Ölmek Var Alçalmak Yok !

بِسْــــــــــــــــــــــمِ ﷲِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيم

أَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَالصَّلَاةُ وَالسَّلامُ عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَصَحْبِةٍ أَجْمَعِين .

Bu risale, ümmetin seçkinlerine, dinin ve ırzların bekçilerine, Müslümanların önderlerine, Ebu Bekir, Ömer, Halid b. Velid’lerin torunlarına, sahaların aslanlarına, savaşların kahramanlarına, vadilerinde hürlerin gezemediği, bölgelerinde başkalarının izzetlenemediği, küfrün kibrini kıran, haçı toprakta sürüyen, kâfirleri zelil edip, Allah’ın onlarla mü’minleri izzetlendirdiği kimselere ithaf olunur.

Bu risale, Allah yolundaki mücahidlere, Allah yolunda cihad edip kınayıcının kınamasından korkmayan, engelleyicinin engellemesine takılmayan ve yüzüstü bırakanlara aldırmayanlaradır.İlim ehlinden olan âlimlerin ve ilim talebelerinin size şunları söyleme zamanı gelmiştir:

‘Kendisinden başka ilah olmayana yemin olsun ki, sizler bizden daha hayırlısınız. Bizden daha şerefli, daha izzetli, daha takvalı, daha temiz, Allah’ın şeriatına daha bağlı, Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) sünnetine daha fazla tabi olanlarsınız. Ümmet, size daha fazla ihtiyaç duymakta, sizinle daha aziz ve daha kuvvetli.

Allah’tan, amellerinizi ve cihadınızı kabul buyurmasını istiyoruz. Bizim içinde, geniş mazeretlerle ve hastalıklı kalplerle beraber cihaddan oturmamız ve geri durmamız nedeniyle günahlarımız için mağfiret diliyoruz. Size katılıp adımlarınızı takip etme, tattığınız korkuları tatma, cihad için ortaya koyduklarınızı ortaya koyma zamanı gelmiştir. Size teslim olmayı söylediğimizde, dik durup teslim olmamayı, size savaşı emrettiğimizde, savaşıp kahramanlık göstermeyi, inşaallah amel etmediğimiz hiçbir şeyi size söylememeyi, tüm bunlarla birlikte sizin fazilet ve öncülüğünüzü itiraf etme zamanı da gelmiştir.

En büyük isteğimizin, Allah’ın bizleri de sizlerin konumuna ve derecelerine ulaştırmasıdır.’ Ey mücahidler, bu risale sizedir. Kâfirler size karşı birleşmiş, sizi öldürmek ve zindanlara atmak için ittifak etmişlerdir. Bununla cihadı durdurmayı hedefliyorlar. Bush, Şaron, Husni ve Nayif istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır. Ey mücahidler, onlara boyun eğmeyin, kendinizi onlara teslim etmeyin, sizi ellerine geçirmesinler, size karşı kâfirlere bir yol bırakmayın. Bilakis savaşın, sonra izzetle yaşayın ya da şereflice ölün.

Ölmek var alçalmak yok…Boyun eğme!Özgür bir iradeyle bir kâfirin velayeti ve elinin altına girilmesi haramdır. Bundan dolayı, hicret vacip kılınmış ve kâfirlerin Müslümanların yönetim işlerine getirilmeleri haram kılınmıştır. Kâfir bir kimsenin Müslüman bir köleye efendilik etmesi sahih değildir.

Allahu teala şöyle buyuruyor: “Allah, kâfirlere mü’minlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez.” “İslam yücedir, hiçbir şey ondan üstün olamaz.”İlim ehlinin çoğunluğu bu kaideden bir haleti istisna etmişlerdir. Bu, Buhari’nin Sahih’inde şu başlık altında geçmektedir: “Kişi esareti tercih edebilir mi? Ve esareti tercih etmeyen babı.” Burada Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) göndermiş olduğu on kişinin hadisi getirilmiştir. Beni Lihyan kabilesinden bir grup bunları muhasara altına almış ve kendi zimmetlerine girmelerini teklif etmişlerdir. Sahabelerden bazıları müşriklerin emanı altına girmiştir. Asım b. Sabit ise “Ben asla bir kâfirin zimmeti altına girmem” demiş ve öldürülene dek savaşmıştır. Hafız İbn Hacer (rahimehullah) hadisin şerhinde şunları söyler:

“Esir bir kimse, öldürülse bile bir kâfirin hükmünün üzerinde icra olunmaması için emanı kabul etmeyip kendisini teslim etmeyebilir. Azimeti almak istediğinde durum böyledir. Eğer ruhsatı tercih ederse, eman dilemesinde de bir beis yoktur.”

Bu muhayyerliği âlimlerin cumhuru savunmuştur. Ancak sadece imam Ahmed’den (rahimehullah) gelen bir rivayet, kâfirlere esir olmanın haramlığını ifade eder. Bunu imam Acuri nakletmiştir. İmam Ahmed’den (rahimehullah) şöyle naklolunur: “Esarete razı olunması benim hoşuma gitmez. Savaşması bana daha sevimlidir. Esaret şiddetlidir, ölüm ise kaçınılmaz.”Ruhsatın bulunduğu bu surette, ittifak ile faziletli olan, azametin tercih edilmesi ve kâfire teslim olunmamasıdır. Zira teslim olmaktan birçok mefsedetler doğmaktadır.

Şehid Yusuf El-Uyeyri (rahimehullah) şöyle der: “Mücahidin teslim olmasında, hezimetle birlikte zillette vardır. Bu, Müslümanların kalplerinin kırılmasına, mücahidlerin tutumlarında gedikler açılmasına neden olduğu gibi düşmanın sevinmesine, kibirlenmesine, mücahidlere ve genel olarak ta tüm Müslümanlara karşı şımarıp maneviyatlarının yükselmesine neden olur.

Teslim olmadaki tüm bu mefsedetlerle beraber teslimiyet, teslim olan kimseyi korkmuş olduğu şeyden kurtarmayacaktır ki buda ölümdür. Zira bu kimse, teslim olmadığı takdirde öldürüleceği şekilden çok daha çirkin ve zelil bir şekilde öldürülecektir.

Tabi ölümünden önce göreceği işkenceler, hakaretler ve belki başkalarına da zarar verecek malumatların alınması işin diğer bir yönüdür!”Özetle, Nebi’ye (sallallahu aleyhi ve sellem) ulaştıktan sonra inkâr etmediği sahabenin bu fiilleri, onlarla aynı durumda olan kimseler için, bununda onunda caiz olduğuna delildir.

Onlar kaçmaktan acizdiler, önlerinde öldürülme veya esaretin dışında hiçbir seçenekleri bulunmamaktaydı. Ayrıca onlar müşriklerin hükümlerine inmeyip eman ve misaka razı olmuşlardı. Bu, caiz olan misaklar türündendir.

Bunda ise kâfirin hükmünün uygulanmasının dışında bir şey yoktur. Mahzurlu olan bu fiilin işlenmesindeki mezkûr ruhsat, kâfirlerin üstün gelmesi nedeniyledir, başlı başına haramlığı gerektiren başka bir nedenden ötürü değildir. Bir Müslümanın kendisini bir kafire teslim etmesi ancak şu durumlarda caiz olabilir:

Kaçmaktan aciz olduğunda, dininde fitneye düşmekten emin olduğunda, mücahidlere zarar verebilecek sırları ifşa etmekten korkmadığında, kendisi için bir emanı olduğunda ya da galibi zannına göre onlara güvendiğinde.Yanında Müslümanların sırları ve gizli bilgileri bulunan bir kimse, zannı galibine göre işkence veya sihirden de emin olmazsa, kaçmaya da gücü yeterse, kendisini teslim etmesi caiz olmaz.

Hatta bu durumdaki bir kimsenin, Şeyh Muhammed b. İbrahim (rahimehullah) ve diğerlerinin fetvalarına göre kendilerini öldürmeleri caiz olur. İstişhad operasyonlarıyla ilgili risalemizde onun bazı delillerine işarette bulunmuştuk. Bu durumda sırların tehlikesi nedeniyle kendisini öldürmesinin caizliği ve bu sırları tehlikeye atarak kendisini teslim etmesinin caiz oluşu nasıl bağdaştırılabilinir?

Suud hükümeti, uşak ve mürted bir hükümettir. Müşrikleri ve kabirperestleri himaye etmiş, Allah’ın indirdiklerinin gayrisiyle hükmetmiş, tağuta muhakeme olmuş, din ile istihza edenleri ikrar etmiş ve bunların dışında İslam’ı bozan birçok cürümler işlemiştir. Bunların her biri onun durumunu daha da ağırlaştırmaktadır. Kâfirleri veli edinmesi, bunu meşru ve uygun görmesi ise durumunu daha da ağırlaştırmıştır.

Sonra bununla iftihar edip bunu ilan edişi, kâfirlerin düşman edindiklerini düşman, onları dost edinenleri ise dost edinmesi, sonra kâfirlerden beri olduğunu ilan edenleri veya hoşlarına gitmeyecek hakikatleri haykıranları cezalandırması durumunu daha da ağırlaştırmıştır. Bunların benzerleri, İslamlarını bozan her bir unsur için söylenebilir.

Eğer Suud kendi yönetimini elinde bulunduran bir hükümet olmuş olsaydı, küfründen dolayı kişinin kendisini onlara teslim etmesi gene caiz olmazdı. Öyleyse Amerika’nın uşağı ve vekili olması durumunda nasıl olur? Kişinin kendisini onlara teslim etmesi, Amerika’ya teslim etmesiyle aynıdır. Tutuklamayı emreden Amerika’dır, bundan faydalanan Amerika’dır, ilk ve son amaç, Amerika’nın ve bölgedeki çıkarlarının himayesidir. Bir esirden alınan malumatların tümü, aynı zamanda Amerika’ya da ulaşmaktadır. Hatta onların tağutlarından birisi bununla iftiharda bulunmuştur. Bunun Bender b. Sultan olduğunu zannediyorum.

‘Cihad hücrelerinden ve yapılan operasyonlardan bazıları, Suudi zindanlarındaki mahpuslardan alınan malumatlarla çökertildiğini’ bildirmiştir. Bir mücahidin kendisini Suudi hükümetine teslim etmesi, Hamid Karzai hükümeti, Kuveyt hükümeti, Mısır, Yemen vb. hükümetlere teslim etmesiyle aynıdır. Bunların aralarında hiçbir fark yoktur. Mü’minler, rablerinin vasıfladığı gibidir: Kâfirlere karşı izzetli ve şiddetli, aralarında ise merhametlidirler.Eğer şöyle bir şey farz edecek olursak: Mücahidi talep eden Müslüman bir hükümet olsa ve işlemiş olduğu İslam’ı bozan büyük unsurlar göz önünde bulundurulmasa, ancak Amerika’ya uşaklığından ötürü insanları takip eden bir vekil olacak olsa; eğer diğer tüm unsurları görmezden gelsek bile, aranan kişinin kendisini bu kimselere teslim etmesi gerekmez. Velev bu kimse yönetici bile olsa. Onu arayanların zalim olduklarını bildiği sürece durum böyledir. Eğer bir kimse gelip zulüm ile onun malını almak isterse, Nebi’den (sallallahu aleyhi ve sellem) aktarılan sahih hadis gereğince, ona karşı savaşması gerekir.

Bir gün Resulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) bir adam gelir ve şöyle der: “Ne dersin, eğer bir adam gelip benim malımı almak isterse ne yapmalıyım?” Resulullah: “Verme” Adam: “Eğer benimle savaşırsa?” Resulullah: “Onu öldür.” Adam: “Eğer o beni öldürürse?” Resulullah: “Sen şehidsin” Adam: “Eğer ben onu öldürürsem?” Resulullah: “O ateştedir.”

Müslüman, İslam’ın izzeti ile azizdir, Allah’tan başkasına köle olmaktan azattır. Allah’a ve hükmüne boyun eğmeye çağrıldığında, buna kendi isteği ile gelir. Falancanın krallığına ve saltanatına, filancanın zorbalığına ve azgınlığına çağrıldığında ise; Allah’ın hükmü ve şeriatı olmadığı sürece kendisini teslim etmesi ve boyun eğmesi doğru değildir. O hakkı olmadan malını teslim edemezken, nasıl olurda canını teslim edebilir?Yemin ettim, ya izzet ve şerefimle yaşayacağım, Ya da kemiklerim parçalanacak!

Amr b. El- s (radiyallahu anh) Rumların bir hasletine övgüde bulunmuştur ki bugün insanların birçoğu bunu yöneticilere karşı ayaklanma ve fitne olarak görmektedirler. Onlara göre fitne, mürted ve kâfir yöneticiler bir tarafa azgın ve zorba zalimlerin hoşlanmadığı her şeydir.

Sahih Muslim’de şöyle geçer: “Mustevrid (radiyallahu anh) şöyle der: “Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: “Kıyamet kopacağında Rumlar insanların en kalabalıkları olacaktır.” Bunun üzerine Amr b. El- s şöyle dedi: “Ne söylediğine iyi bak!” Mustevrid: “Ben Resulullah’tan duyduklarımı söylüyorum.” Amr: “Eğer sen bunu söylüyorsan, onlarda dört haslet vardır: Onlar fitne anında insanların en halimleridir. Musibetlerden en hızlı uyananlardır. Kaçtıktan sonra en hızlı atağa geçenlerdir. Miskinlere, yetimlere ve zayıflara en hayırlı olanlar onlardır.” Sonra şöyle dedi: “Beşincisi de vardır ki buda çok güzeldir: Kralların zulümlerine en fazla karşı çıkanlardır.”

Amr b. El- s’ın kralların zulümlerine boyun eğmeyip zulmü reddetmelerine methiyesine bir bak. Başka bir rivayette ise şöyle geçmektedir: “Kralların zulümlerine en az sabredenlerdir.” Bunu, fitne anındaki halimliklerine zıt görmeyişine dikkat et. Burada, “Malını alsa da sırtına vursa da, işit ve itaat et” hadisi ile delil getirilmesi apaçık bir hatadır. Bu yöneticilerin İslam üzere oldukları farz edilse bile, hadiste malın ve canın onlara teslim edilmesi gerektiği ifade edilmemektedir. Mal uğruna savaşmanın, işitme ve itaate muhalif olduğunu ifade eden bir şey de bulunmamaktadır.

Çünkü masiyet olmadığı yerlerde işitilip itaat edilir, hakkı olan şeyler ona verilir, hakkı olmayanlar ise verilmez.

Bunun tam bir benzeri de Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şu buyruğudur: “Başınıza bir köle de emir olarak getirilse, Habeşli bir köle bile olsa…” Bu hadislerde kölelerin emirliğe getirilmeye çalışılması veya bunun daha doğru olacağı veya şartların oluştuğu hür bir kimse bulunurken, bunun bırakılıp kölelerin tercih edilmesi gerektiği ifade edilmemektedir. Hadiste ifade edilen, ne zaman emir olursa ona itaat edilmesi gerektiğidir. “Malını alsa da sırtına vursa da” buyruğunda ise, bunların ona teslim edilmesi ifade edilmemektedir. Hadiste, ona karşı çıkmaktan sakındırma ve bununla onun yöneticiliğinin düşürülmesinin yasaklandığı ifade edilmektedir. Yöneticilere karşı ayaklanma, sahih olan görüşe göre, ancak apaçık bir küfür görüldüğündedir. Mücahidin şunu bilmesi ona yeterlidir; onlar onu aradıklarında, Allah’a itaatinden ötürü aramaktadırlar, bunda hiçbir şek ve şüphe yoktur. Hatta üzerine farzı ayn olan bir nedenden ötürü aramaktadırlar. Sonra onlar aslında birçok mahkûm hakkında doğru düzgün bir mahkemede yapmamaktadırlar.

Aylar boyunca zulüm ve işkence ile hapislerde tutarlar. İşkencelerin ağırlığı altında yalan ve iftira ile yapmadıkları işleri onlara yüklerler. Tüm bunlardan sonra da Allah’ın indirmiş olduğu hükümlerden başkaları ile mahkeme ederler. Hatta savcının ve hâkimlerin önerilerine göre hükmolunurlar.Onların zulümlerini, h. 1415 senesinde tutukladıkları şeyhler, davetçiler, ıslahçılar ve onlarla birlikte olanları, iddiasız ve mahkemesiz tutuklamalarında gördük.

Sonra onlardan çıkanlara, susma taahhüdünü aldıklarını da… Said b. Zahir daha yakınlarda çıktı. Şu anda hapishanelerde mahkeme olunmamış ve hakkında bir hüküm verilmemiş niceleri bulunmaktadır. Ebu Subey Velid Es-Sinani Allah esaretini çözsün, ona sebat versin ve ecrini yükseltsin bunlardan sadece birisidir. Şu anda hapse atılanların birçoğunda, bedenlere yaptıkları cinayetleri son bulmuş olsa da, ilkelerini ve görüşlerini, hatta ahlaklarını değiştirmedeki cinayetleri son bulmamıştır. Onlardan birçoğunda çıktıktan sonra çok acayip haller gördük. Yalanı helal görüp hafife alanlar olmuştur. Hatta onlardan hiçbir şekilde tevili olamayacak yalanlar işitilmiştir. Tağut olarak adlandırdıkları ve buna şahitlik ettikleri kimselere velayet beslemeye başladılar. Muvahhid mücahidlerden beri olup gizliden onları teşvik ederlerken, alenen onları ayıplamaya başladılar.

Bunların bu durumlarının başı, yaptıkları bir itaat üzerine hapse atılmaları ve mahkemesiz yargılanmaları olmuştur. Son halleri ise çıktıklarında yerine getirmiş oldukları vacipler hakkında sukut edeceklerine dair taahhütler vermeleri olmuştur. Sonra cihada ve mücahidlere daha fazla savaş açmış ve dinin şeriatlarını değiştirmede daha fazla ileriye gitmişlerdir. Mücahid arandığında bunu düşünmelidir. Allah’ın ona farz kılmış olduğu bir şeyi yerine getirdiği için arandığını…

Eğer cihad bir nafile olmuş olsaydı, cezalandırılması bir tarafa, onun zem olunması bir küfür olurdu. Ümmet üzerine bir farz ve vacip olması durumunda hal nice olur? Sonra onu yerine getirenlerin çok az olduğu ve aynileştiği bir zamanda durum nasıl olur? Bununla birlikte mahkeme olmayacaktır, eğer mahkeme olsa da yerine getirmiş olduğu bu farzın cezası gereğince mahkeme olunacaktır. Sonra hapiste başa gelecek fitne türleri de düşünülmelidir.

İçerideki korkutma ve kışkırtma fitneleri bir tarafa, hapsin kendisi başlı başına bir fitnedir. Mücahid kardeşler, üzerinde bulunmuş olduğu dinini, menhecini ve ilkelerini değiştiren nicelerini görmüşlerdir. Bu, daha önce anlamadıkları bazı şeyleri anladıkları için değildir veya bilmediği bir hüccete ulaştıkları içinde değildir, bilakis ne hüccet nede bir delil bulunmadan konuştukları görülmekte ve sözleri itikat etmedikleri şeyler üzerine bine edilmekte. Bu, fitneden başka nedir ki?

Allah’tan sebat, hidayet ve doğruluk diliyoruz. Mücahid, dininde fitneye düşmesi için arandığında, gücü yettiğince kaçmalı, gücü yettiğince kendisini müdafaa etmelidir. Buhari (rahimehullah) Sahih’inde şöyle bir bab açmıştır: “Fitnelerden kaçmak dindendir.” Orada şu hadisi zikretmiştir: “Müslümanın en hayırlı malının, dağlarda güdeceği koyunları olacağı zaman yakındır.”Senden daha hayırlı olanlar kendisi için fitneden korkmuşlardır. Hatta İbrahim (aleyhis-selam) bile fitnelerden korktuğu için şu sözlerini söylemiştir: “Beni ve evlatlarımı putlara tapmaktan koru.” Seleften bazıları şöyle derler: İbrahim’den (aleyhis-selam) sonra imtihanlara karşı kim emin olabilir?Kaç, gizlen, savaş, kendini savun; esir olma!

ABDULLAH B. NASIR ER-REŞİD

Son Güncelleme: 3 ay önce