bin baz, İbni Useymin, Albani ve Ebu Basir Tartusi’yi delil getirerek küfür sözü söylese de, Allah’ın kanunları dışında beşeri yasalar çıkartsa da ehveni şer dediğimiz olay ile ve müslümanların yolunu açıp bir takım yerlere gidilmesi için yolları kapatmaması, hatta gizliden onlara yardım etmesi yani Suriye’deki ve genelde Müslümanlara yardım etmesi Myanmar’daki, Filistin’deki, Afrika’daki insanlara yardım etmesi erzak göndermesi ve daha başka yardımlar etmesini delil getirerek ve buna zülmü kaldırmak, adaleti getirmek Müslümanları korumak adı altında tevili de dillerine dolayıp devlet başkanlarını ve cumhurbaşkanlarını, eğer bunlar baştan düşerse Müslümanların son kalesi olan Türkiye düşerse ümmet yıkılır ve daha kötüye gideriz mantığıyla tekfir etmiyorlar. Bize bunu delilleriyle ve kaç âlim tekfir ediyor sayısı isimlerini yazarsanız seviniriz. Allah ilminizi arttırsın. CEVAP Aleykum selam ve rahmetullahi ve berekatuhû. Hamd âlemlerin rabbi olan Allah’a, salât ve selam efendimiz Rasûlullah’a, ehli beytine, ashabına ve yolunu takip eden mü’minlere olsun. Rabbim bizlere basiret versin, hakkı hak olarak görüp tabi olmayı, batılıda batıl görüp ondan uzaklaşmayı cümlemize nasip ve müyesser etsin. Muhterem kardeşim sana kısaca şuan Allah’ın yardımıyla küfür kanunlarıyla hükmeden devlet yöneticilerinin küfürlerini anlatacağım. Ardından tekfir edilmemeleri iddiasının şüphelerini gidermeye çalışacağım. Günümüzün Demokrasiyle hükmeden devlet yöneticileri sadece bir kapıdan değil onlarca kapıdan küfre girmektedirler: Doğu ve batı tağutlarını ve tağuti sistemleri redetmiyorlar, onları inkar etmiyorlar ve beraatlerini açığa vurmuyorlar. Bilakis onları, kalplerini bilmiyoruz ama dilleriyle övüp yüceltiyorlar ve saygılarını ifade ediyorlar. Ne arap tağutlarını, ne doğu tağutlarını, ne batı tağutlarını nede yerel tağutları red etmiyorlar. Bilakis onlarla oturup sevgi ve saygı çerçevesinde antlaşmalara varıyorlar, birbirlerine destek veriyorlar, medya önünde dostluklarını pekiştirici pozlar veriyorlar. Bir insanın Müslüman olabilmesi için sadece Allah’a iman etmesi yetmez. Allah’ın dışında ibadet edilen, ilahlaştırılan tağutlarıda red etmesi gerekmektedir. Lailahe illallah sözünün iki rüknü vardır. Allah’a iman etmek ve tağutları yani sahte ilahları reddetmek. Allah’ın diniyle, kanun, şiar ve değerleriyle alay etmek veya hafife almak. Belki bu saydığın devlet yöneticileri alay etmiyorlar ama alay eden, dalga geçen, hakaret eden kuruluşlara, medyayı oluşturan televizyon, radyo, dergi, gazete, kitap, internet ve tiyatro gibi vasıtalara izin ve ruhsat verilmekte, hatta korunmaktadır. Allah’ın dinini hafife alan bir kuruluşa eliyle münkeri değiştirmek isteyen Müslüman, bu ülkede cezalandırılmaktadır. Sahabeleri hafife alan kişiler hakkında Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Eğer onlara, (niçin alay ettiklerini) sorarsan, elbette, biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk, derler. De ki: Allah ile, O'nun âyetleriyle ve O'nun peygamberi ile mi alay ediyordunuz? (Boşuna) özür dilemeyin; çünkü siz iman ettikten sonra tekrar kâfir oldunuz.” (Tevbe, 65-66) Bu ülkede var olan açık küfürlerden biri, İslam dininden irtidat etmek, din değiştirmek, haça, şeytana ve her türlü nesneye tapmak veya tamamıyla inkar etmek ateist olmak serbesttir. Vatandaşların özgürlükleri vardır, kimse karışamaz, karışanlar devlet kanunlarıyla cezalandırılmaktadır. Kâfirleri dost edinmeleri, onların küfür düzenlerinin ve otoritelerinin gerçekleşmesi için yardım etmeleri, imkan sunmaları ve müslümanlara olan savaşlarında destek vermeleri. ABD’nin Türkiye’de üs kurması, İslam’a ve müslümanlara savaşlarında Türkiye’den yardım aldığı, Natoya bağlı olması sebebiyle Afganistan’da ABD ile beraber asker bulundurması ve birçok siyasi askeri ekonomik ve kültürel yardımlaşmaların olduğu kör olmayanlara malum olan bir durumdur. Müslümanlara karşı PYD’ye ve Peşmergelere destek verdiği herkesin malumudur. Dostluk içinde oldukları ABD, İsrail ve yüzlerce küfür devletlerinin elemanlarının ve maslahatlarının korunduğu herkese ayan beyan olan şeylerdir. Yakalanan mücahitlerin hapse atılması, yabancı mücahitlerin ülkelerine teslim edilmeleri, anıt kabire gidip saygı duruşunda bulunmaları, övücü sözler söylemeleri, Alevilerle kardeşlik mesajlarının verilmesi yakın uzak herkesin bildiği bir gerçeklerdir. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” (Maide, 51) Demokrasinin İslam şeriatı yerine kabul edilmesi ve tatbik edilmesi, uymayanların cezalandırılması. Demokrasi ve laikliğin teminatı olduklarını beyan etmeleri… Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” (Ali İmran, 85) Koymuş oldukları kanunlarla kendilerini Rabbül Alemin seviyesine çıkarmaları. Kanun koyma, teşri yapma sebebiyle kendilerini ilahlaştırmaları. Şuan bu düzende maalesef Allah’u Teâlâ’nın ve Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in talimatları, kanunları bir şey ifade etmiyor. Mahalle muhtarı haşa Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den daha yetkilidir. Ama kendilerinin kanunları her şeyin üstündedir. Allah-u Teâlâ müşrikleri bahsederken ahirette şu sözü söyleyeceklerini beyan ediyor: “Vallahi, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz. Çünkü biz sizi âlemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk.” (Şuara, 97-98) Müşrikler sahte ilahlarına bu sözleri söylerken yaratmada, rızık vermede, diriltmede eşit tutardık kastetmiyorlar, onların kasıtları itaatte, yasamada, sevgi ve korkuda Allah’a eşit tutardık diye kastediyorlar. Kanun koymaları, yasamada bulunmaları, hakimiyet hakkını kendilerine ve millet vekillerine vermeleri. Bunların düzenlerinde “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” Bizim dinimizdede “Egemenlik (kayıtsız ve şartsız) Allah’ındır.” (Yusuf, 40) Kanun koymak ilahlık taslamak demektir. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var?” (Şura, 21) Allah’ın haram kıldığı şeyleri, helal kılan müşriklere itaatin şirk olacağı ayetle sabittir: “Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de Allah'a ortak koşanlar olursunuz.” (En’am, 121) Var olan, konmuş küfür kanunlarıyla hükmetmeleri. “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.” (Maide, 44) Küfür törenlerine katılıp, küfrü ve kâfirleri övmeleri, hergün küfür gerektiren onlarca söz ve eylemde bulunmalarına şahit olmaktayız. Tabi bu küfür söz ve eylemler bir iki kere veya bir iki günlük meseleler değil senelerce devam eden ve bunlar için mücadele edinilen meselelerdir. İşte bu vasıflardaki devlet yöneticilerinin kâfir olduklarına inanıyoruz. Rabbani cihadi âlimlerimiz bu vasıflarda olan devlet yöneticilerini tekfir ederler. Tekfir etmeyenler büyük bir yanlış içindedirler. Bunlar hakkında tekfir manilerini işletirsek, elle tutulur bir mani yoktur. İkrah dersek bu yöneticiler ikrah altında değiller. Bu makama isteyerek, gönüllü gelmişler, hatta gelmek için senelerce her şeylerini feda ederek ve mücadele ederek gelmişler. Bu makamı bırakmak isterlerse, seve seve tağutlar istifalarını kabul ederler. Hata (kasıtsızlık) dersen bir kerelik bir anlık olan şeyler değil bir dil sürçmesi meselesi değildir. Cehalet dersen, bu kimseler cahil değiller. Yeni İslam’a girmiş veya dağ başında yaşayan veya ilimden ve ulemadan uzak diyarlarda yaşıyorlar denmez, bilakis onlara hakkı beyan eden Müslümanları hapsediyorlar ve onlara karşı mücadele veriyorlar. Hakka ulaşma imkanları kısıtlı değildir. Kasten öğrenmiyorlar veya öğrendikleri halde yüz çeviriyorlar. Tevil dersen haydi bir meselede yırttılar ikincisini, üçüncüsünü… onlarcasını nasıl yırtacaklar. Tevilinde bir usulü bir üslubu ve kabul edilecek yönü vardır. Tamamıyla sonuna kadar tevil kapıları açık veya kırık değildir. Maslahat meselesine gelince, Şeyh Ebu Muhammed Elmakdisi’nin (Rabbim esaretini çözsün) güzel sözleri var diyor ki: Bu yöneticilere sorarız: Dinin ve Müslümanların maslahatlarını en bilen kimdir? Eğer “Biz biliyoruz” derlerse, deriz ki: “Biz sizin taptıklarınıza tapmayız. Sizde bizim taktıklarımıza tapmıyorsunuz. Sizin dininiz sizin, bizim dinimizde bizimdir.” Çünkü Allah-u Teâlâ kuranı kerimde hiçbir şeyi eksik bırakmamıştır. Bizleri başıboş yaratmamıştır. Eğer maslahatı en iyi bilen Allah-u Teâlâ’dır derlerse deriz ki: Allah-u Teâlâ en büyük maslahatı tevhidi ve dini koruma olarak beyan emretmemiş midir? Allah-u Teâlâ şirki reddetmek ve Allah’ı birlemek için insanları yaratmış, kitaplar indirmiş, Rasûller göndermiş, cihadı farz kılmış ve Tevhid uğruna öldürülmeyi en şerefli makam kılmamış mıdır? Dinin maslahatını insanların maslahatı önünde gördüğü için cihadı farz kılmıştır. Cihadta evler, binalar yıkılır, en değerli insanlar öldürülür, kadınlar dul çocukları yetim bırakılır, en değerli mallar uğruna harcanır. İnsanların dünya maslahatları din maslahatının önüne geçmiş olsaydı cihad farz kılınmazdı. Ehli Sünnet menhecinde, hiçbir âlim kişiyi küfürden engelleyen dört maniden başka mani getirmemişlerdir. Yukarıda bahsettiğim gibi, mükellef için küfre engel olan ya muteber bir ikrah veya muteber bir cehalet veya muteber bir tevil veya kasıtsız bir hatadan başka engel yoktur. Hiçbir âlim, Müslümanlara hizmet etmek veya faydalı işler yapmak veya yardıma muhtaç Müslümanlara yardım etmek veya namaz kılmak veya eşinin sözde başörtülü olması tekfirin önünde mani olabilir dememişlerdir. Dünya genelinde kendisini İslam’a nisbet eden her bir tağutun bazı İslami, faydalı ve güzel amelleri vardır. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in amcası Ebutalib, İslamın hak bir din olduğunu biliyordu. Efendimize ve Müslümanlara çok büyük faydaları olmuştu. Sahabenin çektikleri sıkıntıları oda çekti. Üç sene boyunca ambargoya oda tabi tutuldu. Ölmeden önce Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e: “Vallahi kavmim beni utandırmayacaklarından emin olsaydım seni sevindirecek sözü (şehadet kelimesi) söylerdim” demişti ama küfürden kurtulamadı. Bizler, günümüzün tağutlarının yapmış oldukları iyilikleri bahsederken yaptıkları tahribatlarıda bir bir saymalıyız. Bu tağutlar İslam adına geldiler ama İslam’ı tavizleriyle, tahrifleriyle baltaladılar. Samimi duygu ve çalışmalarıyla yıkılmaya yüz tutmuş küfür düzenini güçlendirdikçe güçlendirdiler. Müslümanlara vela ve bera diye bir şey bırakmadılar. Demokrat İslam diye bir din uydurup yaydılar. Küfrü her geçen gün güneş gibi görünmeye başlamış olan Suud rejiminin müftülüğünü yapmış, ABD kuvvetlerinin mübarek olan Hicaz topraklarına girme fetvası vermiş, ABD’li askerlere saldırmış mücahitlerin idamına onay vermiş İbni Baz’dan, devlete yakınlığı bilinen İbni Useymin’den, İman küfür konularında irca fikri taşıyan Elbani’den tağutların hükmü sorulmaz, çünkü bu konuda onlardan sağlıklı bir cevap gelmez. Ama başka İslami konularda şüphesiz engin olan ilimlerinden faydalanabiliriz. Şeyh Ebu Basir’in ağzından işitmedim ama gerçekten eğer bu yöneticileri tekfir etmiyorsa, bana göre kitapları ve bu konudaki tutumu çelişki arz eder. Ama ben ne ağzından nede yazılarından tekfir edilmeyeceklerine dair bir şey görmedim. Hangi âlimler tekfir ediyor? sorusuna şunu söyleyebilirim: Güvendiğimiz selefi, cihadi bütün âlimlerin kitaplarından yukarıda saydığım küfür sıfatlarını taşıyan devlet yöneticilerini tekfir ettikleri rahatlıkla görülebilir. Şu bir gerçektir neredeyse akidede yazılmış hiçbir kitapta isimlerle “falan tağut, filan tağut kâfirdir” diye yazmazlar. Yazılarından kimler kastedildiği rahatlıkla anlaşılır. Bu âlimlerin her birisine rahatlıkla ulaşamıyoruz. Çoğu cihad meydanlarında ve hapishanelerdedirler. Bir kısmı şehit düşmüştür. Rabbim şehadetlerini kabul etsin. O sebeple teker teker isim sayamam. Tağutların tekfir meselelerini daha iyi anlamak istersen Şeyh Ebu Muhammed Elmakdisi, Ebu Katade, Abdülkadir Bin Abdulaziz, Ebubasir, Ali Elhudeyr, Nasır Elfehd, Ahmed Elhalidi, Süleyman Nasır Ulvan, Ebu Yahya, Atiyyetullah, Şeyh İsa ve daha nicelerinin kitap ve sesli derslerine bakabilirsin. Rabbim şehitlerini kabul etsin, esir olanları kurtarsın. Onları muhafaza etsin. Allah’a hamd ve Rasûlü Muhammed’e salât ve selam olsun. Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd etmektir. Musa Ebu Cafer

BU HAFTANIN MAKALESİ
Asrın Projesi

"Asrın projesi", İslam'ı devletsiz yaşatma projesidir. Kafirler biliyorlar ki her devirde muhakkak İslam'ı yaşayacak birileri var olacaktır. Fakat İslam'ı yaşayacak birilerinin var olması, onları tedirgin etmiyor. Onları tedirgin eden şey, müslümanların Kur'an anayasası ile kurulmuş bir İslam devletinin varlığı ile, İslamlarını - dinlerini yaşama arzudur. Ve İslam düşmanları biliyorlar ki, müslümanların Kuran'a dayalı kurulmuş bir İslam Devleti ile dinlerini yaşama arzusunun gerçekleşebilmesinin tek hakikati de kendilerine karşı yürütülecek olan cihattır. İşte kâfirlerin kurguladıkları asrın projesinin altında yatan gerçek. CİHADSIZ İSLAM….! Çünkü, cihattan ve cihadın hedefi olan Kur'an ve Sünnete dayalı bir İslam devleti kurmaktan soyutlanmış. Ve kendi yönetimleri içerisinde yaşatılacak. Ve Ümmetin büyük bir çoğunluğu tarafından kabul görmüş bu İslam, kendileri için en tehli̇kesi̇z İslam'dır. Öyleyse ey Müslüman! Nerede olursan ol, hangi konumda bulunuyorsan bulun, daveti̇n - tebli̇ği̇n - çaban - gayreti̇n İslam ümmeti̇ni̇ Kur'an ve sünnete dayalı İslam devleti̇ni̇ kurmak amacıyla ümmeti̇ ci̇hada teşvi̇k üzere olsun. Çünkü asrın projesi̇ olan İslam'ı devletsi̇z yaşatma projesini bozmanın tek çözümü de ümmetin tekrar cihat projesi içerisinde yer almasıdır. Ve şimdi Kuran'ın şu emrine kulak verelim. "Ey peygamber! Onları cihada teşvik et!"(Enfal:65) Neden Cihat…! Çünkü küfrün Zulmünden, İslâm devleti̇ ile İslam'ın adaleti̇ne geçi̇ş yapabi̇lmeni̇n tek şartı ci̇hattır. Ve bu cihadı müslümanlara zorunlu kılan şey. Kâfirlerin zulüm maskelerini ortaya çıkaracak olan İslam devleti̇ne ve onda tezahür edecek İslam adaleti̇ne tahammül edemeyişleridir. Öyleyse farz - ayn olan ci̇hattan soyutlanmış bi̇r İslam, peygamberleri̇n mi̇rasına yapılmış bi̇r i̇hanetti̇r. Ebu Zer

...
Ne İçin ve Nasıl Cihad Ediyoruz?

Abdullah el Muhaciri (Kuteybe Türki) | 36 sayfa | PDF’yi Aç & İndir