1 ay önce Cevzcan eyaletinde yetkililer ve din alimleriyle bir araya gelen Hibetullah Ahundzade, İslam Emirliği'nin ABD ve müttefiklerine karşı şeriatın tatbiki için yirmi yıldır süren savaşını “Farz-ı Ayn” olarak nitelendirdi ve bu savaşın Afganlara değil Amerika'ya karşı olduğunu söyledi. İslam Emirliği lideri söz konusu açıklamasında şu ifadeleri kullandı: "Hedefimiz gaspçılar, zalim kafirler, Amerika ve onların ortaklarıydı. Amacımız Afganları öldürmek değildi. Onlara defalarca ABD ile aralarına mesafe koymalarını ve savaş alanında Amerika ile aramızdan çekilmelerini söyledik" Hibetullah Ahundzade, Afganistan'ın kuzey bölgelerine yaptığı ziyarette 11 vilayeti gezdi ve buralarda ülke vatandaşları arasında birlik ve kardeşlik vurgusunda bulundu. Hibetullah Akhundzade ayrıca şu ifadeleri kullandı: "Düşman Afganistan'a barış ve güvenliğin gelmesini istemiyor. Afganistan'ın her zaman çatışma ve bölünme içinde, kendi etkileri altında olmasını istiyorlar. Siz Afganlar dindar ve cesur insanlarsınız. Ulusal birlik ve anlaşmazlıkların çözümü için pratik adımlar atmalıyız." İslam Emirliği lideri Cevzcan'da yaptığı konuşmanın bir bölümünde Afganistan halkının ülkede İslami bir sistem istediğini ve bugün İslam Emirliği'nin 20 yıllık savaşın ardından yeniden kurulmasıyla şeriat kurallarının yürürlüğe girdiğini söyledi.
2 ay önce Afganistan İslam Emirliği Siyasi İşlerden Sorumlu Başbakan Yardımcısı, Uyuşturucu ve Alkolle Mücadele Yüksek Komisyonu'nun ilk toplantısında uluslararası toplumun Afganistan'da uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele konusundaki taahhütlerini yerine getirmesi gerektiğini ifade etti. Başbakan Yardımcısı Mevlevi Abdulkebir, Afganistan'da haşhaş ekimi ve uyuşturucu üretiminin neredeyse sıfıra ulaştığını ve diğer ülkelere bu konuda herhangi bir tehdit oluşturulmadığını belirtti. Mevlevi Abdulkebir, "Üçüncü Doha toplantısında alternatif tarım ürünleriyle ilgili önemli görüşmeler yapıldı ve Afgan çiftçilere ve Afganistan'daki tarım sektörüne yardımcı olmak için verilen taahhütlerin yerine getirileceğini umuyoruz." diye konuştu. Mevlevi Abdulkebir'in açıklamasına göre, Uyuşturucu ve Alkolle Mücadele Yüksek Komisyonu yakında UNAMA ve Kabil'deki bazı büyükelçilerle toplantılar gerçekleştirecek. Uyuşturucu ve Alkolle Mücadele Yüksek Komisyonu'nun ilk toplantısına İslam Emirliği'nin bazı üst düzey isimleri de katıldı. Savunma, İçişleri ve Dışişleri Bakanları da uyuşturucu ve alkolle mücadelede uluslararası işbirliğinin önemini vurguladılar. Afganistan İçişleri Bakanı Siraceddin Hakkani, uluslararası toplumun Afganistan'ın ABD tarafından dondurulan varlıklarının serbest bırakılmasına da yardımcı olması gerektiğini vurguladı. Hakkani, “Eğer başka türlü yardım sağlayamıyorlarsa, en azından Amerikalılar tarafından haksız yere dondurulan Afgan varlıkları konusunun çözülmesiyle ilgili İslam Emirliği ile işbirliği yapmalılar” dedi. Savunma Bakanı vekili Mevlevi Muhammed Yakub Mücahid ise, “Dünya bu konuda büyük ölçüde sessiz kalmakta ve sorumluluğunu yerine getirmemektedir. Onları sorumluluk almaya ve başta çiftçiler olmak üzere Afganları desteklemeye çağırıyoruz.” Halk Sağlığı Bakanı Nur Celal Celali, şu anda ülkede uyuşturucu bağımlılarının rehabilitasyonu için 80 tedavi merkezi bulunduğunu ve yaklaşık 14.000 bağımlının tedavi gördüğünü bildirdi. Celali, "Vilayetlerdeki tedavi merkezlerinin sayısı ve kapasitesi artırılmalı ve bazı sağlık merkezlerinin iyileştirilmesi gerekiyor ancak bunları yapabilmek için gerekli bütçe yok" ifadelerini kullandı. Söz konusu rehabilitasyon merkezlerinde tedavileri tamamlanan 2 bin 500 eski bağımlının tedavilerinin ardından çeşitli meslek alanlarında uzman olduğu belirtildi. Öte yandan İçişleri Bakanlığı Uyuşturucu ve Alkolle Mücadele Müdürlüğü de İslam Emirliği'nin yeniden tesis edildiğinden bu yana geçen üç yıl içerisinde uyuşturucu kaçakçılığı suçlamasıyla 20.000 şüphelinin gözaltına alındığını, 1.450 uyuşturucu fabrikasının imha edildiğini, 37.000 hektar alanın uyuşturucu ekiminden temizlendiğini ve ülke genelinde 122.000 bağımlının toplandığını gösteren veriler paylaştı. Müdürlüğün istatistiklerine göre, geçmişte ülke genelinde yılda 590.000 kişi uyuşturucu ekimi yapıyor ve her yıl yaklaşık 3 milyar dolar gelir elde ediliyordu.
2 ay önce Afganistan Cezaevleri İdaresi Başkanı Muhammed Yusuf Mestari, idarenin geçen yılki başarılarını özetleyen bir program sırasında yaptığı açıklamada, bu mahkumlardan 1.000'inin kadın, 150'sinin ise çeşitli ülkelerden gelen yabancı uyruklular olduğunu söyledi. Mestari, “Merkezi cezaevlerinde ve ülkenin 33 vilayetindeki cezaevlerinde, haklarında hüküm verilmiş ve mahkeme kararı olan yaklaşık 11.000 hükümlü mahkum var.” diye konuştu. Resmi olmayan verilere göre Afganistan'ın toplam nüfusu 40 milyon civarında. Cezaevleri İdaresi Başkanı, Bagram Cezaevinin yeniden faaliyete geçirilmesi için çalışmaların devam ettiğini de sözlerine ekledi ve şu anda yaklaşık 9.000 Afganistan vatandaşının 12 farklı ülkede tutuklu bulunduğunu ve bunların serbest bırakılması için de çalışmaların devam ettiğini vurguladı. Muhammad Yusuf Mestari ayrıca şunları söyledi: “Komşu ülkeler de dahil olmak üzere 12 ülkede 9.000'e yakın Afgan vatandaşı tutuklu bulunuyor.” Açıklamada ayrıca ülke çapında mahkumlar için eğitim ve mesleki atölyeler kurulduğunu ve 1500'den fazla mahkumun dosyasının, cezalarının durumunun netleştirilmesi için incelenme yapılmak üzere Yüksek Mahkemeye gönderildiğini bildirdi. Bazı vilayetlerde cezaevleriyle ilgili çeşitli sorunları çözdüklerini, bazı vilayetlerde yeni cezaevleri inşa ettiklerini ve bazılarında da mevcut cezaevlerini restore ettiklerini belirttiler. Cezaevi İdaresi Finans ve İdare Müdürü Abdulhadi Ahundzade toplantıda yaptığı açıklamada, “Kunduz vilayetinde mahkemeler ve mahkumlar için ilk blok inşa edildi ve Nangarhar cezaevinde kadınlar için olan bölüm yenilendi" dedi. Cezaevleri İdaresi Başkan Yardımcısı Habibullah Bedir, ülkedeki hiçbir cezaevinde mahkumlara işkence ya da kötü muamelede bulunulmadığını ve bunun aksini kimsenin iddia edemeyeceğini söyledi. Bedir şunları söyledi: “Afganistan genelinde hiç kimse Afgan hapishanelerindeki mahkumların İslam Emirliği güvenlik güçleri tarafından işkence gördüğünü, kötü muameleye maruz kaldığını ya da istismar edildiğini söyleyemez.” Cezaevleri İdaresi Başkanı Muhammed Yusuf Mestari ayrıca İslam Emirliği'nin yeniden iktidara gelmesinin ardından yaklaşık 17.000 mahkumun ülke cezaevlerinden serbest bırakıldığını bildirdi. Afganistan'daki İslami mahkemelerde yargılanmalar İslam hukukuna göre yapılıyor. 40 milyonluk ülkede mahkum sayısının bu kadar az olmasının İslam hukuna göre verilen cezaların caydırıcılığından kaynaklandığı belirtiliyor.
3 ay önce Mali, üst düzey Ukraynalı bir yetkiliyi Temmuz ayında Rus Wagner grubundan onlarca paralı askerin yanı sıra Malili askerlerin de öldüğü ağır hezimette Kiev'in rolünü kabul etmekle suçlayarak Ukrayna ile diplomatik ilişkilerini kestiğini açıkladı.Tuareg direnişçileri geçen ayın sonlarında Batı Afrika ülkesinin kuzeyinde üç gün süren çatışmalarda en az 84 Rus paralı asker ve 47 Malili askeri öldürdüklerini ve bunun Wagner'in iki yıl önce çatışmaya girmesinden bu yana aldığı en ağır yenilgi olduğunu söylüyor. 29 Temmuz'da Ukrayna askeri istihbarat teşkilatı (GUR) sözcüsü Andriy Yusov, kamu yayıncısı Suspilne'ye yaptığı açıklamada Malili muhaliflerin "Rus savaş suçlularına karşı operasyonlarını gerçekleştirebilmeleri için ihtiyaç duydukları tüm bilgileri" aldıklarını söyledi. Bu hamle, Ukraynalı yetkilinin geçen ayın sonlarında Mali askerlerini ve Rus Wagner paralı askerleri hedef alan saldırılarla ilgili açıklamalarının adından geldi. Mali, üst düzey Ukraynalı bir yetkiliyi Temmuz ayında Rus Wagner grubundan onlarca paralı askerin yanı sıra Malili askerlerin de öldüğü ağır hezimette Kiev'in rolünü kabul etmekle suçlayarak Ukrayna ile diplomatik ilişkilerini kestiğini açıkladı. Tuareg direnişçileri geçen ayın sonlarında Batı Afrika ülkesinin kuzeyinde üç gün süren çatışmalarda en az 84 Rus paralı asker ve 47 Malili askeri öldürdüklerini ve bunun Wagner'in iki yıl önce çatışmaya girmesinden bu yana aldığı en ağır yenilgi olduğunu söylüyor. 29 Temmuz'da Ukrayna askeri istihbarat teşkilatı (GUR) sözcüsü Andriy Yusov, kamu yayıncısı Suspilne'ye yaptığı açıklamada Malili muhaliflerin "Rus savaş suçlularına karşı operasyonlarını gerçekleştirebilmeleri için ihtiyaç duydukları tüm bilgileri" aldıklarını söyledi. Mali'deki cunta yönetimi, açıklamaları "derin bir şaşkınlıkla" öğrendiklerini ve Yusov'un "silahlı terörist gruplar tarafından gerçekleştirilen ve Mali Savunma ve Güvenlik Güçleri mensuplarının ölümüyle sonuçlanan korkakça, haince ve barbarca saldırıya Ukrayna'nın da karıştığını itiraf ettiğini" söyledi. Hükümet Sözcüsü Albay Abdoulaye Maiga tarafından yapılan açıklamada, ilişkilerin "derhal uygulanmak üzere" kesileceği belirtildi. Maiga'ya göre Ukrayna'nın eylemleri "Mali'nin egemenliğini ihlal etti ve kabul edilemez bir dış müdahale ve uluslararası terörizme destek teşkil etti." Cezayir sınırı yakınlarında Tinzaouatene'deki bir askeri kampta 25 Temmuz’da üç gün süren yoğun çatışmalar patlak vermişti. Mali ordusu çatışmalar sırasında "çok sayıda" ölüm yaşandığını kabul etti ancak rakamları açıklamadı. Bu hafta Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Malili mevkidaşı Abdoulaye Diop ile yaptığı telefon görüşmesinde Bamako'ya desteğini yineledi. Batı Afrika ülkesinin ordusu 2020'de bir darbeyle iktidarı ele geçirdi. Mali'deki cunta yönetimi Rusya'ya yakınlaşırken, Wagner 2021 sonlarından bu yana Mali'de Fransız birlikleri ve uluslararası barış gücü askerlerinin yerini alarak faaliyet gösteriyor. Mali'de tahminen 1.000 savaşçısı olduğu düşünülen Rus paralı asker grubu, sivillerin ölümüne neden olan baskınlar ve insansız hava aracı saldırılarının gerçekleştirilmesine yardımcı olmakla da suçlanıyor. Malili yetkililer bu iddiaları reddediyor.
3 ay önce Somali'nin güneyinde yer alan Aşağı Cuba bölgesinde üç askeri üsse eş zamanlı saldırı gerçekleştirildi. Saldırılar, Mogadişu yönetimi güçlerinin Eş Şebab'a karşı operasyonlarına devam ettiği bölgelerde düzenlendi. Eş Şebab birliklerinin bölgede saldırı düzenleyen hükümet güçlerinin üslerini şafak vaktinde eş zamanlı olarak hedef aldığı ve hükümet güçlerine ağır kayıplar verdirdiği ifade ediliyor. Yerel kaynakların aktardığı bilgilere göre, saldırılarda Bulo Haji, Miido ve Harboole yerleşimlerindeki üsler eş zamanlı olarak hedef alındı. Saldırılarla birlikte söz konusu yerleşimlerin Eş Şebab kontrolüne girdiği belirtildi. Bu bölgeler kısa bir süre önce Mogadişu yönetimi tarafından kontrol altına alınmış, Eş Şebab çatışmadan kırsal alanlara çekilmişti. Bölgede çatışmaların devam ettiği bildiriliyor. Kaynak: Beyaz Minare
4 ay önce Afrika Birliği (AfB) Somali'den çekilme sürecini yavaşlatmayı değerlendiriyor. Söz konusu talep Eş Şebab'a karşı alan kaybetmeye devam eden Mogadişu yönetiminden geldi. Afrika Birliği Somali Geçiş Misyonu'na (ATMIS) bağlı güçlerin normal şartlar altında aşamalı olarak geri çekilmesi ve 31 Aralık 2024 tarihine kadar tüm birliklerini Somali'den çekmesi gerekiyor. Haziran ayı sonunda kadar söz konusu çekilme sürecinin üçüncü aşamasının gerçekleşmesi ve 4 bin askerin ülkeden ayrılması öngörülüyordu. Ancak şu anda söz konusu üçüncü aşama inceleme altında ve bu aşamanın zamana yayılması söz konusu. Adının açıklanmaması kaydıyla konuşan bir AfB yetkilisine göre Mogadişu yönetimi, Afrika Birliği Barış ve Güvenlik Konseyi'nden (PSC) ATMIS birliklerinin yarısının üç ay daha ülkede kalmasına izin vermesini talep etti. Buna göre Haziran ayı sonuna kadar sadece 2 bin asker ülkeden çekilecek ve çekilmesi gereken 2 bin asker Eylül ayına kadar ülkede kalacak. Mogadişu yönetimi söz konusu talebe gerekçe olarak "çok önemli bir saldırı operasyonu gerçekleştirme ihtiyacını" gösteriyor. Halihazırda Somali'de Eş Şebab'a karşı savaşan 13 bin 500 ATMIS askeri bulunuyor.
1 yıl önce Google, Apple'ın ürettiği AirTag'lerin Android cihazlar üzerinden anlık olarak konum izleme özelliğinin engellenebileceği açıkladı. Ayrıca, Android kullanıcıları takip edilen AirTag'leri tespit ederek uyarı alacaklar. Bu yeni özellikle birlikte, kullanıcılar AirTag'ler tarafından izlenmekten kaçınabilecekler. Google, AirTag'lerle çalışan "Bilinmeyen Takipçi Uyarıları" sunacak ve diğer takip cihazı üreticileriyle işbirliği yaparak kapsamı genişletmeyi planlıyor. Eğer sahip olmadığınız bir AirTag, sizinle birlikte seyahat ederken tespit edilirse, sahibinin konumunu gösteren bir bildirim alacaksınız. Bu bildirime dokunduğunuzda, takip cihazının hareket ettiği rota üzerinde bir harita açılacak. Google, bu konum verilerinin şifrelendiğini ve kullanıcılarla asla paylaşılmadığını vurguluyor. Ayrıca, AirTag'i telefonunuzun arkasına getirirseniz (NFC alanının içinde), bazı takip cihazlarının sahipleri hakkında "telefon numaralarının son dört hanesi gibi" bilgileri görüntüleyebileceğini belirtiyor. Takip cihazlarını devre dışı bırakmak için Google, kullanıcılara bir bağlantı sağlayarak nasıl yapılacağına dair bilgiler verecek. Bu adımlarla kullanıcılar, takip edilme konusunda daha fazla kontrol sahibi olacaklar.
1 yıl önce Microsoft destekli bir yapay zeka (AI) firması olan OpenAI, ChatGPT uygulamasının Android sürümünü yayınlayarak chatbot erişilebilirliğini genişletti. Ancak uygulama henüz Türkiye'de kullanıma sunulmadı. Mayıs ayında iOS uygulamasının piyasaya sürülmesinden sonra gelen bu Android lansmanı, ChatGPT uygulamasının OpenAI'nin web sitesi dışında ilk kez tüm dünyadaki kullanıcılar tarafından erişilebilir olmasını sağlıyor.ChatGPT Android uygulaması, kullanıcı geçmişini cihazlar arasında senkronize etme yeteneği, ses girişi ve anında yanıtlar, öneriler, e-posta veya sunum taslakları için sohbet botuna hızlı erişim ve daha fazlası gibi çeşitli özelliklerle birlikte geldi.Kullanıcılar, OpenAI'nin dahili ses tanıma özelliğini kullanarak, çeşitli konularda soru sormak, yanıt almak ve yardım almak için üretici yapay zeka ile etkileşime girebiliyor. ChatGPT Plus uygulaması, en az bir Android 6.0 sürümü gerektiriyor ve aboneler, ihtiyaçlarına göre GPT-3.5 ve GPT-4 dil modelleri arasında geçiş yapabiliyor. HANGİ ÜLKELERDE KULLANIMA AÇILDI?OpenAI, Android'in en popüler mobil işletim sistemi olduğu veya Android için ChatGPT uygulamasını başlatarak bilgisayar kullanımının sınırlı olduğu yerlerde yapay zeka teknolojisi kullanılabilirliğini genişletmeyi amaçlıyor.Android için ChatGPT uygulamasına Brezilya, Bangladeş, Hindistan, ABD, Arjantin, Kanada, Almanya, Fransa, Endonezya, İrlanda, Japonya, Meksika, Filipinler, Nijerya, İngiltere ve Güney Kore'de erişilebilir.Önümüzdeki hafta OpenAI, erişilebilir olduğu ülke sayısını artırmayı planlıyor.
1 yıl önce Güney Koreli bilim insanları 1911'den beri çare aranan bir zorluğun üstesinden gelerek, oda sıcaklığında çalışan ilk süperiletkeni geliştirdiklerini duyurdu. Keşif, normal koşullarda laboratuvar dışında çalışabilen bir süperiletkenin kullanıma girmesini sağlayabilir. Uzmanlar bunun devrim niteliğinde bir gelişme olacağını söylüyor. 1911'de Hollandalı fizikçi cıvanın -269 dereceye kadar soğutulduğunda elektriği hiç direnç göstermeden ilettiğini keşfetmişti. Fizikçi buna "cıvanın süperiletken hali" adını vermişti. Süperiletkenlerde elektrik akımını oluşturan elektronlar, atomların arasında hiçbir atoma çarpmadan akıp gidiyor. Böylece havada adeta uçarak saatte 500 kilometreden hızlı giden maglev trenleri veya uçan kaykaylar gibi yenilikçi teknolojilerin önü açılıyor. Öte yandan bilim insanları 1911'deki keşiften beri daha yüksek sıcaklıklarda süper iletken hale gelen malzemeler geliştirmeye çalışıyor. Kuantum Enerji Araştırma Merkezi'nin CEO'su Sukbae Lee'nin de aralarında yer aldığı bir grup araştırmacı, bu sorunun üstesinden gelerek oda sıcaklığında süperiletken hale gelen bir malzeme geliştirdiklerini bildirdi. Hakem değerlendirmesinden geçmeyen ve internet sitesi ArXiv'de erişime açılan makalede bu malzeme LK-99 diye adlandırıldı. Araştırmacılar, LK-99'un 127 derecelik sıcaklıkta bile süperiletkenliğini koruduğunu öne sürdü. Öte yandan, LK-99 oda sıcaklığında süperiletken hale geldiği öne sürülen ilk malzeme değil. Birkaç yıl önce saygın bilimsel dergi Nature'da yayımlanan bir makalede, 15 derece sıcaklıkta süperiletken hale gelebilen bir malzeme geliştirildiği duyurulmuştu. Ancak bu malzemenin çalışması için 2,5 milyon atmosferik basınç gerekiyordu ve bu da uygulanmasını yine zorlaştırıyordu. Ayrıca bazı hesap hatalarının tespit edilmesi üzerine makale yeniden yayımlanmak üzere geri çekilmişti. Araştırmacıların bildirdiğine göre LK-99, süperiletken olmak için yüksek basınç da gerektirmiyor. Araştırma makalesinde, "Tüm kanıtlar ve açıklamalar, LK-99'un oda sıcaklığında ve ortam basıncında süperiletken hale gelen ilk malzeme olduğunu gösteriyor" ifadeleri yer aldı: LK-99; mıknatıslar, motorlar, güç kabloları, maglev trenleri ve hatta kuantum bilgisayarlar gibi çeşitli uygulama alanlarına sahip olabilir. Diğer yandan, araştırmacıların makalesine şüpheyle yaklaşanlar da var. Bilim yazarı ve Birleşik Krallık'ın Eski Lordlar Kamarası Üyesi Matt Ridley de o kişilerden biri. Ridley, The Spectator'da kaleme aldığı yazıda, "Makale, alanında çok az deneyime sahip, yeni kurulan bir enstitüdeki tanınmamış bir ekipten geldi. Hakem incelemesinden de geçmedi" dedi: Ancak bu olgunun kendisinin bir gün mümkün olabileceğini düşünmek için iyi nedenler var. Fiziksel açıdan imkansız bir şey değil.
1 ay önce Irak Başbakanı Muhammed Şiya el Sudani, IŞİD'i yenilgiye uğratmada büyük ölçüde başarılı oldukları için ABD askerlerinin bu ülkedeki varlığına artık ihtiyaç kalmadığını ve yakında çekilmeleri için bir takvim açıklamayı planladığını söyledi. Salı günü Bağdat'ta Bloomberg televizyonuna verdiği mülakatta Sudani şunları söyledi: “Artık gerekçeler ortadan kalktı. Koalisyona gerek yok, 2024 Irak'ı 2014 Irak'ı değil. Savaş ve çatışma ortamından istikrara geçtik, IŞİD artık hiçbir tehdit teşkil etmiyor". Bağdat ve Washington, önümüzdeki iki yıl içinde aşamalı olarak uygulanacak bir plana göre uluslararası koalisyon güçlerinin Irak'tan çekilmesi konusunda bu ay bir anlaşmaya varmıştı. Çekilme planının sızıntıları Birkaç gün önce Reuters'a konuşan kaynaklar, planın ABD öncülüğündeki yüzlerce koalisyon gücünün Eylül 2025'e kadar, geri kalanının ise 2026 sonuna kadar çekilmesini kapsadığını söyledi. Kaynaklar plan üzerinde büyük ölçüde mutabık kalındığını ve iki ülkenin nihai onayını ve planın açıklanması için resmi bir tarih beklendiğini belirtti. Aynı kaynaklar resmi duyurunun ilk olarak haftalar önce yapılmasının planlandığını ancak İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik saldırısıyla bağlantılı bölgesel tırmanış nedeniyle ve kalan "bazı detayların" çözülmesi için ertelendiğini söyledi. İki ülke ayrıca çekilmeden sonra bazı ABD askerlerinin Irak'ta kalmasına izin verebilecek yeni bir ilişki modeli kurmaya çalışıyor. Anlaşma açıklandığında, bunun konumunu güçlendirmeye çalışan Irak başbakanı için siyasi bir zafer anlamına gelmesi muhtemel. ABD'nin Irak'ta yaklaşık 2.500, komşu Suriye'de ise 900 askeri bulunuyor. ABD'nin Irak'tan çekilmesi Washington'un bölgedeki askeri pozisyonunda önemli bir değişime işaret edecek.
1 ay önce https://beyazminare.net/mali-cuntasi-sihalarla-sivilleri-hedef-almayi-surduruyor/ Mali'deki cunta yönetiminin ismi bir süredir Türkiye'den satın alınan Bayraktar TB2 tipi silahlı insansız hava araçlarıyla (SİHA) düzenlenen saldırılarla anılıyor. Yerel kaynaklar ve saldırının gerçekleştiği bölgenin sakinleri söz konusu saldırılarda sivillerin hedef alındığını belirtirken cunta yönetimi herhangi bir açıklamada bulunmuyor. Son olarak Mali'nin Timbuktu şehrinin yaklaşık 130 kilometre doğusundaki Zarho bölgesinde cunta yönetimine ait SİHA'larla düzenlendiği belirtilen saldırıda çok sayıda sivilin öldüğü aktarıldı. Bölgeden haber aktarımı yapan kaynaklar saldırıda aralarında kadın ve çocukların da olduğu 7 sivilin öldüğünü ifade ediyor. Mali'de son olarak geçtiğimiz ay Cezayir sınırındaki Tinzaouaten köyünde Bayraktar SİHA'larla düzenlendiği belirtilen saldırıda 11'i çocuk 21 sivilin öldüğü açıklanmıştı. Mali cuntasının bölgede düzenlediği saldırılarda Bayraktar TB2 tipi silahlı insansız hava araçlarını kullandığı biliniyor. Daha önce de Mali ve Burkina Faso'da silahlı insansız hava araçlarının kullanıldığı birçok sivil ölümü rapor edilmişti. Cunta yönetimi geçtiğimiz dönemde Türkiye'den çok sayıda söz konusu insansız hava araçlarından satın almıştı.
2 ay önce İsviçre’de, IŞİD ile bağlantılı olduğu iddia edilen yalnızca 11 yaşındaki bir çocuğa ceza davası açıldı. Sosyal medyada aşırıcı propaganda içerikleri paylaşan ve mesajlar bırakan gencin, yurt dışındaki örgüt üyeleri ile internet üzerinden iletişim kurduğunu kabul etmesi, güvenlik birimlerinin alarm zillerini çaldırdı. Henüz serbest bırakılan şüpheli çocuk için sosyal ve eğitim tedbirleri uygulandı. Ancak, emniyet görevlileri kararını yapılacak adli psikolojik muayene belirleyecek. İsviçre’deki bu olay, sadece ülke içinde değil, Avrupa genelinde çocuk yaşa inen bir gidişatın yaşandığını gösteriyor. Kolluk kuvvetleri, örgüt ile bağlantılı daha birçok vakayı soruştururken, toplumun bu olaylar ile ilgili yüzleşme şekli merak ediliyor.
1 ay önce ABD ara buluculuğunda Arap devletleri ile İsrail arasında imzalanan ve İbrahim Anlaşmaları'nın üzerinden dört yıl geçti. Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn tartışmalı anlaşmayı 15 Eylül 2020'de imzaladı ve sonraki aylarda Fas ve Sudan da onlara katıldı. İsrail'in Gazze'de giriştiği soykırımı andıran katliam ve işgal altındaki Batı Şeria'ya yönelik saldırılarının yanı sıra İran ve Lübnanlı grup Hizbullah ile daha geniş çaplı bir çatışma korkusuna rağmen, İsrail Dışişleri Bakanı Israel Katz sosyal medya platformu X'te anlaşmaların "barışa vesile olduğunu" iddia etti. Katz, "İbrahim Anlaşmaları bölgede barışı gerçeğe dönüştürdü, Ortadoğu'da barış ve refahın sadece belirli koşullar altında mümkün olduğu yönündeki tarihi yanılsamayı yıktı ve ortak vizyon ve işbirliğinin daha iyi bir geleceğe giden yol olduğunu kanıtladı" ifadelerini kullandı. İbrahim Anlaşmaları nelere yol açtı? Kamuoyu araştırmalarının da gösterdiği üzere İsrail ile normalleşme Arap ülkelerinde pek rağbet görmüyor ve Filistinliler tarafından "ulusal davalarına ihanet" olarak görülüyor. İbrahim Anlaşmaları imzalanana kadar Arap devletlerinin genel tutumu, şu anda Batı Şeria'da işgal altında bulunan topraklarda yaşayabilir bir Filistin devleti kurulmadan İsrail ile resmi bağların kurulamayacağı yönündeydi. Mısır ve Ürdün 20. yüzyılda İsrail ile normalleşme anlaşmaları yaparken, Arap Birliği 2002 yılında Filistin'in bağımsızlığını kabul etmesi halinde İsrail'e bölgesel entegrasyon vaat eden Suudi Arabistan liderliğindeki bir planı kabul etti. İbrahim Anlaşmaları, İsrail'e Arap ve Müslüman dünyasında tanınmak için taviz vermek zorunda olmadığını göstererek bu planı altüst etti. Filistinli yazar Muhammad Şahida, Ağustos 2021'de The New Arab'da yayınlanan bir yazısında anlaşmanın "otokratik rejimlerin kendi tahtlarını güvence altına alma ve güçlerini pekiştirme çaresizliğiyle ilgili olduğunu" ifade etmişti. İsrail, BAE ile ilişkilerini normalleştirmenin yanı sıra işgal altındaki Batı Şeria'da toprak işgal etme planlarını askıya almayı kabul ederken, Filistin topraklarında yüz binlerce Yahudiyi barındıran yasa dışı yerleşimler devam etmekte, bu nüfus sürekli artmakta ve yeni yasa dışı yerleşim yerleri ilan edilmektedir. İsrailli grup Peace Now'a göre bu yılın Haziran ayında İsrail, 1993 yılında imzalanan Oslo Anlaşmalarından bu yana Batı Şeria'daki en büyük toprak gaspına izin verdi. Gazze'de katliam, Batı Şeria'da işgal ve saldırı Aralık ayında Time dergisinde yayınlanan bir makalede, Democracy for the Arab World Now (DAWN) adlı haklar grubunun icra direktörü Sarah Leah Whitson, İbrahim Anlaşmalarının "İsrail'in ihlallerini engellemek" yerine, "birbirini takip eden İsrail hükümetlerini Filistinlilerin haklarını daha fazla görmezden gelme konusunda cesaretlendirdiğini" yazdı. Whitson grubun, "BAE, Bahreyn, Fas ve Sudan'ı anlaşmalardan derhal çekilmeye, Mısır ve Ürdün ile birlikte İsrail ile tüm askeri koordinasyonu sona erdirmeye" çağırdığını söyledi. İsrail geçtiğimiz yılın Ekim ayından bu yana Gazze Şeridi'ne amansız ve hedef gözetmeyen bir bombardıman gerçekleştiriyor. Gazze'deki Filistin Sağlık Bakanlığı verilerine göre söz konusu tarihten bu yana hayatını kaybeden Filistinlilerin sayısı 41.000'i aşmış durumda. İsrail, BAE ile ilişkilerini normalleştirmenin yanı sıra işgal altındaki Batı Şeria'da toprak işgal etme planlarını askıya almayı kabul ederken, Filistin topraklarında yüz binlerce Yahudiyi barındıran yasa dışı yerleşimler devam etmekte, bu nüfus sürekli artmakta ve yeni yasa dışı yerleşim yerleri ilan edilmektedir. İsrailli grup Peace Now'a göre bu yılın Haziran ayında İsrail, 1993 yılında imzalanan Oslo Anlaşmalarından bu yana Batı Şeria'daki en büyük toprak gaspına izin verdi. Gazze'de katliam, Batı Şeria'da işgal ve saldırı Aralık ayında Time dergisinde yayınlanan bir makalede, Democracy for the Arab World Now (DAWN) adlı haklar grubunun icra direktörü Sarah Leah Whitson, İbrahim Anlaşmalarının "İsrail'in ihlallerini engellemek" yerine, "birbirini takip eden İsrail hükümetlerini Filistinlilerin haklarını daha fazla görmezden gelme konusunda cesaretlendirdiğini" yazdı. Whitson grubun, "BAE, Bahreyn, Fas ve Sudan'ı anlaşmalardan derhal çekilmeye, Mısır ve Ürdün ile birlikte İsrail ile tüm askeri koordinasyonu sona erdirmeye" çağırdığını söyledi. İsrail geçtiğimiz yılın Ekim ayından bu yana Gazze Şeridi'ne amansız ve hedef gözetmeyen bir bombardıman gerçekleştiriyor. Gazze'deki Filistin Sağlık Bakanlığı verilerine göre söz konusu tarihten bu yana hayatını kaybeden Filistinlilerin sayısı 41.000'i aşmış durumda.
1 ay önce Her yılın eylül ayı ikinci cumartesi günü Dünya İlk Yardım Günü olarak kutlanıyor. Gazze'deki Sağlık Bakanlığı da söz konusu gün münasebetiyle yazılı açıklama yaptı. İnsani görevlerini yerine getirirken alıkonulup hapishanelere götürülen onlarca sağlık çalışanı olduğu hatırlatılan açıklamada, Birleşmiş Milletler (BM) ve diğer insan hakları kurumlarına söz konusu sağlık çalışanlarının durumlarını ortaya çıkarmaları çağrısı yapıldı. Açıklamada, "İsrail askelerlerinin geçen şubatta Gazze Şeridi'nin Han Yunus kentindeki Nasır Hastanesine baskını sırasında alıkoyduğu ilk yardım çalışanları arasında bulunan Hamdan Ebu İnnabe'nin İsrail hapishanesinde şehit olduğuna ilişkin bilginin doğrulandığı" kaydedildi. Sağlık Bakanlığı Gazze Genel Müdürü Munir el-Burş daha önce AA muhabirine yaptığı açıklamada, İsrail ordusunun 7 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi'ne saldırılarında sağlık ekiplerinden 885'ten fazla kişiyi öldürdüğünü, 310 kişiyi de alıkoyarak hapishanelere götürdüğünü belirtmişti. İsrail'in Gazze'yi işgalinde 7 Ekim sonrası Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları, "Filistinlilere ve başta Mescid-i Aksa olmak üzere kutsal değerlere yönelik sürekli ihlallere karşılık verme" gerekçesiyle İsrail'e 7 Ekim 2023'te kapsamlı saldırı düzenledi. İsrail, 7 Ekim'deki saldırılarda 1200 İsraillinin öldüğünü, 5 bin 132 kişinin de yaralandığını açıkladı. İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda en az 16 bin 715’i çocuk, 11 bin 308’i kadın olmak üzere 41 bin 182 Filistinli öldü, 95 bin 280 kişi yaralandı. Enkaz altında halen binlerce ölü olduğu bildirilirken, halkın sığındığı hastane ve eğitim kurumları hedef alınarak sivil altyapı da tahrip ediliyor. İsrail ordusu, Gazze Şeridi'ne saldırılarının başladığı 7 Ekim'den bu yana 342’si karadan işgal sürecinde olmak üzere 709 askerinin öldüğünü, 4 bin 428 askerinin yaralandığını duyurdu. Çatışmalara 24 Kasım 2023'te 4 günlüğüne verilen ve daha sonra 3 gün daha uzatılan "insani ara"da 81 İsrailli ve 240 Filistinli esir karşılıklı serbest bırakıldı. Öte yandan İsrail, binlerce Filistinliyi alıkoyup hapsetmeye devam etti. İşgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te de 7 Ekim 2023'ten bu yana İsrail askerleri ile Filistin topraklarını gasbeden İsraillilerin saldırılarında 703 Filistinli hayatını kaybetti.
2 ay önce İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki işgali birinci yılına yaklaşırken, saldırılardan en çok etkilenenler arasında çocuklar yer alıyor. "Defence for Children International - Palestine" gibi sivil toplum kuruluşları ve Gazze Şeridi'ndeki insan hakları örgütleri, İsrail ordusunun Filistinli çocukları kasıtlı olarak öldürdüğü uyarısında bulunuyor. Gazze şehrinde yaşayan 10 yaşındaki Tala Ebu Acve, İsrail güçleri tarafından öldürülen çocuklar arasındaydı. 3 Eylül günü Tala, Gazze şehri doğusundaki Şucaiyye bölgesindeki evinin bahçesinde arkadaşları ve kardeşleriyle oynamak için ailesinden izin aldı. Patenlerini denemek istiyordu. Sadece birkaç dakika sonra İsrail ordusu ailesinin yaşadığı binaya bir füze fırlattı ve bir şarapnel parçası küçük çocuğun boynuna isabet ederek onu anında öldürdü. Babası Hüsam Ebu Acve New Arab'a yaptığı açıklamada şunları söyledi: "Patlamayı duyar duymaz neler olduğunu kontrol etmek için koştum. Kızımın yerde yattığını, vücudunu ve paten ayakkabılarını kan kapladığını gördüğümde şok oldum. Beni en çok üzen İsrail'in çocuğumu öldürmesi ve kanının çok sevdiği pembe ayakkabılarına sıçraması oldu. Kızım dünyadaki diğer çocuklar gibi oynamak ve eğlenmek istiyordu. Onun suçu neydi ki oyun oynarken öldürüldü? Gazze'de yaşadığımız trajik koşullara ve devam eden bombalama ve ölümlere rağmen, kızım biraz mutlu olabilmek ve savaşın trajedilerini unutmak umuduyla arkadaşlarıyla oynuyordu." Tala'nın cansız bedeninin paten ayakkabılarıyla çekilen kısa video klibi medyada geniş yer buldu. "Bir gün kızım büyüyüp üniversiteden mezun olduktan sonra onunla gurur duyduğumu ifade etmek için bir video yayınlayacağımı çok hayal ettim, ancak İsrail ordusu bizi hayallerimizden ve daha iyi bir geleceğe sahip olmaktan mahrum etti." Gazze'de yaşayan Filistinli Siham Hamade de oğlu Muhammed'in üniversiteden mezun olduğu anları videoya almayı umuyordu. Ancak İsrail ordusu Nisan ayında 12 yaşındaki oğlunu Gazze şehrinin güneyindeki Zeytun mahallesinde öldürdü. Oğlu bir grup arkadaşıyla birlikte futbol oynarken İsrail'in hedef gözeterek attığı bir füzeyle vuruldu. Siham Hamade şunları söyledi: "Birçok kez ölümden kaçtık ve çocuklarımı defalarca yerlerinden edildikleri süre boyunca korudum, ancak görünen o ki İsrail çocuklarımızı öldürmekte ve hayatlarımızı mahvetmekte ısrar ediyor. Dünyaya hakim olan bu sessizlik neden? Neden kimse bizi desteklemeden ya da korumadan çocuklarımız öldürülüyor? İsrail ordusu bizi öldürmeye daha ne kadar devam edecek?" Acılı anne çocuğunun ölmeden önceki dileğini de paylaştı. Muhammed savaşın bir gün bitmesini ve günlük hayatına geri dönmeyi dilemişti, "ama İsrail ordusu yakınlarındaki bölgeleri her bombaladığında annesine doğru koşuyor ve korktuğunu söylüyordu." Filistin Sağlık Bakanlığı'na göre, 7 Ekim'den bu yana 41 binden fazla Filistinliyi öldürdü. Öldürülenlerin 16 binden fazlasının çocuklar olduğu ifade ediliyor.
3 ay önce Bangladeş'te Başbakan Şeyh Hasina'nın devrilmesinin ardından geçiş sürecine liderlik edecek isim belli oldu. 84 yaşındaki Bangladeşli ekonomist ve bankacı Muhammed Yunus, sürecin başına geçmek üzere ülkesine döndü. Fransa'nın başkenti Paris'ten BAE aktarmalı bir uçuşla Bangladeş'in başkenti Dakka'ya gelen Yunus sükunet çağrısında bulundu ve halkı "bu fırsatı daha iyi bir ulus inşa etmek için kullanmaya" davet etti: "İkinci zafer günümüzü mümkün kılan cesur öğrencileri ve onlara tam destek veren halkımızı kutluyorum. Yeni zaferimizi en iyi şekilde değerlendirelim. Hatalarımız yüzünden bunun elimizden kayıp gitmesine izin vermeyelim." Yunus ayrıca "birkaç ay içinde seçimlerin yapılmasını istediğini" söyledi. Yunus, Ocak ayında Hasina yönetiminin kendisine yönelik suçlamaları sonrasında yırt dışına çıkmak zorunda kalmıştı. 1940 yılında bugünkü Bangladeş topraklarında doğan Muhammed Yunus varlıklı bir ailenin çocuğu olarak yetişti. Üniversite eğitimini bankacılık alanında ülkesinde aldıktan sonra ABD'ye gitti ve eğitimine burada devam etti. Eğitiminin ardından da ABD'de kalarak çalışmalarına devam etti. Bankacılık ve girişimcilik yapan Yunus, 1970'lerde Bangladeş'in Pakistan'dan bağımsızlık hareketine ABD'den destek verdi. Zengin bir iş adamı olan Yunus, 2006 yılında bankacılık alanındaki faaliyetleri sebebiyle "sosyal ve ekonomik alandaki gelişmelere katkıda bulunduğu" gerekçesiyle Nobel Barış Ödülü aldı. Batı dünyasında bağlantılara sahip olan Yunus, iş hayatının yanı sıra sosyal ve siyasi alandaki çalışmalarıyla da tanınıyordu.
3 ay önce Pakistan'ın Belucistan eyaletinin liman kenti Gvadar'da, ülkenin kurucu lideri olarak bilinen Muhammed Ali Cinnah'ın heykeline saldırı düzenlendi. Gvadar'da deniz kenarında bulunan heykel üzerine döşenen patlayıcıların infilak ettirilmesiyle havaya uçuruldu. Patlama sonrası görüntülerde heykelden geriye bir şeyin kalmadığı görülüyor. Saldırıyı kimin düzenlediği ise tespit edilebilmiş değil. Muhammed Ali Cinnah kimdir? 1876 yılında Karaçi'de doğan Cinnah, aslen Nizari İsmaili asıllı Şii bir aileye mensuptu. Cinnah'ın ailesi aslen Guceratlı Hintlilerdi. İlerleyen yıllarda İsmaili Şiilikten İmamiyye Şiiliğine geçti. Cinnah bölgedeki "Cathedral and John Connon School" ve "Hıristiyan Misyoner Topluluğu Okulu" gibi Hıristiyan okullarında ve Sind'deki Medresetu'l İslam isimli üniversitede okudu. Ardından İngiltere'ye giderek hukuk eğitimi gördü ve avukat oldu. Uzun yıllar boyunca İngiltere'de kalan Cinnah daha sonra Hindistan'a döndü ve Pakistan'ın Hindistan'dan ayrılma sürecinde lider rolü oynadı. Cinnah, yeni kurulan Pakistan'ın kurucu lideri oldu. 1948 yılındaki ölümüne kadar ülkeyi yöneten Cinnah, halen ülkede "Kaid-i Azam" (Büyük Önder) sıfatıyla bir lider olarak görülüyor.
3 ay önce Myanmar'ın batısındaki Arakan eyaletinde Arakanlı Müslümanları hedef alan katliamlar sürüyor. Bölgede Myanmar ordusuyla Budist silahlı grupların saldırılarının arasında kalan Arakanlı Müslümanlar ağır kayıplar yaşıyor. Yerel kaynakların aktardığı bilgilere göre, Arakan Ordusu isimli Budist milis grubun saldırıları sebebiyle yüzlerce Arakanlı Müslüman Maungdaw yerleşimini terk etmek zorunda kaldı. Yerleşimi terk ederek kırsal bölgelere giden Arakanlı Müslümanlar ise bugün Naf Nehri kıyısında Arakan Ordusu tarafından insansız hava aracı saldırılarıyla hedef alındı. Saldırılarda 100'den fazla Arakanlı Müslümanın katledildiği bildirildi. Öte yandan bölgedeki diğer saldırılarda da onlarca Müslüman hayatını kaybetti. Yerel insan hakları aktivistlerinden Wai Wai Nu, bölgede yaşananlara ilişkin sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı: "Maungdaw'daki durum şu anda ölümcül bir felakete dönüşmüş durumda. Arakanlı Müslüman sivillere yönelik vahşet her geçen saniye artıyor. Oradakiler bana şehir merkezinden tamamen sürüldüklerini ve şu anda Myanmar-Bangladeş sınırı boyunca sıkışıp kaldıklarını söylüyor. Arakan Ordusu tarafından 50'den fazla Arakanlı Müslüman sivilin toplu olarak öldürüldüğü ve diğer pek çok vahşetin yaşandığı bilgisini alıyorum. Arakanlı Müslümanlar ayrıca Myanmar cuntası ve Arakan Ordusu arasındaki silahlı çatışmalarda insansız hava araçları ve ağır silahlarla öldürülüyor. Cuntanın yenilgiyi kabul edip etmediği henüz belli değil." Bölgede son dönemde Müslümanlara yönelik ihlallerin şiddetlendiği dikkat çekiyor. Geçmiş yıllarda soykırıma varan saldırılara maruz kalan Arakanlı Müslümanların büyük bir kısmı topraklarını terk etmişti.
10 ay önce Türkiye'de "Parasetamol", yurtdışında "Acetaminophen" olarak bilinen ağrı kesici ve ateş düşürücü olarak piyasaya sürülmüş Rockefeller tıbbı firmalarının insanları zehirlemede kullandığı toksik maddelerden biri hakkında bilim dünyası uyarıda bulunuyor. Türkiye'de etken maddesi Parasetamol olan ilaçlar arasında en bilinenleri ve en yaygın olarak kullanılanları Parol, Minoset, Calpol, Vermidon, A-ferin, Gripin, Panadol, Tylenol (Tylol)'dur. Esas problem; bebek ve çocuklarda ateş, soğuk algınlığı vb. durumlarda doktorların sıklıkla reçete ettiği, anne babaların ise son derece rahat bir şekilde çocuklarına verdiği parasetamol içerikli ilaçlarda, örneğin Parol ve Calpol'dedir. Güncel bağımsız bilimsel çalışmalar göstermektedir ki; PARASETAMOL ZEHRİ BEBEK VE ÇOCUKLARDA NÖROLOJİK HASARA SEBEP OLMAKTA, GELİŞİM GERİLİĞİ, DİKKAT EKSİKLİĞİ VE HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU VE OTİZM SPEKTRUMU HASTALIKLARINA YOL AÇMAKTADIR. Bilimsel makale için tıklayın. Günümüzde hemen her çocukta görülen bu nörolojik hastalıkların bu kadar artmasının başlıca sebeplerinden biri çocukluk çağı aşıları olmakla beraber, diğer sebebi ise; her hastalıkta, her ateşte ve her ağrıda çocuklara kaşık kaşık içirilen Parasetamol içerikli ilaçlarıdır (Parol, Calpol, Tylol). Bebekliğinden beri her hastalığında, her ateşte bu ilaçları alan çocukların beyinleri geri dönülemez şekilde hasar görmekte ve yukarıda sayılan çağımızın belası nörolojik hastalıklar (Otizm, DEHB vb) çığ gibi artmaktadır. Bilimsel makale için tıklayın. Çocukları bu hastalıklardan muzdarip olan gelen ebeveynler şu ayeti kerime'yi tefekkür etmeliler. "Başınıza gelen her musibet, ellerinizle kazandığınız (günahlar) sebebiyledir. Hem (Allah) çoğunu da affeder." (42-Şûrâ:30) Konunun kedilerle ilgisi ise aşağıdaki gibi açıklanmaktadır. Kedilerde "glucuronidation" (glukuronidasyon) adlı metabolik proses yetersizdir. Bu metabolik proses, "parasetamol" denen zehrin vücut tarafından işlenerek atılması için gerekli olan bir prosestir. Dolayısıyla kedilere "parasetamol" içeren bir ilaç verildiğinde vücutları bunu işleyemez ve ilacın oluşturduğu toksisite sonucu ciddi hastalıklara maruz kalabilirler ve hatta ölebilirler. (Bilimsel makale için tıklayın.) Veterinerler bu bilgiye sahip olduklarından, kedilere asla Parasetamol kullanmazlar. Yenidoğan bebekler ve küçük çocuklar da tıpkı kediler gibi, Parasetamol'ü işleyip vücuttan atılmasını sağlayan "glucuronidation" (glukuronidasyon) adlı metabolik proses açısından son derece yetersizdir. Yetişkinliğe ulaştıkça bu proses tam olarak gelişmektedir. Dolayısıyla Parasetamol kullanımı yetişkinlere, çocuklarda olduğu kadar zarar vermemektedir. Ne yazık ki, içinde yaşadığımız küresel tuğyanda bebeklerin kedi kadar kıymeti olmadığından; veterinerler kedilere "zarar görürler" endişesiyle parasetamol vermezken, 1980'li yıllardan itibaren çocuk doktorları gönül rahatlığı ile doğumdan itibaren bebeklere Parasetamol vermektedir. Sorgulamayan, araştırmayan ve doktorlara körü körüne itaat eden anne babaların katkısıyla nesiller ifsad olmakta, nesiller hastalanmaktadır. Bunun önüne geçmede en büyük görev yine anne babalara düşmekte olup; bilgiye erişimin son derece kolay olduğu çağımızda, reçete edilen ilaçları çocuklarına kullanmadan önce anne babaların bu ilaçların yan etkileri üzerine araştırma yapıp, mümkün olduğunca doğal ve helâl tedavilere yönelmeleri sağlıklı nesiller için elzemdir.
10 ay önce 13 yaşındaki bir oğlan çocuğu. Spor faaliyetlerinde bulunuyor. Son derece sağlıklı. Rutin doktor kontrolüne gittiğinde idrarda kan şekeri ölçümü yapılıyor. Her şey normal. Aynı gün Difteri-Boğmaca-Tetanoz aşısı (Tdap) ve Menactra adlı menenjit aşısı vuruluyor. Aşıdan 40 gün sonra 614 mg/dL kan şekeri ve 12.4 HbA1C değeri ile Diyabetik Ketoasidoz Komasına girerek ölümden dönüyor; ama ölene dek ilaç endüstrisinin ürettiği GDO'lu sentetik insülinlere muhtaç olacak şekilde Tip 1 diyabetli bir engelli hâline geliyor. Bu olayın "toksik aşıların" yan etkisi dışında başka bir açıklaması yok. Çünkü aşıyı olmadan birkaç dakika önce çocuğun idrarında kan şekerine bakılıyor ve normal seviyede çıkıyor. Aşıyı vurulduktan 40 gün sonra ise çocuğun son haftalardaki ortalama kan şekerini gösteren HbA1C değeri, normalde 5-6 olması gerekirken, 12 çıkıyor. Tıp sanayisine hizmet eden hemşire ve doktorların hiçbir açıklaması yok. Putları olan aşılara toz kondurmamak için kırk takla atıyorlar. Sadece DBT (Tdap) değil, MMR (Kızamık-Kabakulak-Kızamıkçık), çocuk felci, su çiçeği, mRNA ve bebekler-çocuklar için üretilen daha hangi toksik enjeksiyonlar var ise hepsi bu hastalığı ve daha fazlasını tetikleyebilir, çocuğunuzu öldürüp sakat bırakabilir. Bir modern (!) çağ hastalığı olan Tip 1 Diyabet vakalarının en azından %75'inin çocukluk çağı aşıları sebebiyle çıktığını ortaya koyan makale için buraya tıklayın. Bu makalede, çocuklara aşı yapmayan ABD'deki özel bir pediyatri kliniğinde 25 yıldır tek bir çocukta dahi Tip 1 Diyabet çıkmamış olmasından bahsediliyor. Ve yine aşılı çocuklarda Tip 1 Diyabet çıkma ihtimalinin hiç aşı olmayan çocuklara göre 4.7 kat daha fazla olduğu da yapılan geniş çaplı anketlere dayanarak tespit ediliyor. Tesadüf mü? Elbette değil! AŞI YOKSA HASTALIK YOK! Yıllara göre bazı ülkelerde Tip 1 Diyabet oranları. 1960'lı yıllarda ve öncesinde Tip 1 Diyabet hastalığı diye bir şey neredeyse hiç yokken, sonrasında, yıllar geçtikçe, çocuklara uygulanan aşıların sayısı 6-7 taneden 50-60 taneye yükseldikçe, hastalık grafiğinin nasıl da yükseldiğine iyi dikkat edin. Günümüzde SMA'dan tutun da ismini sadece birkaç yıl öncesine kadar hiç duymadığımız türlü türlü hastalıkları duymaya başladığımıza da dikkat edin. "İnsanlardan öylesi vardır ki; dünya hayatına dair söyledikleri senin hoşuna gider/sözleriyle seni etkiler. O, kalbinde olanın (iyilik, güzellik, ıslah) olduğuna dair Allah’ı şahit tutar. Oysa o, düşmanın en beter olanıdır. (Bir işin başına yönetici olduğunda ya da) yanınızdan ayrıldığında yeryüzünde bozgunculuk yapmak, ekini ve nesli yok etmek için çalışır. (Oysa) Allah, bozgunculuğu sevmez." (2/Bakara: 204-205) Aşılardan sonra Tip 1 Diyabet teşhisi almış olan çocuğun annesiyle yapılmış 30 dakikalık röportaj: https://rumble.com/v36plwy-mother-of-child-who-got-type-i-diabetes-from-vaccine-injection-speaks-out.html https://rumble.com/v36plwy-mother-of-child-who-got-type-i-diabetes-from-vaccine-
2 ay önce Suriye'nin kuzeyinde Türkiye ile Rusya arasındaki ortak askeri devriyeler, yaklaşık bir yıllık aradan sonra, Perşembe günü yeniden başladı. Milli Savunma Bakanlığı devriyelerin yeniden başladığını duyurdu. Türkiye ile Rusya arasında 2019 Soçi mutabakatı kapsamında başlatılan devriyeler, artan güvenlik endişeleri nedeniyle Eylül 2023'ten bu yana askıya alınmıştı. 22 Ağustos 2024 tarihinde gerçekleştirilen devriyeye ikisi Türkiye'ye ikisi ise Rusya'ya ait olmak üzere 4 zırhlı araç ve toplam 24 asker katıldı. Türkiye ile Rusya arasında bölgede gerçekleştirilen devriyeler 2019 yılında Türkiye'nin gerçekleştirdiği Barış Pınarı Harekatı sonrası başlamıştı. Barış Pınarı Harekatı'nın sonlandığı tarihten bu yana Türk tarafı ile Rusya arasında bölgede birçok defa ortak devriye faaliyeti gerçekleştirildi.
2 ay önce “Suriye ile ilişkilerin normalleşmesi konusunda İran'ın yapıcı rolüne ihtiyacımız var." diyen Hicabi Kırlangıç, "Suriye ile ilişkiler kurmak istiyoruz ve Suriye ile görüşmelerin sürdürülmesinde İran'ın rolünün önemli olduğunu düşünüyoruz" dedi. şeklinde konuştu. İran'da devlete bağl Tesnim ajansına konuşan Kırlangıç'ın ifadelerinden öne çıkanlar şu şekilde: - Tesnim: Bölgesel konularda İran ve Türkiye'nin en önemli sorunlarından biri Suriye bölgesi. Geçtiğimiz ay boyunca Sayın Erdoğan ilişkileri normalleşme arzusunu defalarca dile getirdi ancak Suriye'nin de bir şartı vardı: Türk askerinin geri çekilmesi. Türkiye'nin bu konuda Suriye tarafının kuzey sınırlarını koruyamayacağı şeklinde bir cevabı var. Görünen o ki taraflar müzakerelerin başlatılması için ön koşullar koymuşlar, bu durum nasıl ilerleyecek? Şam'ın durumunu makul görüyor musunuz? Kırlangıç: Suriye bizim en yakın komşularımızdan biri ve kültürel olarak da bize yakın ülkelerden biri. Geçmişte Suriye ile özellikle terör alanında çeşitli sebeplerden sorunlar yaşadık ama sonraki dönemlerde Suriye'de hepimizin bildiği olaylar yaşandı. Belki İran ve Türkiye'nin bu konuda farklı görüşleri vardı ama her halükarda Suriye'de bir insan hakları sorunu var. Suriye hükümeti ile halkı arasında açık bir ayrılık var ve Türkiye ile Ürdün'e göç eden Suriyelilerin sayısının çokluğu bunu açıkça gösteriyor. Bu konuda Türkiye elinden geleni yaptı. Bundan önce sürecin buraya geldiği günümüze kadar Suriye ile istişarede bulunma çabası içindeydi. Ama burada büyük güçlerin, özellikle de bölgede çıkan güçlerin oyunu etkili ve bunun önlenmesi için hem Türkiye'nin hem de Suriye'nin dikkatli hareket etmesi gerekiyor. Suriye'de halkıyla barışık olmayan bir yönetim olabilir ama diğer güçlerin de farkında olup dikkatli kontrol etmemiz gerekiyor. Bu konuda yapıcı adımlar atmaya çalışıyoruz. Bunu yetkililerimiz de söylüyor. Belki Suriye kendi açısından haklı görünüyor olabilir ama Türkiye, Amerika'nın Kuzey Irak'a hakim olduğu dönemden bu yana yaşadığı deneyimlere göre terör sorununu çok iyi biliyor ve buna göre önlem alıyor. "Ordumuzun orada olmaması ABD kaosunun önünü açmak anlamına geliyor" Aslında Türkiye'nin başka ülkelerin topraklarında gözü yoktur ve sadece kendi güvenliğini sağlamaya çalışmakta ve bu yönde tedbirler almaktadır. Türkiye, Suriye'nin toprak bütünlüğüne en çok önem veren ülkelerden biri. Suriye'nin parçalanması, bölgedeki krizin daha da artması anlamına gelmekte olup, Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunması bizim için her zaman önceliklidir ve bu konudaki tavrımız oldukça açık ve nettir. Suriye ile ilişkilerin normalleşmesi konusunda İran'ın yapıcı rolüne ihtiyacımız var. Suriye'nin bize sunduğu şartlara dair elimizde belgeler de var. Terör tehdidinin olmaması ve bu konuda tedbirlerin alınması, yabancı güçlerin Suriye'den çekilmesi; ordumuzun orada olmaması Amerika'nın kaosunun önünü açmak anlamına geliyor. Rusya orada ve başka bazı ülkeler ve bazı terör grupları orada örgütleniyor ve ABD burada açıkça yardım ediyor, biz de bunun farkındayız ve yaklaşımımız net. Suriye ile ilişkiler kurmak istiyoruz ve Suriye ile görüşmelerin sürdürülmesinde İran'ın rolünün önemli olduğunu düşünüyoruz. "İran, Suriye’yi barışa teşvik edebilir" Bu konuda İran'la da çaba ve temaslarda bulunuyoruz, bölgenin bu sorunlara tahammül edecek durumda olmaması nedeniyle yakın gelecekte ileri adımlar atmak için razıyız ve umutluyuz. Gerçekten kendi kararlarımızı verip bölgede barışı tesis etmeliyiz. Gerçekten kendi kararlarımızı verip bölgede barışı tesis edip istikrara kavuşturmamız lazım. İran ve Türkiye bu konuda büyük rol oynuyor, özellikle İran'ın Suriye ile olan ilişkisi, Suriye'yi Türkiye ile barışa teşvik edebilir. "İran, Suriye'de yapıcı rol oynayacak güce sahip" - Tesnim: Geçtiğimiz ay boyunca Suriye'nin kuzeyinde olaylar yaşandı ve Suriye Demokratik Güçleri tarafından seçimler planlandı. Bunun Türkiye'nin on yıl sonra Şam'la ilişkileri normalleştirmeye yönelmesiyle mi, yoksa Suriyeli mültecilerin Türk toplumuna uyguladığı baskıyla mı ilgisi var? Kırlangıç: Her biri kendi çapında etkili ama hepsi bu kadar değil. Suriye'nin kuzeyinin Suriye'den ayrı olması ve seçim planlaması ne Suriye'nin ne de Türkiye'nin çıkarına. Biz bu konuda gerekli tedbirleri alıyoruz, aksi yönde hareket etmek tehlikelidir ve Suriye'nin toprak bütünlüğünün bozulmasına neden olur, bunun arkasında kimin olduğu bellidir, biz de buna karşıyız. Biz aslında sorunları çözmek, çözüm bulmak, dostluk eli uzatmak için varız ama Suriye artık kendi kendini yönetebilecek duruma geldi. Ama askeri alanda zayıf ve bu zayıflık da işi zorlaştırıyor. Yeniden ilişki kurmanın sebeplerinden biri de bu krizin çözümüne yardımcı olmak olabilir. Burada İran'ın yapıcı bir rol oynaması bekleniyor çünkü İran bu güce sahip ve özellikle emperyalizmin bölgedeki planlarını bozmaya çalışıyor. - Tesnim: Türk yetkililer defalarca Suriye'nin toprak bütünlüğüne gözlerini dikmediklerini söylediler. Ancak öte yandan Türk askeri güçlerinin son birkaç yılda Suriye'nin kuzeyinde ve Irak'ta birçok operasyon gerçekleştirmesi, hatta bu bölgelerde kalıcı ve geçici askeri üsler kurması, Türk yetkililerin açıklamalarıyla çelişiyor. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz? "Diğer ülkeler orada ne arıyor?" Kırlangıç: Bu çelişkiyi nasıl gördüğünüzü anlamıyorum. Suriye'de terör faaliyeti var ve Suriye bunu durduramıyor, Türkiye de kendi topraklarını terörden korumaya çalışıyor. İçeriden terörle pek çok mücadelemiz oldu ama terörün yoğunlaşması Kuzey Irak ve Kuzey Suriye'de devam ediyor ve bunu önlemek için bu önlemleri almak zorundayız ve bu yüzden askeri olarak orada konuşlandık ve her zaman oradaydık. Bunu duyurduk. Bu ihtiyaçlar ortadan kalktığında Türkiye'nin askeri sistemleri artık orada çalışmayacaktır, biz de bunu her zaman söyledik ve toprak bütünlüğüne saygı duyuyoruz. Ama şunu da sormak lazım, oradaki diğer ülkeler ne arıyor? Ayrıca Irak ve Suriye'nin komşusu değiller ama güçlü üsler kuruyorlar. Temel olarak onlara sormalısınız. "Kuzey Suriye ve Kuzey Irak'taki tehditlerin sona ermesiyle üslerimiz çalışmalarına son verecek" Tesnim: İşgalci olarak varlar ama Türkiye işgalci olmayan bir güç olarak kalıcı bir üs kurmuş durumda. Kırlangıç: Kalıcı üs olarak önerdiğimiz şey, tehditler sona erdiğinde sona erecek ve bu, yetkililerimiz tarafından da ifade edildi ve tüm komşu ülkeler bizim bir sorun veya tehdit olarak görülmediğimizi biliyor. "Türkiye, İran'ın Gazze konusundaki çabalarını takdir ediyor" Tesnim: Bir sonraki konumuz Gazze savaşı. Bu trajedinin üzerinden yaklaşık bir yıl geçti ve Türkiye, ateşkesin arabuluculuğu ve garantörü rolü de dahil olmak üzere birçok girişimde bulundu ve ardından İsrail rejimiyle bağlarını kesti. Artık mesele İslam ülkelerinin bu rejime baskı yapmak için işbirliği yapması ve bu rejimin Lahey Mahkemesi'ndeki davasıdır. İran, Suudi Arabistan ve Türkiye arasında İsrail rejimine baskı yapmak için bir iş birliği planı var mı? Kırlangıç: Tabii çok acı verici bir durumdan bahsediyoruz. Yaklaşık bir yıldır her gün korkunç katliamlar yaşanıyor, uluslararası örgütler ve hükümetler ise sadece seyirci kalıyor. İslam ülkeleri de bu konuda iyi bir şekilde sınavdan geçemedi. İran'ın diplomatik çabalarını kendi ülkem adına takdir ediyorum. İran eski dışişleri bakanı Sayın Emir Abdullahiyan'ın da çabalarını unutmak gerçekten mümkün değil, bunlar yakından şahit olduğumuz şeyler ama hala sonuç alamadık. Güney Afrika'nın mahkemede açtığı ve harekete geçtiği dava çok önemli bir adım ama bundan önce İslam ülkelerinin bunu yapması gerekirdi ve biz bundan mahrum kaldık. Böylesine önemli bir konu karşısında bu İslam ülkelerinin ortak görevlerinden biriydi ama olmadı. Biz de bu davaya katıldık ve İran'la istişarede bulunuyoruz. Tedbirlerin uygulanması için sürekli olarak İran'la istişarede bulunuyoruz. Fakat ne yazık ki şu ana kadar bir sonuç alınamadı. İslam ülkelerindeki yönetim şekli nedeniyle İsrail'e karşı koyabilecek yeterli güç yok ki bu da hiç iyiye işaret değil. İran ve Türkiye çok çabalıyor ama İran bu konuda çok önde. Ancak İran'ın da kendi sınırları, imkanları ve toprak bütünlüğü üzerinde düşünmesi ve dikkat etmesi gerekiyor. Bütün sorumluluklar sadece İran'ın omuzlarında olacak şekilde olmamalı ya da Türkiye cevap versin geri kalan İslam ülkeleri hiçbir şey söylemesin gibi bir tablo olmamalı. Bu olaya Moğol istilası dönemi gibi bakmamız lazım. İran'ın Moğol istilası sırasında Kemaleddin İsfahani isimli şair şöyle demiştir: Eskiden bir kişi öldürülürken yüzlerce kişi yas tutardı, şimdi yüz kişi öldürülüyor ve onları gömecek kimse yok. Gazze'yi tanımlıyor gibi görünüyor. Şimdi bunu Gazze'de yaşıyoruz ve hiçbir ilerleme yok. Mahkemenin sonucu yıllar sonra alınabilir ama nasıl etkili olabilir? Tarih elbette suçluları yazacak ama bizi nereye ve nasıl yazacaklar? Bizi nasıl konuşacaklar? Bu konuyu derinlemesine düşünmeniz gerekiyor. Yani bunları kişisel olarak söylüyorum çünkü bu diplomasi ile çözülebilecek bir konu değil bana göre. Yani bu durum İslam ülkeleri halklarının elinde olsaydı Gazze bu zulmün baskısı altında olmazdı ama iktidarların elinden çıkan bu kadar! "İran'ın şehit Haniye suikastına cevabı makul" Tesnim: Şehit İsmail Haniye İran'a geldi ve Tahran'da suikast saldırısının hedefi oldu. Şehit Haniye, Hamas hareketinin siyasi lideri olmasının yanı sıra İsrail rejimiyle ateşkes müzakeresinin de lideriydi. İran bu saldırının intikamını iki nedenden dolayı alacağını açıklamıştır; birincisi Hamas hareketinin lideri olması, ikincisi ise İran topraklarında saldırıya uğramasıdır. Bazı ülkeler gerilimi artırmamak için İran'a yanıt vermemesini söylüyor. İran'ın cevabı konusunda Türkiye'nin tutumu nedir ve Ankara İran'a cevap hakkını tanıyor mu? Kırlangıç: Ankara'nın tutumu ne olur sorusuna net bir cevap veremem ama Şehit İsmail Haniye, İran'da cumhurbaşkanlığı açılış törenine katılmak için geldiğinde böylesine vahşi bir saldırıya maruz kaldı ve şehit oldu ki bu ciddi bir olay. İran'ın başkentinde böyle bir olayın yaşanmış olması ise durumu daha da kötüleştiriyor. İran'ın bu konudaki cevap hakkının makul olduğunu düşünüyorum. Her ülke aynı tepkiyi gösterir, ülkelerin gücünün yetmediği bazı durumlarda cevap vermeyebilirler ama İran büyük ve güçlü bir ülke, büyük bir devlet ve büyük bir desteğe sahip. "İsrail saldırıyor, sonra ‘ateşkesi müzakere edin’ diyor" Öte yandan, hem bir siyasi liderin, hem de ateşkes müzakerelerini destekleyen bir liderin öldürülmesi çok daha ciddi bir olaydır ve uluslararası hukuk açısından da ağır bir ihlaldir ve çok büyük tepkiler gösterilmesi gerekir ama gördüğünüz gibi (kurumlar ve ülkeler) sadece kaygılarını dile getiriyorlar. Burada kurban edilen ve öldürülen ateşkes süreciydi. Elbette ateşkes derken her iki tarafın da çatıştığı bir durumdan bahsediyoruz. Ama burada bir taraf saldırdı ve nafile bir durumla karşı karşıya olduğumuz çok açık ama mecburuz. Yani İsrail saldırıyor, sonra ateşkesi müzakere edin diyor. Şu anda böyle bir durumla karşı karşıyayız. "'Askeri cevap vermeyin' diyemeyiz" Bu bağlamda İran'a sabırlı olun, sert cevap vermeyin, askeri cevap vermeyin diyemeyiz. Ülkeler bu konuda öneride bulunabilir mi? İran bu konuda kararlı görünüyor ama nasıl tepki vereceğini tahmin edemiyoruz, zaman gösterecek. Beklemedikleri bir cevap olabilir. Askeri bir cevap mı bilmiyoruz ama en büyük cevap, saldıran ülkelerin geri çekilmesini ve dizlerinin üzerine çökmesini sağlayacak şekilde karşılık vermektir ki bu elbette sadece İran'ın değil, tüm bölge ülkelerinin sorumluluğundadır. Bundan sorumludurlar. Yani sadece İran'ın bir şeyler yapmasını beklemek mantıklı değil. Elbette İran'a sabır diliyorum, İran sabırla, itidalle karar veren ve belki de en doğru kararı verecek bir ülkedir, sadece saygı duyuyoruz. "Diplomasi artık Gazze'de işe yaramıyor" Tesnim: Son olarak dile getirmek istediğiniz bir konu var mı? Kırlangıç: Teşekkür ederim. Belki farklı konularla ilgili birçok kelime vardır. Bu konuları çok diplomatik bir şekilde konuşmadım çünkü diplomasinin artık işe yaradığını düşünmüyorum. Hepimiz biriz, bir anlamda hepimiz aynı gemideyiz, aynı coğrafyadayız ve bu işgalcilerin; mal, toprak çalanların hedefi şu anda gördüğümüzün çok ötesinde. Buna dikkat etmezsek işimiz çok zor ve bunu görüp İslam coğrafyası olarak birlik ve beraberlik anlayışına ulaşmamız gerekiyor.
3 ay önce Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, Türkiye ile Esed rejimi arasında devam eden normalleşme sürecine dair açıklamalarda bulundu. Reuters'a konuşan Güler, şartların sağlanması halinde Esed rejimiyle bakanlar düzeyinde bir görüşme gerçekleştirilebileceğini kaydetti. Güler, Esed rejiminin "Türkiye'nin Suriye'den çekilmesi" şartını da değerlendirdi ve şu ifadeleri kullandı: "Suriye ile daha önce Moskova'da olduğu gibi mutabık kalınacak yerlerde, bakanları içeren heyetlerle toplantılar yapılabilir. Türkiye, Suriye'den çekilme koordinasyonunu ancak yeni anayasa kabul edildikten, seçimler yapıldıktan ve sınırlar güvence altına alındıktan sonra görüşebilir." Türkiye ile Esed rejimi arasında normalleşme girişimleri bir süredir devam ediyordu. Bu kapsamda Erdoğan geçtiğimiz günlerde Esed'i Türkiye'ye davet ettiğini belirtmişti.
2 ay önce Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı 2006 yılında açıldığında, Asya'yı Avrupa'ya bağlayacak çok önemli bir ticari köprü olarak lanse edilmişti. Middle East Eye'den Ragıp Soylu'nun haberine göre, Azerbaycan'dan Türkiye'ye petrol taşıyan 1.768 kilometrelik boru hattı, 2023 yılında yaklaşık 30 milyon ton ham petrol taşıdı ve 227 milyon varil petrol Ceyhan limanından demir alan 313 tankere yüklendi. Ancak son aylarda, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırıları devam ederken boru hattı, İsrail'in Gazze'deki katliamlarını desteklediği ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın hattı kapatmak için harekete geçmesi gerektiğini iddia eden Filistin yanlısı aktivistlerin eleştiri ateşi altında kaldı. “Erdoğan, petrol vanalarını kapat” yazılı bir pankart taşıyan ‘Filistin İçin Bin Genç’ isimli aktivist grup, geçtiğimiz Cuma günü İstanbul'daki Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) genel merkezinin önündeydi. "İsrail soykırımına desteği kesin" Protestoların ortasında Türkiye, teknik olarak sahibi olmadığı bir boru hattı ve üretmediği petrol üzerinden İsrail'e yapılan petrol sevkiyatını engelleme görevi olup olmadığına dair hukuki sorularla yüzleşmek zorunda kaldı. Bu sorular, Uluslararası Adalet Divanı'nın (UAD) İsrail'in Gazze'de soykırım yaptığına karar vermesi halinde özel bir önem kazanacak. Türkiye, Azerbaycan ve Kazakistan gibi ülkeler İsrail'e yakıt ve hammadde sağlayarak soykırımı önleme yükümlülüğünü ihlal ediyor olarak görülebilir. Geçtiğimiz hafta, fosil yakıt karşıtı bir hak grubu olan Oil Change International, 21 Ekim 2023 ile 12 Temmuz 2024 tarihleri arasında İsrail'e tedarik edilen ham petrolün yüzde 28'inin Azerbaycan'dan geldiğini açıkladı. Grup, “Azeri ham petrolü, çoğunluk hissesi BP'ye ait olan ve BP tarafından işletilen Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) boru hattı aracılığıyla teslim ediliyor” dedi ve ekledi: "Ham petrol, İsrail'e teslim edilmek üzere Türkiye'nin Ceyhan limanındaki tankerlere yükleniyor." Middle East Eye'a (MEE) konuşan ve isimlerinin açıklanmasını istemeyen Türk yetkililer Ankara'nın sorumluluğunun sınırlı olduğunu ifade etti. Bir Türk yetkili “Boru hattı bize ait değil, BP'ye ait. Bu Azerbaycan ya da Kazakistan petrolü ve onların da sahibi biz değiliz.” diye konuştu. "Varış noktaları belirsiz" Yetkili, 2000 yılında imzalanan bir anlaşma uyarınca Türkiye'nin boru hattından serbest petrol akışını koşulsuz olarak sağlamakla yükümlü olduğunu ve bunu durduramayacağını, aksi takdirde önemli miktarda maddi tazminat ödemek zorunda kalacağını söyledi. Anlaşma Ankara'yı, nedeni ne olursa olsun, herhangi bir inşaat ya da petrol nakliyesi gecikmesinden sorumlu tutuyor. Yetkili, “Bunun da ötesinde, Türkiye'nin tarafsız bir enerji sağlayıcısı olarak uzun vadeli taahhüdü ve güvenilirliği tehlikeye girecektir” diye ekledi. Ankara'da pek çok kişi, Rus gazının toprakları üzerinden Avrupa'ya geçişine izin vermeye devam eden Ukrayna gibi örnekleri göstererek, ülkelerin geçmiş sözleşmelere sadık kalması gerektiğine dikkat çekti. Bazıları da variller Ceyhan'da tankerlere yüklendikten sonra Türk yetkililerin varillerin doğrudan İsrail'e mi gideceğini yoksa İsrail limanlarına mı yanaşacağını bilmediğini belirtiyor. Gemicilik söz konusu olduğunda, bazı gemiler kendi ülkelerinin bayrağını taşır, yani o ülkenin vatandaşları tarafından sahiplenilir, işletilir ve kullanılır. Uluslararası petrol tankerleri genellikle vergiden kaçınma ve yasal sorumluluklar amacıyla farklı ülkelerin, genellikle de küçük ada devletlerinin bayrakları altında kayıt yaptırırlar. Ancak gemi sahipleri de maliyetleri düşürmek ve yasalardan kaçınmak amacıyla gemilerinin bayrağını kolay ve hızlı bir şekilde değiştirebilmektedir. Türkiye Enerji Bakanı Alparslan Bayraktar bu yılın başlarında gazetecilere verdiği demeçte “Ceyhan'dan kalkan gemilerin varış noktaları bizim inisiyatifimiz ya da kontrolümüz altında değil” demişti. Türk yetkili MEE'ye şunları söyledi: “Petrol BP tarafından aracı şirketlere satılıyor ve bunun Ankara ile hiçbir ilgisi yok. Aracı şirketler tankerleriyle nihai varış yerlerini bildirmeden petrolü alıyorlar.” Yetkili, petrolün genellikle tanker açık denizdeyken bir alıcıya satıldığını söyledi. Uluslararası Filistinliler için Adalet Merkezi (ICJP) direktörü ve Londra merkezli hukuk firması Bindmans'ın yönetici ortaklarından Tayyib Ali, Türk hükümetinin uluslararası hukuk kapsamındaki olası sorumluluğunu kolayca göz ardı edemeyeceğini söyledi. MEE'ye verdiği demeçte, “Sınav, Türkiye'nin boru hattı üzerinde herhangi bir kontrolü olup olmadığı yönünde olacak” dedi. UAD ve geçici önlemler Türk hükümetinin boru hattının yönetiminde doğrudan bir hissesi olmasa da, bir kamu şirketi olan Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı'nın yüzde altı azınlık hissesi bulunuyor. Ali, “Yüzde altı oranındaki Türk şirketi ve yöneticileri devletten daha fazla sorumluluk taşıyabilir.” diye ekledi. Ancak Ankara'yı uluslararası mahkemelerde temsil eden iki avukat bu görüşe katılmıyor. Basına demeç verme yetkileri olmadığı için isimlerinin açıklanmaması koşuluyla konuşan avukatlar, BP'nin Azerbaycan devlet petrol şirketiyle birlikte çoğunluk hissedarı olması nedeniyle, Türkiye Petrolleri'nin yüzde altı hissesinin kendilerine şirket üzerinde herhangi bir kontrol sağlamadığını söylediler. Ali şu soruyu sordu: “Örneğin, İsrail'e petrol sevkiyatını engelleyen BM düzeyinde bir yaptırım olsaydı, Türkiye boru hattı üzerinden sevkiyatı engelleyebilir miydi?” “Cevap evet olurdu. Savaş suçlarını kolaylaştırmak söz konusu olduğunda neden farklı davransınlar ki?” İsrail 10 ayı aşkın bir süredir Gazze'yi acımasızca bombalıyor, hava saldırıları ve topçu ateşi okullar, bankalar, apartmanlar ve hastaneler dahil olmak üzere sivil altyapıyı hedef alıyor. 7 Ekim'den bu yana devam eden İsrail saldırıların ardından aralarında en az 16.825 çocuğun da bulunduğu 40.860'tan fazla Filistinli hayatını kaybetti. BTC boru hattının kapatılmasını isteyen Filistin yanlısı protestocuları destekleyen Türk avukat Yusuf Akşeker, geçtiğimiz günlerde Ankara'nın UAD'nin geçici tedbirlerini hukuki bir gerekçe olarak kullanarak İsrail'e petrol sevkiyatını durdurabileceğini savundu. Akşeker, “Türkiye'nin bu kararlar doğrultusunda vanaları kapatması halinde BTC ile ilgili sözleşmeler nedeniyle tazminat davasıyla karşılaşmayacağı açıktır” dedi. Ocak ayında UAD, İsrail'in Gazze'deki sivilleri korumak ve soykırıma varan saldırılarını durdurmak için tüm gücünü kullanmak da dahil olmak üzere gerekli tüm önlemleri almasını emretti. Mart ayında aynı mahkeme İsrail'e Gazze'deki Filistinlilere temel hizmetlerin ve insani yardımın engelsiz bir şekilde sağlanması için gerekli tüm tedbirleri almasını emretti. Mayıs ayında ise İsrail'in Refah'taki askeri saldırısını ve Gazze'deki Filistinlileri tamamen ya da kısmen fiziksel yıkıma uğratabilecek diğer tüm eylemlerini derhal durdurmasını emretti. Türkiye, Güney Afrika'nın İsrail'e karşı açtığı davaya katılmadan önce, Gazze'de devam eden askeri harekatı nedeniyle İsrail'e yönelik tüm ithalat ve ihracatı askıya aldığını ve yaklaşık 7 milyar dolar değerindeki ticareti sona erdirdiğini duyurdu. O tarihten bu yana İsrail'e yönelik eleştirilerini yoğunlaştıran Erdoğan, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu Adolf Hitler'le kıyasladı ve İsrail'i “tüm insanlığı” tehdit eden bir “terör devleti” olarak nitelendirdi. Yine de son soru, Türkiye'nin İsrail ile çok yakın ilişkileri olan Azerbaycan'ı İsrail'e petrol akışını durdurmaya ikna edip edemeyeceği. Türk yetkililer, arka planda yaptıkları konuşmalarda, Azerbaycan hükümetinin de Gazze'deki şiddetten memnun olmadığını kabul ettiler, ancak Bakü'nün verdiği taahhütlerden kaçınmak istemediğini de söylediler.
2 ay önce Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah Sisi, göreve geldiği 2014 yılından bu yana Türkiye'ye gerçekleştirdiği ilk ziyareti tamamlayarak iki ülke arasındaki ilişkilerin onarılmasında son adımı attı. İki cumhurbaşkanı Çarşamba günü Mısır-Türkiye Stratejik İşbirliği Konseyi'nin ilk toplantısına da başkanlık etti. Konsey, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin yüzüncü yılına bir yıl kala, 36 maddelik bir deklarasyonla iki ülkenin işbirliği yapmayı planladığı alanların ana hatlarını belirledi. Bunlar arasında “ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi ... ticaret hacminin 15 milyar dolara çıkarılması”, yani mevcut yıllık ticaret hacminin üç katına çıkarılması taahhüdü de yer aldı. "Ortak duruş" Ziyaretin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında Erdoğan ve Sisi bir dizi bölgesel siyasi konuda ilişkileri ve işbirliğini derinleştirme niyetlerini dile getirdiler. İki ülke bakanları enerji ve tarımdan eğitim, turizm ve ulaştırmaya kadar çeşitli alanlarda işbirliğini öngören 18 mutabakat zaptı imzalarken, Erdoğan nükleer enerji ve doğal gaz konularında Mısır'la işbirliğini derinleştirmeyi hedeflediklerini söyledi. Bazı gözlemciler Türkiye'nin Mısır'a insansız hava aracı satması konusunun da görüşüldüğünü ancak bildiride yer alan “askeri, güvenlik ve konsolosluk işleri de dahil olmak üzere çeşitli alanlarda temasların genişletilmesi” taahhüdünü içeren bir madde dışında bu konuda resmi bir açıklama yapılmadığını belirtiyor. Siyasi açıdan ise iki lider İsrail'in Gazze'ye yönelik savaşına karşı işbirliği yapmaktan söz etti. Sisi, “İsrail'in işgal altındaki Batı Şeria'da daha fazla gerilimi tırmandırmasına tepki göstererek, Mısır ve Türkiye'nin acil ateşkes çağrısında bulunan ortak tutumunu yineliyorum” dedi. Hollanda'daki Groningen Üniversitesi'nde Türk siyaseti üzerine uzmanlaşan analist Erdoğan Aykaç, hem Türkiye hem de Mısır'ın Gazze'deki durum üzerindeki kontrollerini kaybettiklerini düşündüklerini ve etkilerini arttırmak için birlikte çalışmak istediklerini düşünüyor. Sisi ayrıca Libya'daki çatışmayı, Doğu Akdeniz'deki gaz arama hakları meselesini ve Sudan'daki iç savaşı çözmek için de birlikte çalışma niyetinden bahsetti. Sisi, Somaliland'ın bağımsızlık yanlısı amaçlarına atıfta bulunarak Türkiye ve Mısır'ın Somali'nin birliğinin korunması gerektiği konusunda hemfikir olduklarını da sözlerine ekledi. Türkiye'nin Somali'de önemli bir askeri üssü bulunurken, Mısır geçen hafta Etiyopya'nın Afrika Boynuzu'ndaki etkisine karşı koymak için Somali'ye silah sevkiyatı anlaşması yaptığını duyurdu. Anlaşmazlık Beş yıl önce böyle bir basın toplantısı düşünülemezdi. 2013'te başlayan bir sürtüşme, Katar'daki 2022 FIFA Dünya Kupası'nda Erdoğan ve Sisi arasındaki “dönüm noktası niteliğindeki el sıkışma” fotoğraflarının dünya çapında paylaşılmasıyla ilk iyileşme işaretini gösterdi. Türkiye açısından bu yakınlaşma 2020-21'den itibaren dış politikada genel bir değişimden kaynaklanıyor. Mısır açısından yakınlaşma, 2021 başlarında Türkiye'nin müttefiki Katar'la uzlaşmasının ardından geldi ve muhtemelen ekonomisi zor durumda olduğu için fırsatlara daha açık hale geldi. Dönemin Generali Abdulfettah Sisi'nin 2013'te kanlı bir darbeyle eski Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'yi devirmesi ve Müslüman Kardeşler'e (İhvan) yönelik bir baskı başlatmasının ardından ilişkiler bozulmuştu. Erdoğan, Sisi'nin iktidarı ele geçirmesini en sert eleştirenlerden biri oldu ve onu asla Mısır'ın meşru lideri olarak tanımayacağını söyledi. Mısır'da ise Türkiye, "terör örgütü" olarak tanımlanan Müslüman Kardeşler'in destekçisi olarak baş düşmanlarından biri olarak görülüyordu. Her iki ülke de birbirlerinin büyükelçilerini sınır dışı etti ve ilişkiler geriledi. Birçok Mısırlı muhalif Türkiye'ye sığındı ve buradan Mısır'da Sisi'ye karşı protesto çağrılarını sık sık gündeme getiren eleştirel televizyon kanallarını yönettiler. Buna karşılık Mısır medyası 2016'da Türkiye'deki darbe girişimini alkışladı ve başarısızlığından üzüntü duydu. Yıllar içinde başka sorunlar da ortaya çıktı. Bunlardan biri Türkiye'nin 2019 yılında Kıbrıs yakınlarındaki sularda doğal gaz sondajı yapma niyetiydi. Mısır, Kıbrıs'ın açık denizdeki doğal gaz rezervlerinden faydalanmak için bu ülkeyle kendi anlaşmalarını yapmak istiyordu. Libya'daki çatışmada Mısır ve Türkiye karşıt tarafları destekledi. Libya'da Türkiye destekli birlikler başkent Trablus'tan doğuya doğru ilerlediğinde gerilim 2020'nin başlarında zirveye çıktı. Sisi, Türkiye destekli birliklerin ilerlemesine izin vermeyeceği bir kırmızı çizgi ilan etti. Kısa bir an için Mısır'ın Libya'da Türkiye ile karşı karşıya gelmesinden korkuldu ancak ilerleyiş Sisi'nin kırmızı çizgisi olan Sirte kentinde durdu. Yumuşama O andan itibaren Mısır ve Türkiye arasındaki gerilim yavaş yavaş azalmaya başladı. Aykaç, bundan önce Türkiye'nin bölgesel rolünün, bölgesel çıkarlarını merkeze alan sert güce yönelik olduğunu belirtiyor. Türkiye, Suriye'deki gibi çatışmalara askeri müdahalede bulundu ve Libya, Etiyopya ve Azerbaycan gibi diğer bölgesel çatışmalarda Türk insansız hava araçlarını kullandı ve tedarik etti. Aykaç, bu politikalar sonucunda yalnızlaşan ve ekonomisi zarar gördükçe iç baskıya maruz kalan Türkiye'nin taktik değiştirmeye mecbur kaldığını ifade etti. Türkiye, köprü ve ara bulucu işlevi görebilecek önemli bir bölgesel aktör olmaya odaklanmanın kendisine fayda sağlayacağını umarak 2020-21'de rotasını tersine çevirdi. Aykaç'a göre yumuşak güç, ticaret ve diplomasi bu politikanın merkezindeydi ve “katı, tek taraflı bir dış politikadan işbirliğine odaklanan daha akışkan bir dış politikaya” geçerek bölgesel yakınlaşmalar aradı. Mısırlı muhalif figür Eymen Nur, 2021 yılında Türkiye'nin ülkede faaliyet gösteren Arap kanallarına Sisi'ye yönelik eleştirilerini yumuşatmalarını emrettiğini söyledi. 2023 yılının başlarında Türkiye'de bulunan 50 Mısırlı, "resmi evrakları olmadığı" bahanesiyle tutuklandı. Mısır medyası ve yorumcuları tutuklananlar arasında Mısırlı muhalif isimlerin de olduğunu söyledi ve bunu Sisi yönetimiyle yakınlaşmanın bir parçası olarak değerlendirdi. Temmuz 2023'te Mısır ve Türkiye ilişkilerini onararak birbirlerinin başkentlerine yeniden büyükelçi atadı ve bunun iki ülke arasında faydalı yeni bir dönemin başlangıcı olmasını umduklarını ifade etti.
2 ay önce Münafık Erdoğan ve münafık es-Sisi, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Toplantısı'na başkanlık etti. Toplantı sonrası iki ülke arasında yapılacak anlaşmaların imza törenine geçildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Mısır Cumhurbaşkanı es-Sisi huzurunda imzalanan 17 anlaşma şöyle: "- Yeni İdari Başkent Endüstri Parkının Geliştirilmesine İlişkin Mutabakat Zaptı - Yeni Ekim Şehrinde Endüstri Parkının Geliştirilmesi İçin Arazi Tahsis Sözleşmesi - Türkiye Cumhuriyeti Rekabet Kurumu ile Mısır Arap Cumhuriyeti Rekabet Kurumu Arasında Rekabet Politikası Alanında Mutabakat Zaptı - Türkiye Cumhuriyeti Yükseköğretim Kurulu ile Mısır Arap Cumhuriyeti Yükseköğretim ve Bilimsel Araştırma Bakanlığı Arasında Yükseköğretim Alanında İşbirliğine İlişkin Mutabakat Zaptı - Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları ve Mısır Ulusal Demiryolları Arasında Demiryolu Sektöründe İşbirliğinin Geliştirilmesine İlişkin Mutabakat Zaptı - Sivil Havacılık İdareleri Arasında Mutabakat Zaptı - Türkiye Cumhuriyeti Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı ile Mısır Arap Cumhuriyeti İletişim ve Bilgi Teknolojileri Bakanlığı Arasında Bilgi ve İletişim Teknolojileri Alanında Mutabakat Zaptı - Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Mısır Arap Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Tarım Alanında Bilimsel, Ekonomik ve Teknik İşbirliği Mutabakat Zaptı - Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı ile Mısır Arap Cumhuriyeti Sağlık ve Nüfus Bakanlığı Arasında Sağlık ve Tıp Bilimleri Alanlarında İşbirliğine Dair Mutabakat Zaptı - Türkiye Cumhuriyeti Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı ile Mısır Arap Cumhuriyeti Mikro, Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme Ajansı Arasında Mutabakat Zaptı - Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Mısır Arap Cumhuriyeti Planlama, Ekonomik Kalkınma ve Uluslararası İşbirliği Bakanlığı Arasında İşbirliği ve Kapasite Geliştirmeye İlişkin Mutabakat Zaptı - Türkiye Cumhuriyeti Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Mısır Arap Cumhuriyeti Maliye Bakanlığı Arasında Mali ve Ekonomik Konularda İşbirliğine İlişkin Mutabakat Zaptı - Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Mısır Arap Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Enerji Alanında Mutabakat Zaptı - Türkiye Cumhuriyeti Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Mısır Arap Cumhuriyeti Çalışma Bakanlığı Arasında Çalışma ve İstihdam Alanında Mutabakat Zaptı - Türkiye Cumhuriyeti Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve Mısır Arap Cumhuriyeti Çevre Bakanlığı Arasında Çevre Koruma Alanında İşbirliğine İlişkin Mutabakat Zaptı - Türkiye Cumhuriyeti Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve Mısır Arap Cumhuriyeti Çevre Bakanlığı Arasında Şehircilik Alanında İşbirliğine İlişkin Mutabakat Zaptı - Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı ile Mısır Arap Cumhuriyeti Dışişleri, Göç ve Mısırlı Gurbetçiler Bakanlığı Arasında Mutabakat Muhtırası" Törende, ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti ile Mısır Arap Cumhuriyeti Arasında Yüksek Düzeyli Stratejik İş Birliği Konseyi 1. Toplantısı Ortak Bildirisi Cumhurbaşkanı Erdoğan ve es-Sisi tarafından imza altına alındı.
10 ay önce Dindar Yahudiler son yıllarda "ahir zaman" ve "Mesih'in gelişi" konusunda birçok alametin gerçekleştiği görüşünde. Yahudilerin kutsal kitaplarında yazıldığı ifade edilen birçok alametin son yıllarda gerçekleştiği öne sürülüyor. Jerusalem Post'ta yer verilen haberde söz konusu alametlerden üçüne değinildi. Bunlardan ilki, Yahudi inancına göre 2 bin yıldan bu yana İsrail'de ilk kez tamamen kızıl ve "lekesi olmayan" bir buzağının doğması. 2017 yılında doğduğu öne sürülen buzağının doğumu ve kurban edilmesi, Kudüs'te Yahudilerin kutsal saydığı "Üçüncü Tapınak"ın inşasına işaret olarak görülüyor. Tapınağın inşası sonrasında da Mesih'in geleceği düşünülüyor. Yahudilerin ikinci alameti ise Ölü Deniz'de (Lut Gölü) yaşamın ortaya çıkmaya başlaması. Aşırı derecede tuz içerdiği için yaşam bulunmayan Ölü Deniz'in derinliklerinde son yıllarda yaşam formları görülmeye başlandı. Daha önce yaşamın bulunmadığı bilinen gölde 2011 yılında yaşam formları keşfedilmişti. Son yıllarda ise Ölü Deniz'de balıkların ortaya çıkmaya başladığı ifade edildi. Yahudilerin inancına göre "ahir zaman"da Ölü Deniz'de yaşam ortaya çıkacağına inanılıyor. Üçüncü alamet, Yahudilerin "Ağlama Duvarı" olarak nitelediği Burak Duvarı içerisinden bir yılan çıkması. Bu olay da 2018 yılında gerçekleşti. Yahudilerin ibadet ettiği sırada duvar içerisinde bir yılan görüldü ve bölgedeki Yahudilerin korkmasına yol açtı. Dindar Yahudiler tüm bu alametlerin "ahir zaman"ın gelişini ve "Mesih'in ortaya çıkışını" işaret ettiği görüşünde.
10 ay önce Malcolm X, ABD''de yaşadığı dönemde ırkçılıkla mücadelenin sembol isimleri arasında yer aldı. Asıl adı Malcolm Little olan Malcolm X, henüz 5 yaşıdayken babasını faili meçhul bir cinayete kurban verdi. Annesi ise bu olayın ardından akıl hastanesini kapatıldı. 21 yaşındayken hırsızlık suçlamasıyla hapse mahkum edilen Malcolm X, cezaevinden çıktıktan sonra Nation of İslam isimli harekete katıldı. Malcolm X adını Nation Of İslam isimli harekete katıldıktan sonra alan Little, Afrikalı atalarının soyadını temsil etmesi nedeniyle X soyadını kullanmaya başladı. Altı yaşındayken babası öldürüldü. On üç yaşına geldiğinde, annesi akıl hastanesine yerleştirildi ve kendisi koruyucu aileye verildi. Yaşamına bir süre bu şekilde devam etti. 1946 yılında (21 yaşındayken), hırsızlık ve hâneye tecavüz suçlarından hapishaneye girdi. Hapishanede, "İslam Ümmeti" (İngilizce: Nation of Islam) isimli siyahî harekete katıldı. 1952 yılında şartlı tahliye edildi. Tahliye edildikten sonra kısa zamanda hareketin liderlerinden biri hâline geldi. Bu hareketin en meşhur siması olduğu yaklaşık 12 yıl içinde, siyâhî üstünlüğüne inandığı İslam Milleti öğretileri doğrultusunda, siyah ile beyaz Amerikalılar''ın ayrılması gerektiğini savundu ve sivil haklar hareketinin ırksal bütünleşme vurgularına karşı alaycı tavırlar sergiledi.
İMSAK | 06:18 |
GÜNEŞ | 07:33 |
ÖĞLE | 12:48 |
İKİNDİ | 15:39 |
AKŞAM | 18:04 |
YATSI | 19:18 |
Tarık Ebu Abdullah | 16 sayfa | PDF’yi Aç & İndir
Abdullah Azzam | 23 sayfa | PDF’yi Aç & İndir
Abdullah el Muhaciri (Kuteybe Türki) | 36 sayfa | PDF’yi Aç & İndir